Hiçbir şeyin bir çare olamayacağını biliyorum, mutlu olmak için kendimi olabildiğine zorladığımı da…
Böylesine duygularımı açık seçik döküşümün anlaşılmazlığını da…
Belki de bunu yaparken kendimi daha da bir açmazın içine attığımı da…
İmalarda boğulup durduğumu da…
Kalabalıklar arasında gülücükler saçışıma karşın yazdıklarımı okuyan insanların şaşkınlığını da…
Tüm cümlelerimin, bu acınaklı sözcüklerimin birileri tarafından karşılık bulduğunu da…
Not: Bu yazı, son bir ithaftır.
Artık hiçbir şey bulamadığım bir yaşamın içinde sen, bir belirip bir yok olan varlığınla bir düş olarak gezinip duruyorsun. Öyle acı, öyle acımasız bir düş ki. Benim inatla bulmaya çalıştığım ama senin inatla kaçtığın bir düş.
Tüm yaşamımda hiç bitmeyecek bir düş ve biliyorum ki belki de sen bu düşü benim anladığım gibi anlamayacaksın. Birbirinden farklı anlam dünyalarımızla belki de durmadan boş yere birbirimizi yaralayacağız. Hoş, bir günahım var mıydı ki benim yaralayacak? Bir günah mıydı içimde yeşeren/yeşerttiğin duygular… Anlam dünyamız ve düşlerimiz, sahi birbirinden çok mu uzaktaydı?
Not: Yukarıdaki fotoğraf Nisan 2022’de çekilmiştir.
İçimde ne kadar da çok acı biriktirmişim. Kendimi düşlerin içine ya da bu iç dökümlerinin arasına salışımın başka bir sebebi olamazdı. Hayat, tüm acımasızlığı ve bencilliği ile en büyük hakikat mi bana, nefes alıp tükettiğim her an mı, benim görünen halim mi sahici olan? İçimde benden bozma yılgın, bıkkın bir hayalet dolaşıp duruyorken eğreti gerçeklerin kime yararı var? Bu hayalet, bu hayaletin var ettiği gerçekler bu dünyanın gerçekleri değildi ki… İşte yaşadığım en büyük açmaz da bundan ötürü değil miydi?
Ve ben nasıl yaşayabilirdim ki bu gerçeklerle? Hayat, gerçekleri boğup duran binlerce yaşayan ölüyü bağrında çoğaltıp durmuyor muydu? Gerçeği bulmak için yaşamın koynuna atılan bizler, yalanlarla oynamaktan başka neye yarıyorduk ki? Peki, yıllar geçtikçe içimde acıyla çoğalacak bir fotoğraf, hangi gerçeği vuracak yüzüme? Her baktığımda bu fotoğraf hangi acıyla gösterecek yüzünü bana? Bir fotoğraf, hangi acıyla parçalayıp dururdu ki yüreğimi, benliğimi, var ettiğim her şeyi… Bir fotoğraf, en çok hangi acılı gerçeği saklardı? Baktıkça en çok nasıl canımı yakardı ya da en çok neyle mıh gibi içime oturup kalırdı? Bir anlık mutluluğu anımsattığı için mi ya da artık o mutluluktan çok uzakta olduğunu haykırdığı için mi?
Bütün içten gülümsemelerimi, bütün yaşanmış güzel şeylerle birlikte sende bırakmışım meğer. Bir hayatı sende bırakmışım, kendi hayatımı… Ve binbir hayat yiyici olarak sen bu hayatı da yiyip bitirmişsin, hiçe dönüştürmüşsün. Kötü ya da çirkin bir iz bıraktım mı sende? Kötü ya da çirkin olarak nitelendirilecek bir şey yaptım mı ki?
Ardında bir şeyleri anımsamaya çalıştığımda nedense bu giriş cümlelerimle ve sonu gelemeyecek bir yığın soru ile karşılaşıyorum. Gitgide silinip giden sen, zihnimin kıvrımlarında sadece acı bir tecrübeye dönüşüyorsun. Yaşam; bir yorum olduğu kadar benim yaşadıklarıma biçtiğim bir anlamdı. Sen anlamsız kötü bir tecrübe miydin, benim hep iyi niyet taşlarıyla yorumladığım? Ne yazık ki ve ne acı ki artık bunların da öneminin kalmayacağını bileceğim. Ruhum duyarsızlaşıyor, kalbim soğuyor. Varlığın bir hayale dönüşüyor, yüzün unutulmayla karşılığını bulmuş bir silüete… Hayatımda bir zamanlar böyle biri vardı diyeceğim ve ne çok sevmiştim diyeceğim. “Bir zamanlar…” Bu zaman dilimi içime içime haykırdığım bir çığlık, duyulmayan ya da duyulmayacak olan.
Bir sevginin nasıl acıyla, acımasızlıkla, bir aşağılanmayla son bulmak zorunda kaldığını hatırlayacağım. Sevmek kötü bir şey olabilir miydi? Sevmek, yanlış kalplerde ya da kendini tanımayan kendinden kaçan benliklerle bir zehre dönüşüyordu. Güzel bir şey, kıymetine erişmeyince her şey gibi değersizleşiyordu. Sizi seven bir insanı onun sizi sevdiği gibi ya da onun sevdiği kadar sevmek zorunda değildiniz elbette. Ama ona bir kıyım, bir zulüm yapmaya da hakkımız var mıydı? Sevgi, her kalpte farklı farklı açan çiçekler gibiydi. Her kalbin farklı bir çiçeği vardı. Ama sanırım bazı insanların kalplerinde çiçeklere yer yoktu; bazı insanlar belki de bir hayat yiyici kalbi taşıyordu ya da sevgi yiyici mi demeliydim? Kendimizi bu yiyicilerden korumayı öğrenmek de mi edinmek zorunda olacağımız bir tecrübeydi?
Titrek ellerin, hüzünlü gözlerin, ağır aksak sözcüklerin
bir şeyleri arar gibi.
Hep bildiğini sandığın ama aslında bilmediğin yerlerde
hiç olmadığın kişiydin belki.
Yanlış köşelerde nefesini sürerken
tüm yorgunluğun ve kimsesizliğinle
Her şeyin sonundaymışım gibi,
tükenip gidiyorum
tüm öksüz ve başıboş sözcüklerimle birlikte.
Kendimle birlikte taşıdığım başka
hiçbir şeyim yok,
sadece bu dizeler,
Aslında hiçbir şey saklı kalmıyor mu? İçimin kuytularında gizlenen gözyaşlarım, bir zehir gibi dilimden dökülen umarsız duyguların arasında yitip gittiğim bu sözcüklerim her şeyin birer tanığı mı? Kendimi mi aldatıyordum her zamanki gibi… Bir sır değildi benim seni sevmem, yıllardır atmıyor dediğim, artık bir şeyler hissetmiyor dediğim kalbimin bir mahpus yaşadığı gizli olan bir durum değildi… Acı bir gerçeklikten kaçmak ne kadar mümkündü ki?
Aniden bir şeyler depreşiyordu içimde; nereden ve nasıl doğduğu belli olmayan bir dize, bir melodi, bir bakış, bir film karesi, başka bir anı yüreğimi delip geçiyordu. Sanki geçmiş ve gelecek tüm anılarımı senin için yaşamış gibiydim. Bu aptalca bunalımı daha ne kadar devam ettirebilirdim? Artık acımasızca anımsadığım bir geçmişim olamazdın sen. Geleceğimden kopartılıp atılan, geleceğime çok görülen bir fotoğraf parçası olamazdın. Hayatıma hiç girmemiş, seni hiç tanımamış mıydım? Yoksa zihnimde var ettiğim bir düşlem miydin? Zaman, seni bana bir yanılsama mı kılacaktı? İşte böyle binbir sorunun kıskacında ben, senin yarattığın acılar denizinde bir başımayım. Ve sen bir yerlerde kaybolmuş, kendi yalan gerçekliğinde yaşamaya çalışıyordun. Sahi, bunu nasıl becerebiliyordun, becerebiliyor muydun?
Kendinden alıkoyduğun beni, hayatımın acılarına dönüştürmüştün. Tüm gerçekliklerden, kabullenemediğimiz her ne varsa hepsinden daha büyük bir acı… Belki de hayatına varlığınla bir anlamsızlık biçerken, kendi elinle varlığını hayatının en ürkünç anlamsızlığı yaparken en büyük acıyı, acıları sen yaşıyordun ve hep yaşayacaktın. Bir gün ardında savurduklarını, kırıp döküp dağıttıklarını, yaşattığın hayal kırıklıklarını, belki de en çok aptallıklarını anımsayıp benim artık geçmişe emanet ettiğim düşlerimi anlayacağın zaman gelecek mi? Bu düşleri anlamlandırdığında yaşadığın salt pişmanlık olacaksa bunun bir önemi olacak mı? Sen, geçmişimde acı bir hatıra olarak kalmak dışında bir anlam ifade etmeyecek miydin? Binbir zorlukla kalbimden dökülen bu satırları yıllar sonra okuduğumda sadece gülüp geçecek miydim? Yoksa bir türlü içimden söküp atamadığım acımasız bir burukluk olarak hep benimle mi sürüklenecekti?
Aslında tam olarak ne zaman başladığını bilemediğim ve de ne zaman biteceğini kestiremediğim sürgün bir yaşamın içinde kendime bir bilinç aramaktan başka bir şey yapmıyorum. Bir benlik, bir kimlik inşa etmeye çalışırken belki de tüm anlamsızlığa rağmen var oluş mücadelesi veriyorum dişimle tırnağımla. Var olmak… Var olduğuma nasıl inanabilirim? Kalbimin atması, bir kuş gibi çırpınıp durması beni ikna edebilir mi var olmaya? Duygularım yaşanmış ve yaşanacak yıllarla hissizleşmeye evrilirken gelecek tüm yaşlar herhangi bir sayıdan başka ne olacak ki? Ve yıllar acımasızca hızla akıp giderken yollarıma çıkan her ne ise ya da her kim ise gitgide beni daha beter bir muammanım içine sürüklemeyecek mi? Öyleyse yaşam her yaşımda derinleşen bir muamma olacak bana, bir türlü içinden çıkamadığım ve nerde, nasıl son bulabileceği anlayamayacağım bir oldu bittiye kurban giden. Var oluş, ne kadar da hoyrat bir esinti, anlamaya başladığımı sanırken esasında kalbimi teğet geçen. Bu yüzden de asla tamamlanamayacak bir var oluş hikayem var benim. Ne acı ki ben bunun idrakını yaşıyorum şimdi. Şaire göre yolu yarıladığım bu yaşımda tüm iliklerime kadar hissediyorum artık bu yarım kalacak kendi hikayemi, hikayelerimizi. Durmak yerinde, beklemek bu esintinin geçmesini. Mümkün mü?
Görünen bu mu? Ölmeye doğru koşan bir bedenim var, tüm ölü bedenler arasında herhangi biri. Görünen, nefes alıp nefes veren bir sağa bir sola koşuşturan iki ayağı iki eli olan etten kemikten bir vücut. Oysa ben bu muyum? Kime ne anlatmaya çalışıyorum, kime ne ispatlamaya çalışıyorum. Hiçbir şey… Kim neyi anlamak istiyor, kim kimi dinliyor karmaşık, gürültülü bu ucubeler diyarında. Tüm iyi niyetimle, bu yolun sonunda hiçbir şey olmadığını bilsem de içimde bir şeylere tutunmaya çalışan sevgi dolu inanan bir çocuk var. Bu çocuk nasıl olurda sabırla göğüs gerir sevgisizliğe, bencilliğe ve en çok da onu yaralayan başıboşluğa.
Ruhumun söylediği şarkıya eşlik edecek hiçbir şey yok oysaki. Yine de demeli miyim doğum günüm kutlu olsun diye…
Her şeyin eskisi gibi olmasını o kadar çok isterdim ki, eskisi gibi aynı hayatın içinde yan yana olunan o zamanları, her şeyin daha güzel olduğu o zamanları, belki de sadece benim için kıymetli olan o zamanları… Ama, bu zamanları sil baştan yaşayamayacak o kadar çok sonu acıya çıkan eylem ve söz bıraktık ki. Bazılarını hiç unutamayacağım.
“Bıraktık” diyorum. Belki hiçbir şeyin sorumlusu ben değilim ama birilerini suçlamanın bir anlamı yok. Bu, hiçbir şeyi değiştirmeyecek ya da yaşanılanları geriye döndüremeyecek.
Hayata mutlu olmak için gelip de kendine bu kadar mutsuzluk hediye eden biz kadar kimse yoktur sanırım. Mutlu olmak için çabalarken daha fazla mutsuzluğun içine hapsolmak, bu benim alınyazım mıydı? Ya da sonun böyle olmasına sebep senin kendini mutsuzluğa kaderlemen miydi? Bir önemi var mıydı artık?
Mutluluğu uzak, yalancı bir hayalmiş gibi dolaştırıyorum başucumda
Bir gölge gibiyim hayatımın, satır aralarında kaybolan, kendine yenilen
Tükenmiş, kullanılmış, oradan oraya sürüklenen yarınsız biri…
Tüm gelecek, acıyla iç çeken an birikintileri gibi dökülür, dağılır
Çıkışı olmayan bir yeryüzüne açılır sonra…
Neden gözlerim sevinç akıtmaz, bilmez kimse bunu.



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!