Acıların sivri okudur
gelip saplanır göğsüm üstüne
bin yıldır,
beş bin yıldır,
onbeş bin yıldır,
Sırtımda köle beylerinin demirden dağları
Sırtımda sipahilerin, paşaların, beylerin
Sırtımda senyörlerin, şövalyelerin kırbaç yaraları.
Göğsü kurşunlu bahadırlar gibidir geçmişim
nakış nakış kızıl granitlerin yalçın yüzlerinde,
Karanlıklarda iniltisi örgütsüz başkaldırıların,
ve saplanıp saplanıp duruyor kalbim üstüne
zulmün kara saplı hançeri durmaksızın…
Yangınlardan
yıkımlardan geliyorum,
Zindanlardan
kırımlardan geliyorum,
Çapullardan
talanlardan geliyorum,
işgallerden
yağmalardan geliyorum.
Kılıç gözlü amazonların saflarından
Demirci Kawanın serhildanından
Spartakus ayaklanmasından
Bedrettin isyanından geliyorum…
Gün vurmadı alnımın çatına daha
daha başlamadı bismişahı öykümün
Uzun ve cetin bir yoludur ömrümün
Karanlık çağlardan
kan deryalarından
ve on binlerce yıllık yollardan
gelir bu günlere
gelir zincirleri, kelepçeleriyle
gelir kanaya kanaya..
Beynimde bunca uzun yılların
Yüreğimde bunca acılı olayların
Ellerimde bunca kanlı zorbaların
prangası, kelepçesi, zinciri,
Ve granit bir yontu gibi diretiyor kalbim
Irmaklarca taşıyor, denizlerce birikiyor,
dağlar kadar yükseliyor öfkesi, kini…
Vay beni beni,
Kanımla, canımla yarattığım servet
gün geldi
kırbaç oldu sırtıma bağladı ellerimi,
Ve çalışmadan yaşayanlara tutsak eyledi beni.
Yığın yığın açlıktım
yığın yığın köleliktim sonrası
Mısır piramitlerinden Babil kulesine
Çin seddinden Ural dağlarına
Po ovasından Nil vadisine
Viking yurdundan Tuna boylarına….
Uzun dikenli bir yoldur ömrüm,
İlk adımındayım daha
üstüme çöken karanlığa kılıç üşürmenin,
Sürüldüm pazar panayır
satıldım haraç mezat,
Tarihin her sayfasında
silinmez iz bıraktı ellerim…
Kocaman bir korkuydum seçkinler safında
Çıplak bir inilti yaşamın boğulduğu kör kuyularda
Damla damla kanadım her anında kanlı tarihin
kızıl günün bağrında lime lime yüzüldü derim
Uzun ve karanlık bir yoldur ömrüm,
Bugünün para ve kara tanrılı devletlerinin
tarihi eserlerinin,
turizm sektörlerinin
ve gelmişlerinin geleceklerinin
tümü benim kanım ve terimle yeşertildi.
Daha yolun başlangıcındayım karanlıkla kavgada
tarlalarda yana yakıla
kentlerde kırbaçlana kırbaçlana
savaşlarda kırıla kesile
yoktu sarılacağım bir yılan bu kanlı deryada
hava kurşun, yer demir, gök bakır, su irindi…
Sulanıp kabarır toprak alnımın teridir
yeşile bezenir bağlar, bahçeler
tarlalar ırgalanıp başak başak
akar altın olup ambarlara
kollarımın bereketidir,
Savrulur fabrika bacalarından
yağar dağlara, ovalara
kanım iliğim, kemiğim etimdir,
Doldurur tomar tomar banka kasalarını
onların serveti benim esaretimdir…
Yataksız bir sudur ömrüm bulanık ve taşkın akan,
Kında durmaz kılıç sevdasıdır
hiç bıkıp usanmayan,
Pugaçevlerin öfkesiyle geliyorum bugünlere
Komünarların coşkusuyla
yepyeni bir günün şafağında,
Isyankarlığıyla Meksikalı köylülerin
yalın kılıç kahve ve kauçuk ormanlarından…
Sokaklarda
ala kana
bulandım
özgürlük uğruna,
ekmek uğruna.
Sekiz martlardan
bir mayıslardan
kanlı meydanlardan geliyorum,
Gelincik tarlalarından geçecek yolum,
Kavga bitmedi henüz, sürecek daha çağlarca…
Tutuşturarak gözlerimi
buz kesmiş gecelerin zifir karanlığında,
Çözüldü de buzulları damarlarımın
nar çiçeklerince açtım kutupta,
Sarsıldı dört bucağı dünyanın
doğururken yepyeni bir yaşamı
toprağın ve çarkların uğultusundan.
Titredi para kasaları
titredi pazar alanları
titredi tefeciler, istifçiler, bankalar
sığınacak karanlıklar aradılar
besili lağım sıçanları korkularından…
Tırnaklarımla döğüştüm de
mitralyöze karşı göğüs göğüse,
Diş izlerimle nakışlandı da
Nazi tanklarının kanlı paletleri,
Söndürdü sinsi eller buzullar üzerinde
yana yana tutuşturduğum özgürlük ateşini.
Vay beni beni…
Atıp ellerimi kitaba sevgiliye gül derer gibi,
Yapışıp makinaya sevgiliyle danseder gibi
Ve basıp ayaklarımı sağlamca toprağın bağrına
Okşarcasına geleceğin tomurcuk memelerini
Sevişircesine ceylan endamlı bir güzelle
Sevdamın al çiçeği özgürlüğümle
sevişmedim ki!
Alıp gözlerimi loş uykulardan
Yırtıp beynimdeki sis perdesini
Dupduru bir fikirle yarının yollarını
gergef işler gibi öremedim ki!
Vay beni beni vay beni beni,
Öldürmeyip süründürdüler beni…
Kara yaslı bir umut katarıdır ömrüm
Dipsiz, sonsuz, döne döne bir tünelde
uzak bir yıldıza koşarcasına,
gözlerim kıvılcımlı, aydınlık yüzüm.
Kesik bir çocuk başıyım ben
Yunan dağlaında ondört yaşında
bir kelle avcısının torbasında,
Elimde boyumdan uzun tüfeğim
amcaların, teyzelerin arasında.
Gözlerimde
sarsılmaz inançtır parıldar durur öyle
anamın sütü gibi ak, sıcak ve aydınlık
fotia tis lefteria!
Toplu kıyımlara uğradım
Endonezya, Latin Amerika
İspanya, Japonya ve Kürdistanda,
Gecede açılır yarasaların gözü
zulmün hançeri daha sivridir karanlıkta,
Filistinde kan uykularda akıtıldı kanım…
Duru ve aydınlık bir sudur ömrüm
Dünyanın bütün halklarının
özgürlük kavgalarında
akar coşar çağlayarak,
Gün ağarmaz gecenin ülkesinde
dökülen kanımla boyanır şafak…
Thelman birliğinde
bayram yerine gidercesine
geçip dikildim karşısına
kara gömlekli katil sürülerinin,
Omuz omuza, yürek yüreğe, tetik tetiğe
Madrid sokaklarında son barikat düşene dek
ateş çiçeği partizan kızlarıyla Alman ülkesinin…
Üç sevdalı neferim ben mayıs sabahlarında
Dağ başlarında ihanet ve kara tuzak
ve işkence tezgahlarında ışıldar alnım,
Kayıplara yazıldı milyon milyon
Santiago, Johannesburg ve Anadoluda adım.
Emeğin soyundan geliyorum
hey bre kara kuvvet
çeliğin suyundan geliyorum,
Bir gidiş bin gelişle yeniler beni,
Bir ölüş bin dirilişle doldurur yerimi,
Üretim alanlarında köklendi damarım
alınterimle suladım filizlerimi…
Nesilden nesile
beyinlere ve yüreklere
ve kan revan içindeki bileklere
silinmez bir mühür gibi kazındı andım:
Ya karanlık ışır, durulur kavga
ya da yaşam biter şu yaşanası dünyada..!
Ekim 2003
Melbourne
Kayıt Tarihi : 25.10.2011 10:24:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (2)