Ve bil ki çok sevdim seni kisa bir zamanda; bu lanet olasi mesafelere inat…
Biliyor musun yine bu kentin sokaklari ıslak. Bulutlar ağlıyor bense onlara eşlik ediyorum.
Ağladığımı kimseler fark etmiyor. Sırılsıklamım ve en çocuk halimle üşüyorum…
Uzattığın ellerinde
terli avucunda ölecek bir yer bulamıyorum.
Biliyorum anlamaz ve sıkılmış gözlerle bana baktığını.
Umursamıyorum.
Biliyorum içindeki çıkmaz sokaklara bir soluk kapılar açamadığımı.
Ya istiklal ya ölüm dedik bir kere. Şüphesiz ki; savaşada hazırız, harbe de... Sizin vurduğunuz her darbede: "Nefs-i Müdafadayız ümmeti muhammed aşkına!
Hayatta her şey nasip. Ne derlerse desinler, ne şekilde görürlerse görsünler; Sen doğru bildiğini yapmaktan geri kalma evlat, sen yolundan şaşma. Ahir de doğrunun hesabı maliktir, ama malik şanını şereften alır. Senin şanın da mukaddes şerefin olsun evlat.
Sen kal...
Onların gittiğini zannetsin...
Sessizliğin; ilahi haykırışın olsun...
Göle düşen taş olurda; Göğe pusan yaş olmaz mı?
Can dediğin el olurda; Gözyaşın sel olmaz mı?
Ateş yanarken korunda yüreğin, yetip de iflah olmaz mı?
Kaderimde var olan kısmet olmaz mı?
Sebepsizdi gidişin. Gülüşün nedensiz...
Mızrak tutturdun genç kuşaklara avuçlarında.
Ne inat oldun ne nihayete erdirdin.
Yokuş başında yel,
Tarla başında sel aldırdın!
Hem var ettin herşeyi, hem yok olmayı denedin.
Ben kendimi hiç önemsemedim!
Etkili bir unsur ve idealist bir varlık olarak ta görmedim. Tevazudan biraz uzakta kurdum hayallerimle beraber inşa ettiğim söz uçlarımı. İleriye doğru giderken, geriye doğru ilerleyemeyeceğimi anlattım cümlelerimin sıyrık satırlarına.
Başucuma doğru biraz daha çektim yalnızlığın uykularını. Yer yer nem ve sıcaklık hissettim aklımın basamaklarında adımlarımı sayarken.
Susmak zorunda olduğum için değil ; konuşmak zorunda olduğum için koparttım sesimin tanelerini dalından.
Ne diyecek bir sözün kalır geriye; ne de gidecek yerin. İflah olmaz bir öykü büyür içinde kasımpatılar açarken. Ne ilkbaharı benimseyebilirsin ne de sonbaharı. Hayal edebildiğin kadar özgür, özgür olabildiğin kadar da hayalperestsin işte...
Kılı kırk yaran cinnetin öfkesinde, şeytana biledim nefretimi sen yokken.
Helal de sen; haram da sen.
Zihnimde harp eden minnet, el açıp dilendiğim zalim de sen...
Lâ-mekan bir dile kelam ne gerek; vuslatın aciziyet olduğunu sızan gözde görmek değil mi hasret... Kuruyan dalın, biriken öfkenin yüzünde ki tedirgin çocuk sen değil misin? Mir’at-ı zât değil mi seni boyundan büyük gösteren...
Zâhiri sen misin?
Zâhirin mi senin, gaflet?
Sen Fürûzân gibi bakabilmeyi öğret! Ben Câvidan gibi kalabilmeyi öğreteyim sana.
Allah bildiği gibi yapsın derler ya hani! Allah öyle bildiği için değil mi bu hali! Ya sükunete sığın ya da dilsiz cümlelere anlat derdini! Zümrüdü Anka olan gök değil misin?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!