Rasyonel menekşe Şiiri - Efruze Efruze

Efruze Efruze
19

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Rasyonel menekşe

üç kırk beş...

rasyonel menekşem!..
saat üç kırk beş.
güneşi çekiyor saçlarından bir sıcak uyanma
ben omurlarımdaki sızılı bütün metal parçalarımla, sana çekiliyorum.
tuhaf bir mıknatıs, uykusuzluk ve
koca bir çekim gücü yasasıyla.

şu newton öğretilerini bi kulak arkası edebilsem...

bir beyaz bulutun koynunda düşmeden yürüyebilsem.
yüzyıllarca koşturmuş düşmüş kalkmış
bütün bu ademin bacaklarıyla
koşsam sana.
dizlerimdeki çürüyen bu imkansızlıkları
bir bir ve tek tek ezerek
koşsam..

her uykusuz üç kırk beş sapağında
yer çekimini ceplerimden bir bozukluk gibi dağıtsam çocuklara.
dondurma alsalar ve erise mesela
yokluğun olsa dondurma erise çarçabuk.
uçurtma açsak yüzümüzü mavi göğe,
buruşmasak.
hayallerimizden ve yüzlerimizden hiç utanmasak.
hep çocuk kalabilsek ya da hep aşık
mesela...

çetele tutarken tutuk gövdelerimiz korkak bir konuklukda,
aynalardan çiçek açarak yirmi yaşımızı
çaksak suratlarımızın ortasına.
renk renk kahkahalarla çatlatsak aksini iddia edenleri,
hep aşık olabilsek ya
ya da aşk hep olabilse,
mesela.

mesela,
her bahar leylak koksa yüzümüz.
acı bir yerçekimi kokmasa
kokuşmasak buruşmasak....

"bürümcük eteğim!.."
ütülenecekler nasıl da bir bir birikiyor.
yer çekimi çiviliyor gövdeme bir büyük kir.
birikir arsızca yüzümün en olmaz duraklarında
acı bir kir.
yokluğun... birikir!..

oysa öpücük en güzel kokulu sabundu bildiğim,
bütün çirkinlikleri çitileyip paklayan, saklayan bir çarşaftı sarılmak da.
leylak kokulu yüzünle yıka yüzümü hadi,
gözlerimin musluğunu açtım.

"su köpüğüm!"
annem, sakız gibi beyaz kocaman çarşaflar asardı balkona.
annem bütün yer çekimini çarşafların arasına gizleyen mermer yüzlü beyaz bir kucaktı.
hiç buruşmadı bu yüzden,
babamın yasalarını ve yasaklarını bir bulutta yürüttüp gitti hep.
annem bütün bulutları yürütüp gitti.
sırıtık bir güneşi tepeme koyup, gitti.
cebinden savurup dağıttı yaşamayı ve yaşlanmayı.
çocuklara köpeklere uzaklara...
babamdan çok uzaklara...
gizli kurabiyeler götürdü annem.
sihirli sırlı şiirli kurabiyeler.
yirmi yedi kasım sabahı
kasımpatlarının bütün kokularına kokusunu bağlayıp,
bütün sabahları da çöpçülerin çalı süpürgelerinden çalıp,
saçlarıma sessizce seni takıp, gitti.
babamdan ve bütün fizik kanunlarından bir tanrı yalanına kaçtı annem.
annem, babamı tanrıyla aldattı..
eline tutuşturduğu iki rüşvet elmayı ve elmalı kurabiyeleri de bana bıraktı.
tezgahımın dört bir yanı pudra şekeri
annem mi tanrı mı serpti bilemiyorum.

"pudra şekerim!.."
beyaz bir gülücük gibi bırakılmışsın dudak kenarlarıma, dilimin ucuna...
saat üç kırk beş, karanlık henüz her yer,
annem mi tanrı mı bıraktı seni,
göremiyorum.

annem...
beyaz kadın.
beyaz çarşafların, beyaz tülbentlerin, beyaz bulutların annesi.
parmaklarıma kırık şiirler takılacağını bilmeden
adını bir cenaze namazına oturtmuş,
bir musalla taşının soğukuğuna bağlamış gövdesini,
parmaklarımı bunca dondurup, dolduracağını bilmeden,
güzün son yüzüyle gülüp gitmiş.
takılmaktan ve düşmekten korktuğum pudra şekerli fizik yasalarının yasak yamaçlarına, kurabiye kokulu bir anne hayali bırakıp, gitmiş.

saat üç kırk beş!..
küskün bir üç kırk beş!..
dur ma çarşaflarını ger bayım,
hadi sarıl bana!
barış ilan edelim
inatlarımızı silelim ellerimizden
sürelim keçilerin suratlarına bütün suçu..
hadi!
çiğnenmiş bir sakız gibi
bu yapışkan inatlarımızı dökelim ceplerimizden.
yüzlerimiz fena halde buruşuyor
ve erikten değil bu kez.
hadi!
en güzel sabunlarını göster bana
kar beyaz bir sabahı asalım
gözlerimize.
saat üç kırk beş
acele et ne kaldı ki sabaha?
öpüşüp temizlenelim
newton, titresin icat ettiği o öldürücü silahla yerin yedi kat altında.
bütün yasalarına basalım en kallavi küfürleri,
kızan olursa
sen sarhoştum dersin ben zaten şapşalım.

saat üç kırk beş!
hey!
uyudun mu?
bayım!..
"dudaklarımı saran gece uçuğum!.."
uykusuzum.
iki elma yedim.
saçma sapan kitaplar okudum.
beynin gizli odacıklarında filan dolandım
ıncognito...
süpersonik bir uykusuzluğun içine düştüm.
horultulu koridorlarda herkesin uykusuna bir battaniye örttüm.
kimsenin rüyasının omuzları tutulmasın...
horultulu koridorlarlar rüya açtı aniden,
fakat hiç biri mor kokmuyor
leylak değil hiç biri
bu açanlar sen değilsin biliyorum.
sen nasıl açacaksın zaten
ben seni hiç uyumadım ki!..

senin rüyalarının omuzlarını örten biri var mı?..

varsa ve elleri ben olsam!

ya da üç kırk beşte
iki elma yanlızlığını dişleyeceğin
ve çirkin kitaplardan geçip kulaklarına tehlikeli şiirler okuyacağın,
tehlikeli sularda çicekli bir uykusuzluğu tutacağın,
biri var mı?..

varsa ve elleri ben olsam!

"saçaklı şiir öpücüğüm!.."
tuhaf adlar takıyorum sana...
adını keskin dişlerim ısıramıyor.
dilimi ısırıp duruyorum durmadan
ve tuhaf adlar koyuyorum koynuna.
"dökük kolumdun" iki gün önce
bu gece ise "kesik iliak kemiğim"
salondaki ısparta halısının sol köşesindeki alakasız renk de oldu adın.
"tabamsı kırmızım"
şu camdan narlar var ya hani
kalbim gibi kırılmaya müsait
dışı bir içi bin bir çeşit,
hah işte, onun kırmızısı da oldun geçen gün.
kırılıp elimi kesen
kızıllarımızın karıştığı keskin bir kırmızı.
sanırım adından başka çok şeye dönüşüyor dilimde adın.
ferah bi sabaha
yüzümü güldüren demli bir çaya
yahut sıcacık bir şiire...

saat üç kırk beş!..

"siyah şelalem!.."
gözlerime hiç uğramıyor uyku.
uyku!
alsana beni koynuna!..

papatya çayı iyi gelirmiş
silermiş beyaz kirpikleriyle kara geceye toslayan kara yalnızları.
sarı saçlarına bağlar
sarı sarı ninnilerle uyuturmuş ağlayanları.
yalan!..
papatyalar epeydir küskün herkese.
seviyor sevmiyor merakının inciten sorularında
kopup kırılıp küstü tüm kirpiklerinden.
kimsenin uykusuzluğunu süpürmüyor ve fallarına bakmıyor artık papatyalar.

iki fincan papatya çayı içtim
biri senin yerine, biri kendimin.
kadeh değil fincan tokuşturdum bu gece çıkmayan falların şerefine.
gözlerime gözlerinden başka vefalı dost,
kirpiklerime kirpiklerinden başka uğrayan tek konuk yok.
üç kırk beş,
uyku!..
"uykum!.."
alsana beni koynuna!..

"obsesif yanım!.."
toz aldım
bütün alemin tozunu havını hatıralarını topladım ciğerlerime.
parmak uçlarımda tıkırtı yapmadan geçmişin koluna girip,
geçmiş senelerin evine, evvele gittik.
gittik,
resim çerçevelerine, albüm sayfalarına, sararmış fotoğrafların içine.
en içine.
dibine düştüm hatıraların,
ellerini uzat bana!
ki bu ne bir kuyu ne de ben yusuf.
bir peygamber değilim ben anlasana!
cılız kollarıma dolanma tanrım,
güvenme artık bunca bana.

"yangın merdivenim!.."
cehenneme düşmek üzereyim
koş yetiş bana.
angarya her işi yıktı anılar,
omuzlarım dökük
hadi güçlü kollarını yolla bana.
her yeri süpürtmeye kalktılar gece gece,
komşular dedim, uyanır dedim, ayıp dedim,
dinletemedim..

"elektrik sayacım!..."
hadi şalterlerini kapa
bitsin bu bellek temizleme işi.
ki gece gece illa temizlik yapacaksam
kendimden, korkularımdan, yokluğundan,
iyice çoğalan bu uykusuzluğumdan başlamalıyım,
de mi?

artık kimse için yorulacak kolumu kıpırdatacak gücüm yok,
valla bak, inan, valla!

"bay sarı kuzucuk!.."

böyle tuhaf isimler takıyorum sana kusura bakma.
en yüzümü güldürenini dün geceki uykusuzluğumun dibine gömdüm.
yeni bir şiir 'yüzün' den yeni bir çiçek açtığında sen de görürsün.
onu söylemiyorum bu yüzden,
yo ısrar etme!
utanabilirim.
kızarabilir yüzüm o biraz kalsın.

"teheccüt vaktim!.."
"iki rekâtım!.."

ki az kalsın tanrıyı celallendirecektim
namazımın ortasında.
gerçi galiba tanrı da haklı,
sarhoş dudağımı sürttükçe yerine,
o da sıkılmış olabilir bu sensizliği tutan şarap kokulu yanlızlığımdan.
bu durmadan adını saklayan kekeme ve korkak ağzımdan.
divânına her vakit aklımda senle oturmamdan,
ağrılı bu solumdan, soluğumdan, bu sahte kulluğumdan bıkmıştır.
ki ben bile kendimden bıktım valla.
valla!

"leylak dalım!.."
ah eylak dalım!..
en sevdiğim bu
sanırım sana en yakışanı.

leylak dalım!
mor rüyalarınla koridorlarına yağdığın biri var mı?..

varsa ve ben olsam!

yoksa eğer, bir anne şefkatiyle ellerim seni de sarabilir.
senin de rüyalarının omuzlarını sessizce öretebilir düşlerim.
pudra şekerleri ve tarçın gülücükleri serpebilirim
elmalı kurabiyeler kokan yanaklarına.
annemin bütün 'sakız gibi çarşaf' hilelerini serebilirim balkonuna.
bir barışı bir kavuşmayı olanca köpüklü açabilirim,
bir gazoz kıvamında sekiz yaşına.
ve biz
beyaz bir bulutun içinde pekâla yüzebiliriz.
yürüyebiliriz.
kara bir yer kabuğuna newton'u gömebiliriz.
tüm yasalarına ve tüm yasaklara kör bakabiliriz.
aynalarda çirkinsiz günahsız kalabiliriz.
yirmi yaşımızı yapıştırabiliriz suratlarımıza.
ve yirmi bin defa aşkla
yirmiden kırka tekrar tekrar koşabiliriz.
kırklanmış ve paklanmış vücutlarımıza yapışkan bir aşkı takabiliriz.

"yeşil yüzlü cennetim!.."

yüzünü özledim ve bakamıyorum sana.
hadi!..
beni azad et bu çirkin cezadan.
saat üç kırk beş,
hatta elli, elli beş...
elli beş bin kere huzursuzum
elli beş bin yıldır uykusuzum
hadi,
yüzünü sür göz uçlarıma.
sana bakmamı
sana uymamı
sende uyumamı sağla.
hadi dön bana!
döndüğüm her yerde sen varsın yüzün yok.
yüzsüzüm!..
üç kırk beş,
üç yüz kırk beş bin kere yüzsüzüm
yüzünsüzüm.
yûsuf'un akisi,
menekşem,
rasyonel yüzsüzlüğüm.
hadi,
yüzümü, yüzünü ver bana!..

Efruze Efruze
Kayıt Tarihi : 15.10.2025 04:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!