Merhaba.
Yine.
Ve belki bir kez daha: hoşça kal.
Bu üçüncü mektup. Ama belki de sadece bir devam cümlesi. Belki de ilk mektubun yankısı hâlâ sürüyor ve ben o yankıya bir nefes daha ekliyorum.
Bu satırların sana ulaşması için rüzgâra güvenmek,
bir düşü göğe emanet etmek gibi.
Ne döner, ne dönmez, ama bir iz bırakır: sessizlikte.
Biliyor musun, bazı sabahlar uyanınca pencereye bakıyorum ve bir şey bekliyorum.
Adını bilmiyorum. Belki bir kuş sesi. Belki bir iz. Belki de sadece unuttuğum bir yüzün hatırlanışı.
İnsan bazen bir anıyı değil onun getirdiği duyguyu özlüyor. İşte o duyguya yazıyorum yine.
Senin teninde, senin sesinde ama belki senin bile fark etmediğin o ince sızıya...
Sözcükler hâlâ benimle konuşuyor. Ama bu defa daha yavaşlar. Sanki yorulmuşlar. Sanki onlar da artık susmanın bir başka dili olduğunu kabullenmişler.
Yine de direniyorlar — çünkü bazı şeyler ancak bir satırın ucunda yaşayabiliyor.
Merak ediyorum; acaba bu mektubu okurken
bir şey hissettin mi? Belki içini hafifçe gıdıklayan bir merak ya da çoktan bildiğin bir acının sesi.
Bilemiyorum. Bilemiyorum ma sen okuyorsan, ben yalnız değilim demektir. YALNIZ DEĞİLİM.
Ve sen de değilsin; Çünkü seni düşünmeden yazmıyor ve seni hiç tanımadan yazıyorum.
İşte bu..., bu bir mucize gibi; Tanımadan anlayabilmek. Adını bilmeden seslenmek. Sadece bir ihtimalin içine sığmak...
Ve orada bile bir yer bulabilmek kendine. Bu çok güzel bir şey.
Geçen onca süre zarfında (süre benden geçti ben ondan geçtiğimi zannederken) şunu öğrendim: İnsan bazen unutulmakla hatırlanmak arasında bir yerde yaşar. Ne tamamen görünmez, ne de tam anlamıyla orada.
Ben de orada, iş kendime bile eksik geldiğim bir yerde. Ama eksik olmak, yok olmak demek değil bence... Bence eksiklerimizde yaşarız en çok. Eksildikçe yaşıyoruz, eksileceğiz yaşadıkça... Hem bir şey tamam olunca başka bir şey eksik kalmıyor mu hep? Ve sen o eksiği tamamlayınca da bu defa başka bir şey eksik kalıyor.
Sen hiç bir gölgenin arkasına saklandın mı?
Ya da yürürken kendi ayak seslerinden utanıp daha sessiz yürümeye çalıştın mı...?
Ben..., ben çok yürüdüm. Ve hâlâ yürüyorum ama bazen duruyorum bir ağacın gölgesinde, bir sokak lambasının altında, bir sesin son hecesinde.
Sonra oraya bir mektup bırakıyorum kimin bulacağını bilmeden. Biri bulur mu bilmeden iliştiriyorum herhangi bir çatlamanın içine. Kimse bulmazsa da rüzgâr biliyor. O bana yeter.
Şunu da söyleyeyim: Bazen birine ulaşamazsın ama yine de yazarsın. Çünkü o yazı, bir dua gibidir.
Ulaştığı yer bilinmez ama gönderildiği kesin. Sen bu duayı kabul eder misin?
Neyse... şimdi bu mektubu da bırakıyorum.
Belki rüzgâr yine senden yana eser. Belki de bu defa sen cevap yazarsın ama bir kâğıda değil, bir rüyaya, bir bakışa, belki de sadece bir susmaya.
Eğer bir gün bir bankta otururken, hiç gelmemiş birinin varlığını hissedersen, bil ki ben oradaydım.
Sessizce ve belki de senden bile daha çok sana inanarak seni dinliyordum. Çünkü bazı birliktelikler hiç tanışmadan başlar.
Ve bazı vedalar...,hiç buluşmadan yapılır. Son olarak, bu mektubu bir noktayla bitirmeyeceğim. Bu defa bir virgül bırakmak istiyorum devam edebilmek için. Devam edemesem bile umut etmek için…
Bir virgül bırakıyorum şimdi rüzgârın kulağına: ,
Ve belki…
Ve bir gün…
Ve tekrar…
...karşılaşırız rüzgarın taşıdığı satırlarda.
Tekrar geleceğim..., virgülden sonra
– Adı hâlâ eksik biri
Kaya SuKayıt Tarihi : 28.7.2025 11:59:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bilinmeyen bir kişi için, rüzgâra emanet edilmiş geçmişin yükünü taşıyan sayfalar...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!