kendini beklemenin hayal suyu bitmezmiş.. bir uzun ömre öğütlemişler bunu.. yaşını bükmüş, sesini sabra denemiş.. neresinden baksa gövdesine, içi mekik, dışı ıssız, çocuksuz bir park eskisiymiş.. artık neye baksa, rüya ilminden emekli gözleri genç kalpli bir düşü imlermiş..
kendini bekleyen ömre uykusuzluk, dönülmeyen bir yaban bahçeymiş.. yüzünü bir zehir zamanla yıkarmış.. odalardan odalara döşeli mayınlarla ölmek sanatını öğrenmiş.. ölerek sağ kalmanın zifir rengini kapılara, bitenlere ve gidenlere söylermiş.. öyle ki gün olmuş, bu sözleri söylemenin ve süslemenin anısı tükenmiş.. kapı, kapanmaktan yapılmış gerekçeymiş; her açıldığında endişe uzun bacaklarıyla eşiklerden atlarmış.. meğer ömrü bir uğultuya uğurlamaya and içmişmiş..
sesini ölü bir gülden aldığı gölgesiyle birbirlerine dokunur gider, dolanır dönerlermiş bu evde.. iki lalgücenik akşamlar eskitmişler odaların diyarında.. günlerin en solgununda bir felaketi bildirmiş kanayan bir çarmıh olan yaşı ona.. “sen kör bir takvimi yalnızlığa uyduran yasak hayallerin suyunu kendi bahçene akıttın” demiş yaş, “artık sen git.. artık yerini başka bekleyenlere bırak.. hayal suyunun başı öte bir uzağın dizlerinde sevinecek..”
yaşının ihanetiyle yaralı ömrün, gitmeye adım bırakacak patikası yokmuş, niyeti ve korkusu da.. beklemenin ustası gölgesi ve beklenenin imgesi, inadı fısıldamışlar ona.. içine mırıldanmışlar gelecek olanı, kendi olanı, kendi yapacak olanı..
düşünen ama taşınmamaya karar veren ömür, anıdan ve düşten oyulmuş sabrına yüksek sesle söylemiş bunu.. hak edilmemiş sevinçlerle şımarmış haylaz yaşına ve endişeye mektup yazmaya koyulmuş; hatırda kalamayanmış çünkü satırda kalan..
“seni nice aşkın kuyusundan çekmiştim oysa, nice yasla ağırlaşıp durmuştum da, bir an bile içlenmedin çizgilerimin derinleşen çukuruna.. suluboya tasarlanmış ama pastel yaşanmış bir hayata zemin döşemiştin tenimi ve gövdemi.. bir kara karga kurnazlığı edinip tüm renkleri içirmiştin ruhuma.. sonunda karga karası bir kederi bağışladın üstüme başıma.. “üzülme, bunlar yalnızlığın çığlık atan kısa ömürlü hapşırıkları” demiştin korkuma.. uğraksız duraklar kurarak geçtim durdum kentlerden; önünde hep biri beklenen, biri özlenen duraklar.. ömür dediğin geçmekten öte, tenha beklemeler müzesiymiş.. öyle söyledin..
ve endişe..
hüznümün uzun bacaklı, yalın ayaklı, çift cinsiyetli komşusu! .. yaramaz bir sokak çocuğu gibi çalıp kaçtın kapımı.. muhtaç olduğun kül, avuçlarımı her sevişmede tutuşturan aşk cesetlerinde mevcuttu.. dünyaya darılmayı önleyen yangınlara kül serpmeyi bende öğrendin.. sokağa bakarak şiire kopya çekenlerle uğraşsaydın ya! .. sana haksızlık mı ediyorum? belki.. ve belki ben sayende ilk kez haksızlık edecek bir alan buluyorum.. hak ile öznenin harflerinin bacaklarını koparıyorum, sözlerini susturuyorum.. sakat bir böcek gibi bırakıyorum da, yetinmeyip dürtüklüyorum yürüsün diye.. bilmem ben neden tüm haksızlık adalarını senin karasularında topluyorum? kendimi beklemenin hayal suyu gecikti de ondan mı? yaşımdan bunu ummazdım diye mi savruluşun kemiklerini ellerimde topluyorum?
hiç yorulmadan sabrı ve ihaneti sizin kalbinizin mermerinden yontuyorum.. bir kez yırtıldı diye içimin ezik haritası tüm bekleyişlerin dumanını zamansız bir belleğe savuruyorum..
Kayıt Tarihi : 18.5.2007 20:01:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (2)