Gözleri her zamanki gibi hüzün yansıtıyordu İbakorkmaz Mustafa’nın. Baştan ayağa şiir olan sevgili kardeşimin gözlerindeki elem, gönlündeki deli çocuğun künyesinin silik bir kopyası gibidir çok kez.
Oturduk birer çay içmek için çay bahçesindeki masaya. Yanımızda üç şair-yazar dost daha. Bir elim Mustafa’nın omzunda. Mustafa’nın kafası belli ki başka yerde. ‘Ne var ne yok’lar kısa sürüyor.
“Emin Akdamar” diyor Mustafa, ben sözün tamamını beklemeden zihnimde güzel bir şair portresi beliriyor. Güzel bir cümle tamamlayacak portreyi. İçim aydınlanıyor. Bildik bir isim ıslık çalıyor öteden.
“Öldü! ” diyor, Mustafa.
Bir hafta önce gömmüşler.
Kalpten rahatsızmış.
Demiyormuş arkadaşlarına.
1955’liydi diyor, yaşını soran bir arkadaşa. Gençmiş, diyor yaşını soran.
Ben kısa bir donma hâlinden sonra, hakkında adından başka şey bilmediğim bir şairin ölümünün acısını yaşıyorum. Kitabı çıkmıştı yakınlarda. Yakınlar belki on-on iki aydı. Kitabından evvel imlasızda bir şiirini okuduğum, kitabını almak istediğim ama araya nefret ettiğim ihmalkârlığım girince unuttuğum Emin Akdamar, ölmüş.
Herhangi birinin ölümü gibi gelmedi bana. Mustafa’ya haber verseydin, diyecek oldum, vazgeçtim. Tabutuna bir el atarak kitabını alamadığım bir şaire vicdanımı mı temizlettirecektim.
O bir şâirdi.
Bizim Kayseri’nin çöliklimi edebiyatında gürül gürül su kaynağı olan, yemyeşil ağaçlarla dolu bir vahaydı. Bu şehre çok gelen şairlerden biriydi.
Sağlığında bir tek kuru kelime olsun yazı yazılmayan bir edebiyat adamı ölünce ardından sayfalar doldurulunca midem bulanıyor. Tiksintim ölüp gidene değil, kalıp ölmeyene! Böylesi anlarda Basri Gocul’un şu dörtlüğünü hatırlarım: Sağlığında tutmayız- Sanatkârın elini- Ölür Veysel misali- Dikeriz heykelini.
Emin Akdamar’ın heykeli dikilir mi bilmem ama İbakorkmaz gibi bir şâirin, ‘şair’ dediği bir adam ölüp de ardından bir şehir, termitler gibi dehlizler açmaya, kuleler dikmeye devam ediyorsa acırım. Şehre acırım, şehrin ekâbirine acırım, şehrin kültür simsarlarına acırım.
Emin Akdamar’ın fotoğrafını bile görmüş değilim.
Ama çok istemiştim tanışmayı.
Halim Şafak’la tanışmak istediğim gibi.
Şiir sesiyle aynı frekansta olduğumdan mıdır nedir, sevmiştim Akdamar’ı.
Ölümün soğuk yüzü bir seferliğine ismen tanıdığım bir dostumun yanında belirmişti.
Her şair-yazar bence erken ölmüştür.
Yazacakları bir şiir, bir hikâye daha vardır onların.
Ben ölümden işte bu sebeple korkarım. Elim kalem tutarken ölmek istemem. Söyleyecek bir şeyim kalmayınca elimi tutabilir Azrail.
Emin Akdamar, son nefesini verirken; git Azrail, yazılacak şiirlerim, diyecek sözlerim bitmedi henüz dedi mi, bilmiyorum. Bence demiştir. Yakınları için de erkendir bu ölüm. Benim gibi ‘uzakları’ içinde. Halasının oğlu- varsa-, dayısının kızı-varsa- belki unutacaklar üç beş yıl sonra ama elli yüz sene, hatta yüzlerce sene sonra bir kapıdan Emin Akdamar mısrası çıkacak, bir bacadan Emin Akdamar şiiri yükselecek göğe. Birazdan evden çıkıp Ağustos Yazdan Sayılmaz kitabını bulamasam da son kitabı Rehgüzar’ı almak için kitap evine gideceğim.
Üç-dört gündür imlasız’ın beşinci sayısı, okumak için ayırdığım kitapların arasında koltuk üstünde duruyordu. Yazılardan birkaçını ikinci okuyuşumdu. Şu anda Emin Akdamar, italik bir kahraman adı olarak bakıyor bana, yenilmiş olsa da ölüme. Ey kuyu, nereye gönderdin suyunu, kime gönderdin?
Evden Ayrılmak
Emin Akdamar
Yarısı boş bir bardak gibiyim
geceyi suyla ağartan teneke bir anlam
yoruldum ama buldum
aradığım buzkıran sözcük bu
herkesin bir buzdağı var çarptığı
nasıl olur?
kavgaya karıştım bıçak yedim
hırçın bir yalnızlık geçti yanımdan hızla
bir gözü kör bir gözü yüreği sevdam
dağı iniyor ova bir çizgi gibi oluyor
ne oluyor?
Suratımı dağıt ey
öyle dokun ki kendime geleyim
yarısı dolu bir bardak da diyebilirim
kendime biçtiğim biçeceğim
düş peşime ey külhani gelecek
korkma
ne olacak?
kuyudan ayrılmak istemiyor su
Adnan BüyükbaşKayıt Tarihi : 6.9.2006 15:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!