Sevgili Okurlar,
Kanser vakalarında gerek hastaya, gerekse de yakınlarına, uzmanlar dahil hemen hemen herkes "Moralini yüksek tut" diye tavsiyede bulunur, ama hiç kimse o moralin nasıl yüksek tutulacağını söyleyemez. Hasta genelde mutlu olma yöntemleri arayışı içerisine sokar. Yakınları ise "sen güçlüsün, yeneceksin, her şey güzel olacak" şeklinde klasikleşmiş, ancak kendilerinin bile zor inandığı söylemlerde bulunur. Oysa bakışlardaki endişeyi, acıma hissini gizlemek pek de kolay olmuyor. Her zaman son temennidir o "moralini yüksek tut" ifadesi. Lanet olası moral top değil ki basasın tekmeyi yükseklik kazansın, ya da makarayla yukarı çekip ipi sağlam bir kayaya bağlayasın, öylece kalıversin. Tavsiye edilmekle olmuyor, ancak yaşanılarak bulunuyor o morali yüksek tutma yöntemi.
Şimdi bir hasta yakını olarak yaşadıklarımdan öğrendiklerimi ve benimseyerek uygulayıp olumlu sonuçlar aldığım yöntemleri paylaşacağım sizlerle.
KİŞİLER
ABİDİN DİNGO – Mutluluk Müdürü
MESUT – Mutluluk Müdür Yardımcısı
MUTLU – Mutluluk Müdür Yardımcısı
BAHTİYAR – Mutluluk Müdür Yardımcısı
Düşlerimi terk ediyorum
Yüreğimin çekmecesini boşaltıp
Resimleri duvara çeviriyorum
Ve kum bulaşan teninin üzerini örtüp
Sensizliğe gidiyorum
Kırkımdan sonra..
Subar Dağı Efsanesi
Oyun 2 Perde
Kişiler
Aksakal (60 yaşlarında)
Muhtar Balabey (50 yaşlarında)
Yayın Yasağı
Kem olay olunca güzel ülkemde
Anında geliyor Yayın yasağı
İhanet yer almaz benim ilkemde
Neden getirilmez Hain yasağı
Onbeş Temmuz
O gece hainler uydu iblise
Namlu halka döndü bomba meclise
Büyük iş düşmüştü Ömer Halis'e
Bir tarih yazıldı Onbeş Temmuzda
Madenci
Soma dedikleri uzun vardiya
Emniyet tedbiri hep yalan riya
Niye bizde kader, sorduk tanrıya
Dehlizde kol kola yattı madenci
Prensest
Ağustos ayının sıcak, bunaltıcı gecelerinden biriydi. Uyuyordu Zühre. Üzerindeki pikenin yarısı yere sarkmıştı. Geceliği dizinden yukarı kıvrılmıştı. Bir el geziniyordu bacaklarında. İrkilerek açtı gözlerini. “Dayı, ne yapıyorsun sen” dedi şaşkınlıkla kızgınlık arası ses tonuyla. “Susssss” dedi eliyle ağzını kapattı dayısı Zühre’nin.
Onbeşindeydi Zühre. Erken serpilmişti. Zühre yıldızının ışıltısı vardı, kıydığı ceylanlardan aldığı gözlerinde. Güzel demek yeterli bir ifade değildi Zühre için. Çok güzeldi.
Sazanova
İstanbul’u hep merak ediyordum. O zamanlar şehri terk eden herkes İstanbul’a gitmiş sayılıyordu. Başka şehirlerin adı bile pek telaffuz edilmezdi. Memleketimizin dışındaki her yer İstanbul idi. Üniversite sınavları için İstanbul’u tercih etmiştim. Bir ay önce İstanbul’da bulunan bir akrabamıza mektupla haber vermiştim. O da bana nerede inip, nereye bineceğimi mektupta güzelce izah etmişti.
Hareket günü gelip çatmıştı. Anam en sevdiği tavuğu kesip yolluk yapmıştı bana. Muska şeklinde bir torba dikmiş, iki ucuna da lastik bağladıkları torbayı boynuma geçirmişlerdi. İçinde para vardı, Üç bin lira. Babam kendi parmağına taktığı yüzüğü de parmağıma takmıştı. Çıkmasın diye de bant dolamıştı yüzüğe. Nedir bunlar diye tepki gösterdiğimde, '”Oğlum İstanbul buralara benzemez, adamın donunu alırlar üstünden de haberi olmaz.“ demiş ve babasının İstanbul’da başına gelenleri anlatmıştı. Dedem ameliyat olmak için sarı öküzün parasını cebine koyup İstanbul’a gitmiş, hastaneye yatmadan önce bir namaz kılayım deyip camiye girmiş, abdest aldığında cebindeki yükü sarı öküzün parası olan ceketi alıp gitmişler. Dedem ameliyat olamadan dönmüş. O yüzden öldü diyorlardı. İşte bu yüzden paramı muska gibi koltuk altında saklayacakmışım. Eğer çalınır veya kaybolursa yol parası yapmam için de yüzüğü satacakmışım.
Günahşk
Bir masala hazırlamıştı kendini kadın, perisi olacağı bir masal. Islaktı saçları. Kokular sürmüştü. İnce geceliği ile kocasını bekliyordu. Vakit epeyce geçmişti. Uyuyakalmıştı televizyon karşısında. Kapı zili ile uyandı. Koluna girip yatağa gitmesine yardımcı oldu kocasının. “Lanet olası, yine başkasından geliyor” dedi. Başlamadan biten masalın sabahında sordu kadın “Nerdeydin? ” Kaçlarını alnının ortasında fiyonk yaparak “Hesap mı vereceğim sana? Diye çıkıştı kocası. “Hesap sormuyorum, merak ediyorum, ya başına bir şey geldiyse” diye cevap verdi titrek ses tonuyla. Oralı bile olmadı adam. “Beni ihmal ediyorsun, özlüyorum seni, hep geç geliyorsun, aylardır tek kelime konuşamadık” diye sitem etti kadın. “Aç mısın, açıkta mısın, senin derdin nedir kadın, tepemi attırma sabah sabah” diyerek kapıyı çarpıp çıktı adam. Kocasının söylediklerini düşündü kadın. Evet, açıkta değilim, ama açım, ruhum aç” diye mırıldandı kendi kendine.
Can sıkıntısı giderek artıyordu kadının. Bilgisayarla tanıştı. İlk zamanlar fasulyeyi bilgisayar başında ayıklıyordu, sonra bilgisayar mutfak tezgâhında yer bulmuştu kendine. Artık kocasını beklemiyordu geceleri. Çünkü kendisi de umursanmıyordu. Kocası onun için karşısında hareket ettiğinde yanan fotoselli lamba gibiydi. Ama kadın durgunlaşmıştı.
Sn Rahim Taş şiirleri itina ile düşüncelerini kişilere kırmadan incitmeden tüm açıklıgıyla yazabilen degerli şairlerimizden şiirlerinden haz aldıgım antolojide olmazsa olmazlardan degerli bir dost şiirinden bir dörtlük sizlere..
Sözcüklerle cümlelerle tanıdım
Satır arasında özünü gördüm ...
Sayın Rahmı Taş Düşündüren uslubu şiire kattığı akıcılık zevkle okuduğum dost yürekli kişi yolun açık olsun saygılarımla
melek ayaz
Duygulardaki gizi, dizelerinde, kelimeleri ustaca dizerek deşifre edebilen bir Şair. Tebriklerimi sunuyorum.
Gülsüm Tanrıverdi