Şafak sökülüyordu birden,
yalnız şafak değildi sökülen,
bir de koltuk altı ceketimin
solmuş astarıyla birlikte
bütün yorgunluklarım dökülüyordu sokağa.
Kaldırımda bir serçeyle göz göze geldik,
o da biliyordu bu sabahın,
ötekilerden başka bir sabah olduğunu.
Sokak lambaları daha sönmemişti,
ve ben hâlâ dünün içinde yürüyordum,
ayakkabımın topuğunda
gece nöbetinden kalma sessizlik,
ceketimin cebinde
yarım bir sigara,
bir parça kuru ekmek
ve ağzımda zamansız bitmiş bir aşkın
tütünlü tadı.
Şafak sökülüyordu, evet,
bir fabrika düdüğü gibi ansızın,
bir vinç sesi gibi derinden
ve ben bir işçi gibi dikiliyordum
hayatın ta ortasında.
Yorgundum.
Ama düşmemiştim yere daha,
omuzlarımda yorgun bir ülke,
gözlerimde
bir çocuk gülümsemesi kadar
umut dolu bir mavi.
Ah be kardeşim!
Şafakla birlikte insanlar uyanıyor,
elleri nasırlı, yüzleri yorgun ama
yürekleri hâlâ çalışıyor.
Kiminin cebinde iki lira,
kiminin içinde bir dağ,
ama herkes
bir parça ekmek için değil sadece
bir parça onur için de yürüyor sokağa.
Ben de yürüyorum,
ceketimin söküğünden sarkan iplik gibi
hayatın ardına takılmışım.
Ankara’nın sabah ayazı yüzüme vuruyor,
ama içimde bir kor,
senin ellerinden kalma,
senin sesinden artma bir sıcaklık.
Ve bil ki sevgili,
şafak ne zaman sökülse
ben seni hatırlarım.
Çünkü seninle başladı
bu şehrin bütün sabahları,
seninle açtı ilk çiçek
simitçinin sepetinde.
Şafak sökülüyordu birden,
yalnız şafak mı?
Ben de sökülüyordum biraz,
biraz yırtılıyordum içimden
bir çocuk gibi
ilk defa ağlamayı öğrenirken.
Ama yine de dimdik yürüyordum,
yani yaşıyordum işte,
çünkü umut,
her sabah yeniden dikilir
sol göğsümün üstüne,
bir işçi rozeti gibi.
Fatih Gündüz
Kayıt Tarihi : 15.4.2025 22:45:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!