Kim bilir aksak şiveli bir sanrı mıydı?
Yoksa arza adanmış bir kıyametin yankısı mıydı?
Bir kadın yağmıştı çölümün gecesine
Seccadesiz bir secde gibi
Dekadan tenimin heretik kıblesine -
Ve kelimelerimin o muhteşem ve patetik cenazesine.
Bazen ulvi bir Santa Maria edası
Bazen tannân bir fem fatal sedası
Avuçlarında yanmış kutsal bir kanon
Ve gözlerinde brütal bir darağacının seyyal cefası.
Dalları zulmetin diz çökmediği şafaksız yerlerde
Kökleri Noks’un zincirlendiği gecesiz feleklerde
Kıyam rengi bir sonsuzluğa yaslanmış
Seslerin boğulduğu beyhude bir ikindi gölgesinde
Gün ısırığı bir sus ağacında
Kanayan çağların külleriyle
Sekerât vokalizleriyle sermest kumrular titremekte
Ağacın kabuğunda seblâ bir Şakuntala
Güneşsiz bahçelerde solgun mirajlar çiçeği,
Kökü sonsuzlukta, adı suskunlukta
Atonal bir melankolinin payitahtında
Ve çoktan sönmüş bir raganın terkedilmiş notasında
Suskun bir tanrıçanın gülgün meleği
Bir mabedin mırıltılı avlusunda unutulmuş,
Sadece bendini yitirenlerin görebileceği
Gizli bir parıltının mükedder gözbebeği,
Ve sürgünle mühürlü bir tanrı kelebeğiydi
Her kanadında harf harf dökülen nice diller
Ve her uçuşunda bir cihanın yakarışı gizliydi.
Gözlerinde tantradan dokunmuş yıldızlar,
çocukluğumun vitröz yamaçlarına kondu.
Teninde ezilmiş billur felek tomurcukları –
mor bir eylülün hatırasında dondu
Her boğuk nefesi bir suretin sürgünüydü,
Granit bir nisyanın alfabesiyle nakşedilmişler
Sustu; ama susmakla devrildi içimdeki bütün şehirler.
Kuyular kazdı içime, Yusuf’u gömüp gözyaşıyla üstünü kapattı
Her adımda uçurum ıslıkları ve taş giyinmiş dervişlerin gözyaşı
Her yerde yazgının mercan sarkıtları ve ateşte yoğrulmuş kuklalar
Çöküyor yokluğun camdan zeminleri
Ve içimde kıvranıyor melâlin sekiz kollu peykerleri
Ak saçlı peltek dilli zamanın bronzunda
Sereyan bir “sus” nişanının tınlayan aksıydı
Mukaddes bir sükûnetin içinden geçip
Kadim bir sutranın kıymıklanmış aynasında
Yalnızlığı üç kez ezberleyen bir kadın janrıydı.
Ve siklorama açılır veda eder Şakuntala
Tuzla sıvalı hayretfeşan bir zamansızlıkta
Ağaç kalır kurumuş damarlarıyla
Talihsiz ve doğurgan bir Samsara silsilesinde
Kabuğunda Şakuntala’nın son soluğuyla,
Zuhurun eşiğinde bir adım daha ileri atıldığında
Sonsuzluğun kalbine perestişle saplanan
O görünmez
O geçilmez
O bilinmez ezel turasıyla.
Sahrada o çöl gecesine
Bir kadın yağmıştı
Derinliğimi kıyıya çeken bir tufan gibi geçti.
Ama hatıralar unutulmuşların mezarına çiçek dikmezdi
Eteklerinde filosofya rölyefli oluşlar,
Her anıyla bir Maharaj sırrıydı o susuşlar
İşte ondan son soluklar:
Ben Şakuntala - aşk, unutuluş ve dirilişin yetimi.
Kayaların hafızasında boy atan padma’nın gizemi
Artık ne bekliyorum seni, ne affediyorum;
Sadece aklımın taş avlusunda, metamorfozlarla dönüyorum kendime.
Ve her visalde biraz daha kuş oluyorum-
Kanatları sarı çampakadan sessizlikle örülmüş,
Artık o pitoresk semalara değil,
İçimin yüzü saklı ummanlarına uçuyorum
Gültekin Avcı
Tiflis, 2007
Gültekin Avcı
Kayıt Tarihi : 27.7.2025 13:48:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!