Akşam güneşinde parlayan, hasat vakti gelmiş dolgun başaklar renginde saçların vardı... kokusu kaldı ellerimde.
Bulutsuz, açık bir havadaki gecede bile görmemiştim o kadar çok yıldızı, gözlerinde gördüğüm yıldızlar kadar... yılların ince çizgiler açmaya başladığı geniş bir ovanın altına saklanmış uçsuz bucaksız evrendi gözlerin ve milyonlarca yıldızı gizliyordu parıl parıl... insanın en umutsuz, en karanlık günlerini bile aydınlatırdı o yıldızlar, o parıltılar.
İki şahin gibi gerilmişti kaşların o yıldızların üstünde... sanki sonsuzlukta uçuyorlardı, gergin, mağrur... sinirlendiğin zaman bir araya geliyorlardı, kanatlarını birleştirip öyle uçuyorlardı insanın üstüne... sanki saldırmak istercesine.
Yanakların iki pamuk tarlasıydı. İki dost ailenin minik bir tepeyle ayrılmış gül renkli pamuk tarlalarıydı. İnsanın içinde kaybolası geliyordu... ve sen konuştukça daha da belirginleşen çukur vardı ki sanki mezarım olsun diye konulmuştu...
Dudakların iki çiçek yaprağı... sabah çiği hala üzerinde. Vakti gelince en tatlı nektarını akıtan... hani bir arının bir kere tattı mı bırakası gelmediği.. insanın yapıştı mı ayrılamadığı türden... baharla birlikte en güzel şarkılarını aşk için söyleyen dudakların vardı... bir kere küstü mü hiçbir güneşin, hiçbir gülüşün açtıramadığı narin dudakların.
Sanki sık bir ormanla kaplı minik bir tepeydi güzel çenen.. ortasından minik bir vadi geçen..
İşte o ormanda kaybolmak istiyorum... dudaklarının nektarını içerken boğulmak... kefenim pamuktan olsun... gömüleyim yanaklarındaki çukura.. ve ruhum gözlerindeki yıldızlara uçsun.. uçsun... o sonsuzlukta kaybolsun...
Zuhal AksuluKayıt Tarihi : 15.1.2007 17:00:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)