Sana güzel şeyler yazmak istedim. Ama olmadı.
Saçlarının rengi diyebilirdim. Gözlerindeki mahçubiyet diyebilirdim. Teninin kokusu diyebilirdim. Tüm sözcükleri döndürür de sana seni sabaha kadar anlatabilirdim. Sana anlatacağım aşk kırıntılarının seni mutlu edeceğini düşünür, gözlerinin parlamasıyla içten içe mutlu olabilirdim. Yaşadığın, yaşadığımız acıları yok sayar, sadece ikimiz olan bir gelecek çizip, salt mutluluğa kendimi inandırabilirdim. Bunların hepsini yapar da bir gram mutsuzluk düşünmeyebilirdim. Mesud olmak ile memnun olmak arasında git-geller ile önceden tahayyül ettiğim o cam fanusun içine girip bizden başka kimseyi almayabilirdim. Ama olmadı...
Bir yangın var derler, kocaman. Herkes bir şekilde bu yangının bir yerindedir. Kimi izler de yananların kurtarılmasını bekler. Kimi dalar yangının içerisine kim var kim yok kurtarmaya çalışır. Kimi yanmamak için, içeride saklar kendini yangından. Kimi sadece yangının yanından geçip gider şöyle göz ucuyla bir bakarak. Kimi ise yanar cayır cayır tam yangın yerinin ortasında. Kimileri vardır der ki, bu acı bitsin artık, birisi gelip beni kurtarsın. Kimi de der ki, bu yangın beni ben yapar, bırakın yanayım da kendimi bulayım. Herkes herkese yangını anlatır; alevlerin büyüklüğünü, itfaiyenin geç kalışını, ağlayan kadınların çığlıklarını, yanmış bedenlerin kokusunu... Yangına yaklaşan yanar, bir kere yandıktan sonra da istediği kadar uzaklaşmaya çalışsın, yanmaya devam eder.
Olsun dediğimiz şeylerin olduğu gelecekten yazıyorum.
Havanın soğukluğundan dolayı sımsıcak güneşin serinlettiği bir günü seçtim gitmek için. Ufuk her zamanki gibi flu bir çizgi. Hiç gitmediğim yerlere gideceğimi biliyordum, sadece yolun bu kadar uzun olduğunu bilmiyordum. Neyse ki mevsimler zaten benim olmuştu. Olsun dedim ben de.
Istanbul soğuk. Yağışlı. Gürültülü. Boğucu. Ağır mektubu yolcu koltuğuna koydum. Ne de olsa artık o dolduracak bu koltuğu. Son yokuş gibi tanıdım İstanbul'u hep. Bitince düzlüğe çıkaracak gibi hayalleri. Yokuştur ya hayaller hep, geldiği güne kadar düzlüğü göremezsin. Ufkun flu çizgisi asker ruhumu uygun adım yürütürken, gözyaşlarımı silmedim. Terk etmeyi bekledim o şehri. O derin kabusu.
Bir akşamüstü. Sığamıyorum eve. Dışarı çıkmam gerekiyor. Duvarlarla edilen sohbetin sonunda onlar da kovdu beni. Soğuk havayı ciğerlerime çekmeden kendime gelmeyeceğimi söylediler. Genelde kimse yapmaz, ama onlar hep doğruyu söylüyor. Ben de çıktım.
Önüme düşen ufak bir taş gördüm. Yazık, o da düşmüş. Kim bilir hangi zalim rüzgar attı önüme. Kaç yıldır kim bilir neler görmüş geçirmiştir. Biz de derdimizi dert sanıyoruz. Taşın derdini sorup da çatlatan başka bir mel'undan bahsetmeye başladı. O'na söylemiş, durmamış. Anlat ne oldu diyorum, anlatıyor.
Uyanmış bir gün. Soğuk bakışlardan anlamamış, soğuk yataktan anlamamış, İstanbul'un o sisli ve pis havasından anlamamış. Kedisi anlatmış, yine anlamamış. Tüm dünya bağırmış O'na. "Uyan!" demiş. Uykuda olduğunu bile bilmiyormuş ki... Gönlünden damlayan kan, göğsüne oturan başka bir taş, sabrettiği sabahları, uyumadığı akşamları, emin olduğu ne varsa hepsi kör etmiş O'nu. Zaten kime yetmiş ki sevgi bugüne kadar. "İnsanoğlu aç gözlüdür. Her şeye sahip olmak ister ama vermeyi bilmez. Elini göstermelik uzatır, sıktıktan sonra tanımaya çalışır karşısındakini. Verdiği elin hesabını sormak için." demiş. Verdiği elin hesabını soranları biliyor sanırmış da, unuturmuş. Unuttuğun şeyi bilemezsin. Hatırlatırlar.
Çok yorulmuşum. Nerelere gitmedim, nereleri görmedim ki. Hiç birisine ev diyemedim. Yuva olamadı. Ben de o yüzden durmadım. Estim, estim, estim... Ama kısa bir dinlenmeyi hak edeli çok olmuştu. Ve penceresi açık ama perdesi kapalı bir ev aradım. Çünkü engel aşmadan ulaşılan konfor, en nazik haliyle sûnidir.
Önce esmeyi anlatayım. Özgürlük deyince kafanda ne canlanıyorsa odur. İstediğin zamanda, istediğin yerde, istediğin kişiyle, istediğin şeyi yapmak gibi. Hayal gibidir esmek. Rüya gibidir. Bazen felekten bir gece, bazen bir şarkı, bazen sadece gün batımını izlemektir. Sessizce. Kafandaki sesleri susturarak. Mesela siz duyuyorsunuz ya sesimi. Eserken ben duymuyorum. Tüm algılardan öte, tüm algıların içinde olmaktır esmek. Uçmaktır. Ansızın verilen bir karar gibidir. Heyecanlı. Coşkulu. Huzurlu. Belki de evim esmektir.
Sevmek. Zor. Meşakkatli. Yorucu. Kimi sevsem onda duramadım çünkü. Hayalde kaybolmak ne demektir en iyi ben bilirim. Çünkü benim her zaman esmeye devam etmem gerekiyordu. Anlayış bekledim. Sabrı unuttum. Denizi anlattım. Karayı kıskandırdım. Hayal dedim. Gerçeği duydum. Ve gerçekler bir esinti çıkarmak için en iyi nedenlerdir. Kaybolmak ve yeniden bulmak için bir esinti.
Sabır. Ama sadece boğazında düğümlenenler için... Yol gibi değil o günler, gidince bitmiyor. Gidiyorsun, gidiyorsun, bir bakmışsın daha başına yeni varmışsın.
Hoşgeldin. Yeniden. Özlemiştik seni buralarda. Kaç paket içildi, kaç şişe devrildi saymadım beklerken. Bakkal amca dükkanı kapattı. Çocuklar artık sokakta oynamıyor. Okul yaptılar buraya, hep oradalar. Mevsimler değişti, hava soğudu, kimse çizgi roman okumuyor bu aralar. Herkes yere bakıyor yürürken. Ağaçlar çiçek açmıyor, çünkü kestiler. Komşular gitti, yenileri geldi. Kaçan bir tren miydi güzel yıllar, yoksa zaten böyle bir dünyaya mı doğmuştum, hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey, yıllardır sabrediyorum.
Artık son dönemece gelmişti. Tüm şişeler bitmiş, tüm şarkılar dinlenmişti. Bir uçurumu, bir de paraşütü kalmıştı elinde. Bugüne kadar hep atlamadan önce açmıştı paraşütünü. Bir Allahın kulu da önce atla, zamanı gelince aç dememişti. Biliyorlardı çünkü, o önce paraşütünü açardı. Hep öyle yapmıştı.
Atlamadan önce kapattığı gözlerini havada açmaya cesaret edebildi sonunda. Gri bulutlar, renksiz kuşlar, gürültülü uçaklar vardı havada. Hepsi ahenkle düştüğünü anlatıyorlardı ona. Onun gözüne ise iki şey takılmıştı. Ağaçlar ve deniz. Ağaçlar devasaydı, güçlü gözüküyorlardı. Deniz her zamanki gibi düşman gözüküyor ama bağrını açıyordu. Ortalarına doğru süzülürken, paraşütünü yırtmaya niyetli akbabalara karşı koyamadan düşmeye başladı.
Hızlanırken "Bitti" diye düşündü. Günahıyla ve sevabıyla barışmaya çalıştı. Zaman kalmamıştı. Sevabıyla küstü, günahına yüz çevirdi. Ağaçların üzerine düşerken tahmin ettiği gibi yıllardır peşinden ayrılmayan paraşütü onu yavaşlattı. Sevinçten günahıyla barıştı, sevabına sarıldı. Yaralarını sarmak için denize koştu. Daha önce de tenine tuz değdiğinde yandıkça iyileşmişti. Yanmaya başladı. İyileşmeye başladı. Tam da o sırada gördü Deniz Kızı'nı.
Yalnızlık büyük bir göl gibi zihnimde. Ağaçların arasından geçip o muhteşem vadiye varıyorsun. Yeşil vadi. Yalnızlığın huzurlu rengi. Göl çarşaf gibi. Dokununca sana cevap verecek sanki. Bu nedenle can atıyorum yalnız kalmak için.
Vadide ilerlemeden önce o buz gibi çınar suyundan içiyorum. Yıllardır orada o da yalnız. Geleni geçeni selamlıyor. Önce ciğerlerimi, sonra ruhumu serinletiyor. Ayakuçlarıma kadar baştan uyanıyorum. Sonra yürümeye başlıyorum. Vadide göle yaklaştıkça ciğerlerim yenileniyor sanki. Mutluluktan şaşırıyorum. Bu kadar çabuk sevmeme de şaşırıyorum, bu kadar yeşil bir vadiye de. Sararan yapraklar yeşeriyor, ısınan kuşlar şarkılarını söylemeye başlıyor gölün kenarında.
Çok çektim sanıyordum yalnızlıktan. Kurtuldum sanıyordum. Deve kuşu taklidi yapmışım meğerse. O hep yani başımda bekliyormuş beni yalan söylesem de. Günler geceler geçermiş de, kurtuldum sandığı her acının ne kadar değerli olduğunu unuturmuş insan. Önce kinini, sonra hevesini, sonra düşlerini en son da kefenini bırakırmış. Taa ki yalnızlık vadisine varana kadar. Cennet vadisi. Kapısında bir beyaz kaplan. Hem korkutucu, hem davetkâr. Çeviriyor izinsiz gelenleri. Gün yüzüne çıkarıyor, rafa kaldırdığı kırmızı kaplı defteri. Gölün derin suyuna serpiyor paylaşamadığı yerde kalan ölü derisini. Kovalıyor, kovalıyor ama bir türlü bulamıyor habersiz geçen o günleri.
Bir hayal düşledim. O ihanet yoktu. Baştan aşağı bambaşka bir dünyaydı. O kadar pürüzsüzdü ki, çok zorladı düşlemesi. Bir kız çocuğu, bir Pera, bir ev güneş giren, bir de hayaleti... Hayaleti diyorum çünkü hayallerimde bile öldürdüm onu. En güzel yarınlarda yüzü yok artık.
Bir ülke var mesela, yemyeşil bazen, bazen masmavi. Mavi derinlerde bir hareketlilik görünüyor, ama ışığı göremiyorum. Hareketlilik dalgaları, gönlüm de bir hayali çiziyor o resme. 3. boyuta geçemiyorum. 2 boyutlu tüm hayallerim. Duvarda asılı duruyor. Hangi duvar diye sormayın, yıkılmayan bir tane duvar kaldı, ona da sırtımı yaslamaya kıyamıyorum.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!