Ölümün Heybesi Şiiri - Hakan Karaduman

Hakan Karaduman
203

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Ölümün Heybesi

ÖLÜMÜN HEYBESİ

1

Fay kırıldı, beş yüzler yıllar defa hep kırıldı, o an ve gece

bebekler annesiz ve memesiz çığlıklar içinde öldüler…

soğuk gece bedenlerini örttü ölmüş bebeklerin

gitmeye hazırlandılar ölümün kefeni çürümüş betondu…

Bir baba çıkarıldı deprem sonrası enkazdan
Dili şiş havasızlıktan
Kaç gün nefes üflemiş bebeğine
Sağ çıkar bebek o kuyudan
Öyle bir kuyudur bu
Zalimlerin başında beklediği,
Kaç ölümler var, kaç kalp atışı nefeslerden?

İçinde kuyunun:

Binlerce yıllık cahilliğimiz var
İçinde bizler
Zalim ve zalimin düşleri bizi kuyu başında hala ölmediler mi

Diye bekler…

Allah, haşa sorgulanır, Tekbir!
Kötü ondandır akıl bizde!
Kötü ondandır neden akıl bizde?
Kuyu başında bekleşen hain suratlı sevimliler
Ya Allah der, sevgili peygambere övgüler söyler
Bilmez, bilemez, asla bilmek de istemez,
Bir kuşun kanatlarındaki renkler, dağlar, sonsuz galaksiler.

2

Melekler ölüm toplarken yetişemediler

Binlerce yıllar boyu, bazen bir top atışı
Bazen atom patlayışı…

Bu kez ama bu kez Allah’ım medet, ya Resulullah medet!

Nasıl toplarız henüz yaşamamış ruhları sana emanet?

Çığlıklara ölümü sevdiren SELA okunurken, medet ya RESULLAH medet…

3

O gece en soğuk, sela okunur, onlarda nefes telaşı, yanındaki parça parça ölür

Sela okur cızırtıyla hoparlöre verilmiş polis radyosu,

daha ölmediniz mi?

4

Melekler ağladılar, koyunlarına topladıkları bebek ruhları

dünya savaşları

Toplu salgınlar ve ölümler:

Ama bu kez heybe çok ağır Allah’ım

5

Allah’ım lütfen yapma, lütfen isteme bizden

Nasıl getirelim sana heybeler dolusu çiğ bedenlerden?

Hem ağlayan hem de acıya gülümseyen?

6

DEDİ Kİ:

Kin, nefret ve cehalet;

Birlikte çıkmışlar bana savaşa!!!!!

Rengarenk çiçeklerimi ister miyim öldürmek?

İnsan!

Benden çok çok fazlasını öldürdün!

Çirkinliğin ve zalimliğin ve beni bana

Anlatan cahilliğin kiriyle…

Saf suların aksinde görürdü beni
Dervişlerin sonsuz isteklerinde
Elinde pirinç tabakları, benim için,
Bana yaklaşmak için fakirlerin pirinçleri

Bir toprak eşelemeden, halvete durup
Kulaklarımı gereksiz çınlatıp meşgul eden

Ve

Benim adıma ahkam kesip ve beni
Her gün aşağılayan

Yarattığım evreni, evrenleri küçük
Sıkışmış gelişmeye kapalı beyinleriyle

Beni yorumlayan

Yarattığım cehennemleri anlatan, acımasız, yaşlı, bunak, sakalından
kanlar ve irinler damlayan… dediler: yani o BEN!!! Yani beni

Oysa ne güzeldir kuşlar, renkler ne güzel…
Kadınlar erkekler ve

Gökkuşağında size hediye ettiğim tüm renkler.

Galaksilerim ne güzel, gizemli kara deliklerim ve sizin daha sonra belki

Anlayabileceğiniz sonsuz boyutlar…

Karıncalardan öğreneceğiniz dostluklar

Kuşlar binlerce kilometre uçar,

Hamile bir ceylanı öldürdüğü için oracıkta pişmanlık duyarak ölür dişi aslan…

Sen yani insan, şimdi ayağa kalk ve söyle
Kaç insanlar öldürdün, kaç canlı türünü

Kaç ağaç inleyerek ağladı yanarken?

Kaç canlı son kez bu dünyadan ayrılıp bana sığındı?

Kaç yaşamları tokken öldürdün günlerce aç hissedip kendini?

Sana yaramaz çocuğum derdim ama
Sen

Evrenlerimin kötülüklerde bitap düşse de

Asla yorulmayan

Her an iğrenç büyük ayaklarıyla

Adımlıyorsun gezegenimi

Gezegenimdi, artık dev ve korkunç ayaklarıyla
Her güzel olanı pis kokular saçarak

Ezerek, yok ederek, yakarak, yutarak

Doydukça saldırarak ve asla doymayarak…


Neyse, geçelim bunları, Lafı güzap, konuşmasak


7

Biliyorum ama yine de soruyorum;

Nasıl başarıyorsunuz beyinlerinizi küçültmeyi ve çaresizlik dediğiniz boş bir kozanın içine saklanmayı?

Antep’de bir sabah, çok değil 2 bin yıllar önce,

Zeugma’dakiler uyansa baksalar yaşadıkları yerlere

Kendilerini 2 binlerin çok üzeri yıllar geride hisseDERlerdi, şaşırırdılar

Ne büyük adımlar geriye, gerçek dışı tapınmaya ve size taptıranlara

Gözü toprakta, bir gıdım buğday ekmeye, ne de yaşama ekmek, ölüm!
Kutsanan ölüm! Yaşam için suladığım beyinler taş olsaydı

İçinde kırılınca hikayeler olurdu, içinde coşkuyla şebi aruz…

Bir zamanlar kocamandı dünya, bomboş mavilikler yeşillikler

Ve dağlar

Yine de diğerlerini öldürüp fetihler yapmanız hadi neyse de,

İçine filizlenmesi için nadide beyinlere ulaşıp büyümesini beklediğim, keyfim, tohumlanacak filizlerim.

Farklı dediğiniz, kafanızı karıştıran,

Merak eden beni ve tüm gerçek ve dışı

Boyutlarımı anlamak için çabalayan, aykırı,

Sizden olmayan, sizin gibi düşünmeyen, siz gibi

Uyuyamayan, geceleri gökyüzündeki kandiller, uzak

İki parmak arasına sıkıştırıp baktığı küçücük yıldızlar, uzak

Çok çok ama çok uzak…

O an yakınlaşırız onlarla ne ışık hızı ne evrenlerin solucanları

Anlamsızlaşır, düşünce hızının yoktur ölçüm hızı, bir an düşün

Işığı, bir kendimi aydınlatır bir an ektiğim tohumları, umut hızı

Ne kadarı kaldı size geçmiş düşünce ekmeğinden sahi?

Kütüphaneleri kitapları, tohumları yakmanız neydi?

Belki yeşillenmesi için,

Ektiğim insanın beyinlerinden

damarlarından yakın, tüm hislerinle

filizlenmemden, sana söylenenden, benden

cahilce korkan, yakındaki bir bilene sarılan, beni bildiğini sanan, yanık kokulu cesetlerinin bendeki çığlıkları

Pişmanlıkları, senin eserin: İNSAN!

BEN!

Yaşanılan tüm zamanların,

Yaşanacak tüm zamanların;

ŞİMDİSİ,

Bencilliğinizle yalnızlığınıza gömüyorum sizi.



Hakan Karaduman
10.03.2023

(Depremlerde hayatta kalanlara adanmıştır)

Hakan Karaduman
Kayıt Tarihi : 23.5.2025 20:11:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!