Kumpara
Askerliğini bitirmiş, bir gün süren otobüs yolculuğunun ardından memleketine varmıştı Cemil. Sessiz bir hüzün karşılamıştı bu kez onu. Oysa aileden birileri hep bekliyor olurdu dönüşlerinde. Kızgınlığını, kırgınlığını doldurduğu çantasını omzuna vurup mahallenin yolunu tuttu. Yol boyunca ayaklarına önce merak sonra endişe dolanıp duruyordu. Tanıdıklarıyla selamlaşıyor, tanıyamadıklarından aldığı selamları da tanıyormuş gibi yaparak tebessümle karşılıyordu. “Hoş geldin” söylemlerine yüklenmiş acıma hissi yüreğini burkuyordu. Askerdeyken önce abisini, kısa süre sonra da sevdiği kızı kaybetmişti. Yüzüne üzüntüyle bakmalarını yaşadığı ve hala atlatamadığı bu acılara bağlamıştı.
Eve yaklaştığında komşularından birinin annesine haber vermek üzere çığlık atarak koşturduğunu fark etti. Buna rağmen evde hiçbir hareket yoktu. Telaşlı adımlarını daha da hızlandırarak eve vardı. Dış kapı açıktı, ama önce pencerenin aralık duran perdesinden içeriyi gözetleyerek olup biteni anlamaya çalıştı bir süre. Annesi yatıyordu. Babası sandalyeye oturmuş başı öne eğik sigara içiyordu. Gözü odadaki varile takıldı bir an. İçinde küçük kardeşi Mustafa vardı. Şaşırdı önce, ancak kardeşinin muzırlıklarından biri olduğunu, serinlemek için varile su doldurup içine girdiğini düşündü.
“Ana, ben geldim” diye seslendi. Yanıt gelmesini beklemeden içeri daldı. Odaya naftalin kokusunu andıran ağır bir koku sinmişti. Babası yerinden kalkıp sarıldı özlemle. “ Hoş geldin oğlum, evimin direği” diye ağlıyordu. Hem de iç çeke çeke Annesi de zorlukla doğruldu yattığı yerden. Onun ihtiyar yanaklarında çığır açmış gözyaşlarının lekelerini sezmişti. “Ana, canım ana” diyerek sarıldı boynuna. Annesinin gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüverdi. Oysa hiç göstermezdi ağladığını. Sevinç gözyaşlarıdır diye düşünüp kendisini onun kollarına, dudaklarına teslim etti. “Hoş geldin yavrum.” diyordu. “Hoş geldin! .”
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta