Merhaba bu yazıyı okuyan kişi,
ya da merhaba demeyeyim… ne fark eder, ki merhaba desem de demesem de bu kelimeleri boğazımdaki düğümden topladım. Araya karışmış yutkunmalara denk gelirsen kızma bana...
Ben, kendime çok kızgınım. Bunu baştan söyleyeyim de alaycı sesimle karışmasın. Zaten uzun zamandır kendi içimde dövüşüyorum. Ne yumruğum bana değiyor, ne kanım bana yetiyor. Ama yorgunum işte ve en beter yanı da şu: hâlâ yazıyorum. Bunu da kendime kızarak yazıyorum.
Zaman durmuştu, hatırlıyor musun? Evet, aynı o bozuk saatin yanında oturuyorum hâlâ. Bu sefer suskun değilim... Bağırıyorum!
Duvarlara, cama, hatta rüzgâra bağırıyorum. Rüzgâr da bana bağırıyor ama o hep kazanıyor, sesi daha gür. Benim sesimse yalnızca kalemin ucu kadar ince, o kadar kırılgan.
Şimdi sana söyleyeyim mi, kendimi affetmediğimi?
Ne zaman geçti, ne yaşandı, ne unuttum… hiçbir şeyi affetmedim. Kendime sakladığım bütün küfürleri, bütün kırık cümleleri, şimdi satırlara kusuyorum. Sen de onları okuyorsun işte. Sen benden nefret etme. Hatta benden nefret etmene izin vermiyorum. Ben kendime yetiyorum; hem celladım, hem kurban...
Rüzgâr, hayırsızın teki dedim ya hani… Yalan söylemişim. Hayırsız olan rüzgâr değil, benim kendim. O en azından bir şeyleri taşıyor; ben elimde olanı bile düşürüyorum. Bak, sana yazıyorum ama cümlelerimin yarısı yere dökülüyor. Belki de o yüzden yazılarım eksik kalıyor. Ben eksik kalıyorum. Eksiğim ben...
Şimdi ağlasam mı, gülsem mi...?
İkisini de yapıyorum aslında. Gözyaşlarım boğazımda gülüşlere karışıyor. Alay ediyorum kendimle; ne oldu..., bak işte, en fazla rüzgâra satır satıyorsun.
Çığlık atıyorum içimden ama dışarı çıkmıyor. Birileri duysa hemen deli damgası yiyeceğim. Ama sen okuyorsun ya, işte o yüzden buraya bırakıyorum. Ben zaten deliyim. Bunu da ilk defa sana açık açık söylüyorum. Kırık bir aynanın önünde kendime baktığımda gördüğüm tek şey; ben... ama paramparça. Aynadaki parçaların hiçbirinde yüzümün tamamı yok. Sana garip bir sır:
Ben seni özlüyorum ama sen kimsin bilmiyorum. Kendime mi özlüyorum seni, yoksa sen zaten hiç olmadın mı, bilmiyorum. Belki de özlediğim tek şey; özlemenin kendisi. O çiğnenmiş sakız tadı. O mideme oturan taş. O geceleri kafama bağıran suskunluk.
Biliyor musun, ben zamanı da affetmedim. Hayır, o ilk mektupta yalan söyledim. “Affettim” dedim ama affetmedim. Zaman, benim üstümden geçip beni ezip geçti. Şimdi kalkıp da “ama seni bana getirdi” diyecek halim yok. Belki de seni hiç getirmedi. Sadece bana koca bir boşluk bıraktı. Sen de o boşluğun hayali misin? Cevap verme. Zaten cevap istemiyorum. Ben sadece yazmak istiyorum. Ya da susmalı mıyım?
Kalemim yine yoruldu, ellerim titriyor.buralar hâlâ soğuk ama bu titreme soğuktan değil, öfkeden. Kendime duyduğum öfke. Bütün satırların altına imza niyetine öfke atıyorum. Böylece bir gün biri bu satırları bulursa, bilsin; burada birisi vardı, hem ağlayan hem gülen, hem seven hem lanetleyen... Een çok da kendine kızan.
Ve işte, bu satır burada kesiliyor.
Noktayla değil, boşlukla... Boşluk, benden daha çok bağırıyor.
— Adı hâlâ eksik ama yazmaya devam eden bir hiç.
Kaya SuKayıt Tarihi : 6.9.2025 17:51:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bilinmeyen bir kişi için rüzgâra emanet edilmiş, geçmişin yükünü taşıyan sayfalar...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!