Öyle özledim ki
uzunca gözlerime dalıp bakmanı.
Bir şeyler konuşalım...
Yaralarını anlat mesela,
sokak kavgalarını,
ağaçtan düştüğünde Ayşe’nin seni görüp
yanağının nasıl kızardığını.
Belki içerim de bak,
kaç yıl sonra, susamışcasına…
Ama annemler duymasın.
Sen şimdi “rakı, şarap mı?” sandın.
Hayır be sevgili...
Ben sana içmeden sarhoşum.
Gözlerini bir yudum görsem,
dilime dolanır gecenin bütün serabı.
Sen sanıyorsun ki sarhoşluk kadehte…
Oysa ben yokluğunu içiyorum her gece.
Bardağa değil,
söyleyemediklerimize vuruyorum.
Çay demleyelim susuzluğumuza.
Çünkü bazı sarhoşluklar dudakta değil, kalpte başlar.
Ve en ağır baş dönmesi
hasretten olur.
Sarılır mısın özlemlerin hücresine?
Şımarır mı ruhum?
Hangi ruh şımarmaz ki sevince?
İşte ilüzyon belki bu.
Bilmezsin tabi...
Kokunu getiren rüzgarın
bana nasıl çarptığını,
bedenimi kurutan sensizlikle
nasıl savaştığını.
Bir çay koy be Çocuk,
gecenin karanlığına, günün ışıklarına...
Kavuşma vaktidir bu dem.
Gece uzun...
Sözler çok...
Öyle özledim ki seni duymayı.
Öyle işte.
Öyle...
Öyle işte...
Kayıt Tarihi : 14.5.2025 15:48:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şiir değil bu, bir akşam üstü sessizce bekleyen sandalye, dumanı tüten iki bardak ve hâlâ gelmeyen bir ses.
kuytusunda bir akşam üstünün
bir akşam üstünün...
teşekkür ederim, selam ve sevgilerimle
Uzakdoğu kültürlerinin o ince, sadık ve zarif ritüellerini hep ilgi çekici. Bahsettiğin gelenek çok etkileyici, araştıracağım mutlaka...
Şiiri yazarken aklıma gelmemişti ama şimdi sen yazınca hatırladım...
Bizim oralarda da, vefat eden birinin ilk gecesin de, herhangi bir yere bir bardak su konurdu. Su azalmışsa, “gelip içmiş” denirdi.
Özlem bazen bir buğuda, bazen bir yudumda yaşar ya kendini...
Sevgilerimle,
TÜM YORUMLAR (7)