Merhaba bu yazıyı okuyan kişi,
ya da hangi zamandaysan ona göre, hangi yönden esiyorsan öyle:
Belki kuzeydesin, belki de öğle güneşinin kavurucu sıcağında...
Ben buradayım; rüzgârla didişen bir sayfa, zamanı kırık bir saatin yanına emanet etmiş bir avuç cümle.
Biliyor musun, bazen yazmak dediğin şey, aslında bir anlaşma gibi. Ne yazan tam anlatır, ne okuyan tam anlar. Arada kalan boşluk, belki de mektubun en gerçek yeridir. Ben de sana işte o boşluğu bırakıyorum.
Rüzgâr, yine hayırsızlığını yapıp bu satırları sürükleyecek. Ama aynı zamanda bilge tarafıyla, belki de seni bana getirecek. Gelir misin peki?
Rüzgâr her zaman dağıtmaz; bazen unuttuğun bir kokuyu, eskimiş bir sesi, yıllar önce kırılmış bir bakışı da taşır. O yüzden ben de ona inat yazıyorum.
Hatırlamadığım, belki de umursamadığım bir vakitte saatim durmuştu. Yelkovan, kendini yorgun bir asker gibi kenara bırakmış. Ama ben yine de bakıyorum ona. Çünkü insan, zamanı olmasa bile zamanı hatırlatacak bir şeye bakmak istiyor. Belki sen de bana öylesin; ne tam buradasın, ne de tamamen yoksun. Sadece varlığını hatırlatıyorsun işte, durduk yerde, kırık bir saat gibi.
Şimdi sana itiraf edeyim; ben, beklemeyi öğrendim. Ne geldiğini bilerek, ne de geleceğini bilmeden. Sadece beklemeyi...
Bir gün dönmeyen bir kuş gibi... Bir gün göçmek için yola çıkamayan bir kedi gibi... Bir gün kalemi tükenmiş ama hâlâ yazmaya devam eden bir el gibi…
Sen hiç böyle bekledin mi? Ne olacağını bilmeden, hatta neyi beklediğini bile unutarak. Sadece beklemenin kendisine tutunarak. Benim için zaman işte öyle; bir suç ortağı, bir alaycı sevgili, bazen de suskun bir cellat. Ama affettim ben onu. Çünkü ne olursa olsun, seni getirdi bana. Bak, adını bilmiyorum, yüzünü de görmüyorum. Hangi çağda, hangi ülkede, hangi gökyüzünde nefes aldığını da ama seni hissediyorum. İnsan, hissettiği birine yer açar içinden. İşte o yüzden, saat durmuş olsa bile kalbim hâlâ çalışıyor.
Burası biraz soğuk, çekirdekler nemli, kedi hâlâ aç ama yemeğini yemiyor. Rüzgâr, yine sırf gürültü olsun diye cama vuruyor. Gariptir ki ben hâlâ üşümüyorum. Zaten kelimeler, ateş gibi yanıyor içimde. Bu ateş, yalnızca yazıya sığınıyor.
Belki bu mektup sana hiç ulaşmayacak. Belki bir köşede solup gidecek ama yine de bırakıyorum sana.
Çünkü birinin bilmesi gerekiyor; ben buradaydım. Belki sen de bilmek isteyeceksin; biri seni düşündü.
Adımı yine söylemiyorum çünkü, isimler çok çabuk eskir ama hisler, bazen zamandan bile uzun yaşar. İstersen bana “rüzgârın kaybettiği saat” de, istersen sadece “bir an” de. Ne dersen de, ben buradayım.
Şimdi kalemim tükeniyor, tıpkı yelkovan gibi yoruluyor. Ama kelimeler hâlâ akıyor. Belli ki bu mektup, eksik kalacak ama belki de eksiklik, onun en tamam hâlidir. O yüzden nokta değil, sadece bir boşluk bırakıyorum; bazen, anlatılmayan şeyler de duyulmayı hak eder.
— Adı hâlâ eksik biri
Kaya SuKayıt Tarihi : 6.9.2025 17:30:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bilinmeyen bir kişi için rüzgâra emanet edilmiş, geçmişin yükünü taşıyan sayfalar...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!