burası sebepsiz hüzünler sultanlığı
kül burada her şey; aşk,bilgi ve keşif
zaman şu an ve mekan şu nokta
gelir geçer sultanlık hafif ve gözyaşlarıyla
burası sebepsiz hüzünler sultanlığı
yok burada gözlem,deney ortamları ve varsayım
Kan ter içinde gece
Kan ter içinde her yanım
Her yanım bu gece vurgun içinde
Kurşun yemişim, sürgün yemişim
Bu sana ilk gelişim
Vur emriyle düşmüşüm kapına
Devamını Oku
Kan ter içinde her yanım
Her yanım bu gece vurgun içinde
Kurşun yemişim, sürgün yemişim
Bu sana ilk gelişim
Vur emriyle düşmüşüm kapına
...adamın biri eline bir mektup almış Hocam şu mektubu bir okuyuver demiş.
...hoca evirmiş çevirmiş mektup baştan sona arapça bir türlü okuyamamış.
...adam; hoca “kavuğundan” utan demiş.
…hoca Nasredtin almış kavuğu adamın başına hışımla geçirmiş; madem iş kavukta al sen oku demiş…!
…şimdi bunu niye anlattım. Efendim bu FELSEFİ nasılsa bir de bizim başımıza kondursalarda bu tür şiir yazmaya (üçboyutlu) birde biz alışsak.
“ancak gözlerimizi biriktirebiliriz içimizde”
…bende derim ki bir zaman gelecek sebze yetiştirilecek insan etinde. Nasıl ama…!
yine bir şiirinde demişki...
Öğleyi hızla geçerek
bir ayrılık ikindisine uğruyor zaman.
Yaşlı ve yorgun ruhum
vedalaşıp uzaklaşıyor gölge ve ışıktan
diğer şiirlerini merak ettim ve bakın şu satırlara…ne güzel
yağmursuz çöllerin oruca niyetli kum taneleri
efendinin kulağına kaçıyor
sonu gelmiş haberi olmayan uykularda
bu sevgiyi orucuna bozmaya mahkûm bir derviş gibi
bitiriyorum
işte boynumuz vurun efendiler, yaşıyoruz
ölü toprağı dökülüyor üstümüzden
bir kumarbaz şansı ile çay içmeye geliyoruz.
enteresan bir şair ve şiir...çok kitap okuduğu belli ve değişik şairlerin kapı önlerine oturduğu yine çok net bir şekilde belli oluyor...kesinlikle çok okuyup...çok çalışan şairlerden biri... yani çabasını reddetmek haksızlık olur...diğer dikkatimi çeken husus kesinlikle bir matematikçi…sözü ve sayıyı (kırık bir kemiği yapıştırmak adına) su ile karıp…şiirinin omurgasını oluşturmuş…
kendine yetebilen bir şair görüntüsü var…yani şiiri belli bir zamanın ardından keşfettiği çok açık…belki bir dönem şiirle hiç ilgisi yoktu…arayı kapatmak istercesine sarılmış şiirlerine…bu heves ile devam etmesi çok güzel olur…çünkü asıl şiirlerine ulaşabilmesi için…hevesin öte yakasına geçmesi gerekiyor…bu azimle başaracağına eminim…sevgilerimle…LaraAçanba…17.06.2012
Duygu yüklü ve içten; tebrikler... 10 puan +ant. İlk ulaştığım sevgiydi...
100 üzerinden 68 puan....
Sn Osman Tuğlu ''sebepsiz hüzün'' sözcüğünü kullanan iki değerli şairden söz etmiş...Şiirimizin köşe taşı iki şair..Ahmet Haşim ve Sabahattin Ali... Şiire ilk yaptığım yorumda Asaf Halet in bu duyguyu dile getirdiğini örnek vermiştim...
Sevgili Tuğcu'nun sebepsiz hüzün kelimesinin anlamını batıdaki deyimlerden melankoli nin karşılayacağından söz edince aklıma benimde Orhan Pamuk geldi...Aslında orhan pamuğa verilen nobel ödülünün gerekçesi nobel heyetinin gösterdiği gerekçe onun istanbul anlatımıdır..ve bu konudaki en önemli kitabı olan ''İstanbul, Hatıralar ve Şehir '' isimli kitabıdır...istanbulu gerek ahmet hamdinin beş şehir kitabından ve gerekse orhan pamuğun sözünü ettiğimiz kitabından okumak gerçekten bir ayrıcalıktır..
sözü uzatmadan konuya gelirsek..
orhan pamuk bu kitapta melâl, hüzün ve melankoli kavramları arasındaki anlam nüansından söz eder...
gerçekten eş anlamlı saydığımız veya etimolojisi aynı sözcüklerin zaman içinde farklı sosyolojik yapılarda nasıl evrilmeler ve kıvrılmalar yaşadığını düşünmek çok güzel...
bence örneğin karacaoğlanın bak melûl melûl derken kullandığı sözcükle , ahmet haşimin ''melâli anlamayan nesle aşina değiliz'' mısraında geçen kelimeler aynı değil..aynı kökten ama tarihin vadilerinden akıp gelirken başka sular, başka minerallar başka tadlar ve başka kokular siniyor ve karışıyor kelimenin ruhuna..
Sn Tuğlunun düşündürdüklerinin akabinde şiire , günün şiirine dair bir şeyler söylemek gerekirse..
Hüzeyin atlansoy, 80 kuşağı şairlerin bir çok özelliğini taşıyor..kentli ve bilgili şairler bunların bir çoğu..osman konuk necat çavuş haydar ergülen v.s
Dört duvar arasında yaşamak ve zamanını en çok dört duvarın içinde yaşayarak şiir yazmak..diyelim ki bir ofis burası..eskilerde belki bir tablo olurdu pastoral bir manzara ...ona bakarak içlenir ve şair kozmik değerleri ve tinleri şiirinde geçirirdi...artık ofislerde klasik resim ve manzara tabloları yok..kübik resimler..otellerde de o eski acem işi duvara çiviyle çakılan halıdan tablolar ve manzaralar yok..köy romancılığı okuyucu karşılığı bulmuyor...son köylüler yaşları 60 ı aşmış şekilde kendi köylerinde sanki huzurevinde yaşıyormuş şekilde metruk halde yaşıyorlar.genç ikinci ve üçüncü kuşak köylere dönmeyecek şekilde dönse de köyü olamayacak şekilde ayrılmış şehrinden..Döndüğünde kimse veyselin ''garnın yardım kazmayınan belinen'' sözlerini tekraren hissedemiyecek..mercedesi aratmayan konforlu traktör ve ilave ekipmanlarıyla köylülük uygarlığı dediğimzi veya köylülük kültürünün yaşanması beklenemz.köylere gidildiğinde ''son mohikanlar'' filminden sahneler görüyorsunuz
bu yüzden şiirlerin malumatfüruş bilgi bombardımanı ve zihinsel konfor içinde üretilmesi kaçınılmaz oluyor sanırım
ilim ve irfan
yani, yeni dille söylersek bilgi ve sezisel, duyumsal hissediş arasındaki fark var yeni şiirlerde...
gibi düşünceler sardı..şiir hakkında düşününce şöyle bir..saygılarımla
Bu dizeler şiirde 'oryantalizm' arayışıdır. Sözcükler, temalar uçuşuyor. Bu değin israfa gereksinim yok. Peygamberimiz şöyle buyurur: 'İnsanoğlunun Uhud dağı kadar altını olsa, bir o kadar olmasını ister. İnsanın gözünü bir avuç toprak doyurur.'
şiirsellikten uzak.........
Şair kendini savunmaz, şiiri savunur. Kelamın büyüsünü ustaca bir kurguyla kullanmak ve oluşturulan kelimeler kuyusundan gelecek kuşaklara/ardıllara içilebilecek arı-duru- buzul sulardan avuç içi kadar bile olsa sunabilmek gayesiyle çırpınmaktır. Harflerin sarraflığıdır belki, bulutlardan süt sağmaktır birazda..
Bu şiir ile ilgili 18 tane yorum bulunmakta