Nun Şiiri - Burak Ballı

Burak Ballı
119

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Nun

TANRI DAĞI’NDA NUN

“Adalet insanın kalbinde, merhamet ise gözlerindedir.”


Her şey, Âdem soyundan gelen, insanoğlunun ikinci atası ve yeni bir neslin "Âdem"i olarak seçilen Nuh'un gözüne düşen tek bir yağmur damlası ile başlamıştı.
​Büyük Tufan sonrası yeryüzü tamamen değişmişti. Dünya ekseni, 23.27 derecelik bir açı ile yeni doğacak neslin hizmetinde görevine devam etmekteydi. Dünya eksenindeki bu eğiklik, insan ömrünü kısaltmış ve hücre yapısını küçültmüştü. Ardından, Nuh'un Yafes, Ham ve Sam soyundan gelen torunları yeryüzüne yayılmaya başlamıştı.

​Yafes soyundan gelen ve 3000 yıl yaşayan bir topluluk, yeni dünyayı tekrar dizayn etmişti. Her alanda yetenekli olan bu topluluk, Zülkarneyn olarak bilinmektedir. Dünyanın her kıtasında izlerine rastlanan ve geçmişten bugüne kayıtlarda adından çokça bahsedilen Zülkarneyn topluluğunun kim oldukları ve nerede bulundukları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bir rivayete göre uzaylı oldukları düşünülen bu topluluğun, yeryüzünde uyuyan yedi milyar insandan 210 milyonunu oluşturabileceği kayıtlara geçmiştir. Çünkü onlar, Tanrı’nın âlemdeki nizamı sağlamak üzere seçilmiş, dünyayı iyileştirecek görevlileriydi.

TANRI DAĞLARI

​Uzun saçlı, masmavi gözleri ile ufku izleyen küçük bir çocuk... Güneş yeryüzünü aydınlatırken, bulunduğu bölgeye bir anda gölge düşer. Karanlığın hâkim olduğu cennet vadisinde çocuk, heyecanlı bakışlarla güneşi örten bulutu izlemektedir.
​O sırada göz bebeklerine iri bir yağmur damlası düşer. Göz bebeğindeki damla, yanaklarından süzülerek toprakla buluşur. Sırra kadem basan dağlar bir anda üşür. Toprakta bir filiz belirir ve etrafı sarmaya başlar. Çocuğun tüm bedenini sarmak üzereyken...

​35 Yıl Sonra
​Nefes nefese uyanan bir adam... Rüyasında yaşadığı olayı görmüştür. Ateşler içinde uyanır.
​Avludan dışarı çıkar, gökyüzüne bakar. Çok parlak bir yıldızın hızla kaydığını görür. O esnada gökyüzüne bakarken, yine bir yağmur damlası göz bebeğine damlar ve gözlerine hapsolur. Dünya kurulduğu günden bugüne tüm kötülükler gözlerinin önündedir: Savaşlar, kadın cinayetleri, küçük kız çocuklarına tecavüzler, çocuklara yapılan işkenceler, diri diri yakılan insanlar, köleler, hayvan katliamları, kibir, hırs, ego, kıskançlık, putperestlik, batıl inançlar, büyüler, yalanlar, toplu ölümler, salgınlar, depremler ve kasırgalar... Gözyaşına karışan bu yağmur damlası, aslında bir işarettir.
​Yaşadığı bu olaylar karşısında gözünden iki damla gözyaşı düşer. Gözyaşı damlasının biri kendine ait, diğeri ise kendisini koruyan meleğe aittir. Toprağa önce kendi gözyaşı, ardından da meleğe ait gözyaşı damlası düşer.
​Buz gibi bir hava hâkim olur. Rüzgâr eser, çınar ağaçları üşür, güvercinler uçuşur, martılar kaçar, gökyüzü maviliğini kaybeder. Köpük köpük deniz dalgasıyla öpüşür, kıyıya vurur kabaran toprak. Kızıla boyanmış deniz, maviliğini kaybeder. Mor gümüş bulutlar kaplar, gökyüzü hıçkıra hıçkıra, umutla ve sevgiyle gözyaşı döker.

Tam o vakit yüreğinde bir fırtına kopar, adımları hızlanır. Tanrı Dağı’na vardığında gökyüzüyle bütünleşmiştir. Bir anda gökyüzü, ışık hüzmeleriyle rengârenk olur. Bütün dünyadaki insanların kalbine bir umut doğar. Kötülerin kötülerle, iyilerin iyilerle karşılaştığı bu zamanda, dünya yeni bir adalet dönemine şahit olmaktadır.
​Etrafına bakar, olup biteni anlamaya çalışır. Bir mağara görür. Mağaranın içerisinde, güneşin doğmadan önceki fecir vakti hâkimdir. Heyecanlı bir şekilde mağaraya doğru ilerlemeye başlar.
​İçeride yaşlı bir adamın olduğunu fark eder.
​Yaşlı Adam: Kimsin? Hoş geldin Nuh’un Torunu, Yafes’in oğlu Zülkarneyn... Gel, otur şöyle. Biraz rahatla, korkma, benden sana zarar gelmez.

​Adam: Benim adım Zülkarneyn değil. Bütün bu olanlar nedir? Neler oluyor? Rüyada mıyım? Kimsin sen? Niçin buradayım? Tanrım, ne oluyor böyle?
​Yaşlı Adam: Al evladım, iç şu saf şifalı suyu, biraz rahatla. Korkma benden. Artık sen ve senin soyundan olan herkes, gerçeği öğrenmek için buradasınız. Ve her birinizin kalpleri birbirine nakşedildi. Hepiniz birbirinizle iletişim hâlindesiniz ama farkında değilsiniz. Aslında burada olan sadece sen değil, senin soyundan olan herkes buradalar. Dünyada yaşayan tüm canlıların kurtuluşu için buradasınız. Ve siz, ilimle kuşatılmış seçilmiş insanlarsınız. Kalbinizdeki adalet, gözlerinizdeki merhamet sizi buraya getirdi. Artık uyanış vakti!

​Adam: Kimsin sen! Ne demek istiyorsun? Ellerin nasırlı, vicdanın hür, nefretin yanan bir ateşte kül, peki ayakların neden çıplak?

Yaşlı Adam: Bak evladım, ayaklarına bak. "Dost başa, düşman ayağa bakarmış." Görüyor musun benim gördüğümü? Başparmağının yanındaki işaret parmağını... Neden diğerlerinden daha uzun? Ve bir gemiyi anımsatırcasına heybetli, özgür, lider ve en önemlisi adaletli. Bugüne kadar gezip gördüğün bütün yapıtlarda, ayak ikinci işaret parmakları neden uzun? Hiç düşündün mü bu sorunun cevabını? Çok değil, yakın zamanda varlığınız kabul görecek. Sen de biliyorsun çocukluğundan bu zamana bir şeylerin ters gittiğini. Şeytanın esir aldığı tüm kötü kalpli ruhlar sizleri ayak ikinci işaret parmağınızdan tanıyacaklar ve kim olduğunuzu bilecekler. Sen ve senin soyundan olan kardeşlerini bir araya toplamak için buradasın.

​Adam: Kimsin, kimsin sen? Neden ben!

Yaşlı adam ayağa kalkar, adama yaklaşır. Kulağına doğru eğilir.

Yaşlı Adam: Biz diyeceksin. Ben ise NUN.
​Nun, adamın gözlerine dokunur ve adam derin bir uykuya dalar.
​Gözlerini açtığında güneş üzerine yavaşça doğmaktadır. Ellerini sağa sola açar.

Adam (Zülkarneyn): Doğunun ve batının hâkimi Tanrım, benim sana olan sevdam yeri göğü gürletecek kadar ıslak, ayakları yalın bırakacak kadar çıplaktı. Karşılaştığım her insan, her olay senin eserindir. Tanrım, nurundan ruhuma aşk eyle.

Zülkarneyn Hisar Vadisi’ne yaklaştığında annesi Deniz Ana ve çevresindekiler koşarak yanına gelir.

​Deniz Ana: Şükürler olsun Güneş’in Oğlu, yaşıyorsun! Yedi gündür seni arıyoruz. Neredeydin? Neden haber vermedin beyim?

Güneş’in Oğlu: Yedi gün mü?

​Güneş’in Oğlu’nun en yakın arkadaşları Demir’in Oğlu ve Rüzgârın Oğlu yanına yaklaşır.

Demir’in Oğlu: Can dost, neredeydin? Seni çok merak ettim. Sen bizsiz sefere çıkmazdın. Neden bizi bırakıp gittin?

Rüzgârın Oğlu: Beyim, ben senin sağ kolunum. Bensiz sen bir yere gitmezsin. Neler oldu? Anlatır mısın?

Güneş’in Oğlu: Demir’in Oğlu, ben sefere çıkmadım. Sadece biraz kendimi dinlemeye ihtiyacım vardı. Sen benim aydınlanan sağ kolumsun. Sensiz elbette bir yere gitmem. Nasıl olduğunu anlayamadım, bir anda kendimi dağın zirvesinde buldum.

​Rüzgârın Oğlu: Peki, sonra ne oldu?
​Bu sırada Güneş’in Oğlu, şaşkın bir ifade ile önce Rüzgârın, sonra Demir’in ve sonra da çevresinde bulunan herkesin ayaklarına bakmaktadır. O gece Nun’un söylediği sözler aklına gelir ve kendi soyundan olan herkesin ayak başparmağının yanındaki ikinci parmağının uzun olduğunu fark eder.
​Sevdiklerinin yüzlerine bakarken şaşkınlığını gizleyemez. Yol yorgunudur. Başını tutar ve bir anda gözleri kapanır, yere yığılır.
​Demir’in Oğlu ve Rüzgârın Oğlu, Güneş’in Oğlu’na yaklaşır, panik hâlindedirler. Şifa üstadı Kainat Ana’nın evine götürürler.

​Rüzgârın Oğlu: Kainat Ana, Kainat Ana, beyimiz!

Kainat Ana, Güneş’in Oğlu’nun alnına dokunur.

Kainat Ana: Sakin olun. Beyinizin hiçbir şeyi yok. Birazdan kendine gelir. İçeri girin, hemen sağdaki odaya yere yatırın. Ahaliye söyleyin, avluyu terk etsinler. Sadece annesi ve siz yanımda kalın. Avluda oturun, ben birazdan geleceğim.
​Güneş’in Oğlu’nun annesi Deniz Ana paniktedir. Ağlamak ister fakat içinde bir huzur hâkimdir. Deniz Ana, gökyüzündeki her zamankinden daha parlak olan güneşe bakar. O sırada güneşte bir karartı hâkim olur; güneş tutuluyordur. Şaşkınlığını gizleyemez. Tanrı Dağları’na gölge düşer.
​Rüzgârın Oğlu ve Demir’in Oğlu, Deniz Ana’yı izlemektedirler.

Rüzgârın Oğlu: Neler oluyor, anam?
​Deniz Ana güneşe bakmaya devam ediyordur.

​Deniz Ana: Gel yanıma beyimizin sağ kolu, Rüzgârın Oğlu...

Rüzgârın Oğlu: Buyur anam.

​Deniz Ana: Öncelikle sakin ol, beyimize bir şey olmayacak.
​Demir’in Oğlu, Deniz Ana’ya ve Rüzgârın Oğlu’na yaklaşır.

​Demir’in Oğlu: Deniz Ana, ters giden bir şeyler var.
​Deniz Ana, Güneş’in Oğlu’nun çocukken evlerinin avlusunda yaşadığı bir olayı hatırlar. Tanrı Dağları’ndan Hisar Vadisi’ne hafif bir rüzgâr eser. Bir anda rüzgâr şiddetini artırır. Güneş’in Oğlu’na seslenir. Fakat Güneş’in Oğlu, dağa doğru bakmaktadır. Yere yığılır. Deniz Ana evladının yanına koşar, kucağına alır. O sırada güneş kararmaya başlamıştır. Yine bir güneş tutulması olayı gerçekleşmektedir. Şaşkın bir şekilde güneşe bakan Deniz Ana, "Tanrım, oğlumuzu bize bağışla!" diye haykırır.
​Hatırladığı bu olaydan etkilenen Deniz Ana, bir anda nefes nefese kalır ve irkilir.

​Rüzgârın Oğlu: Hayır olsun Deniz Ana.
​Deniz Ana: Evladım, bu taraf doğu, bu taraf batı. Bu taraf insanoğlunun doğduğu, bu taraf ise insanoğlunun ikinci kez yok olduğu yer.
​Bu sırada binlerce ebabil kuşu gökyüzünde belirir. Deniz Ana’nın işaret ettiği insanoğlunun doğduğu yer olan doğuya doğru hareket etmektedirler.
​Demir’in Oğlu, Rüzgârın Oğlu ve Deniz Ana birbirlerine bakarlar, şaşkınlıklarını gizleyemezler. Şifacı Kainat Ana içeride bir tütsü yakar. Güneş’in Oğlu’nun etrafında dumanı gezdirir. Güneş’in Oğlu nefes nefese uyanır.
​Demir’in Oğlu ve Rüzgârın Oğlu, Güneş’in Oğlu’nun sesini duyunca avludan içeri doğru yönelirler.

​Kainat Ana: Gelin evlatlarım, beyimiz kendine geldi. Bırakın biraz dinlensin.
​Demir’in Oğlu ve Rüzgârın Oğlu, olan bu olayları anlamaya çalışmaktadırlar.

​Rüzgârın Oğlu: Kainat Ana, biraz önce olanlar neydi, neler oluyor?

​Kainat Ana: Sakin olun evlatlarım. Gelin şöyle oturun, sizlere üzüm pekmezi ikram edeyim. Alın evladım, bakmayın şaşkın şaşkın öyle... Şimdi evlatlarım, anlatacaklarımı dikkatli bir şekilde dinleyin.
​“Güneş evrenin kalbidir, ay ise ruhudur. İkisi bir tutulduğunda, dünyaya sevgi hâkim olur. Akıl ve kalp gibidirler, birbirlerinin arasında muazzam bir benzerlik vardır. Dünyanın kalbi ise Kâbe’dir. Güneş ile dünyanın arasındaki mesafe eşittir ve dünyayı dört eşit parçaya böler.
​Âdem (AS) o dönemde yaşayan tüm topluluklara ilim öğretmiştir. Bizlerden çok daha farklı yaşayan üstün bir ırk, cenneti aratmayan güzellikte vadilerde bolluk içerisinde yaşıyorlardı. Yaratıcının tek olduğuna inanıyorlardı. Dünyaya iyilik hâkim oldu, insanlar çoğalmaya başladı. Kavimler, halklar oluştu.
​Âdem (AS) soyundan İdris, babasının vasiyetini aldı. Yeni doğan nesle ilim öğretmekteydi. Bu sırada cenneti merak etti. Tanrı’ya yalvardı. Tanrı, İdris’in dileğini kabul etti. Cebrail Meleği’ne İdris’i yanına almasını, ona cehennemi göstermesini ve cennetten içeri almasını söyledi. İdris önce cehennemi gördü, sonra cennetten içeri girdi. Bir daha çıkmak istemedi. Cebrail neden çıkmıyorsun, dediğinde; İdris (AS) Cebrail’e, “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır. Ben ölümü tattım. Bu yüzden burada kalmak istiyorum,” dedi. Ve böylelikle İdris’in ikinci dileğini Tanrı kabul etti ve Cebrail’e onu diri gökyüzüne yükseltmesini istedi.
​Bu sırada dünyanın her kıtasında İdris’in yüzünün sureti göründü. O dönemdeki toplumlar İdris’in Tanrı olduğunu düşündüler. İdris (AS) gökyüzünde beliren yüzünün taştan yapıtlarını yapmaya başladılar. Bu olay, putperestliği başlatmıştır. Yeryüzünde sayısız tanrıya tapmaya başlamışlardır. Asırlarca devam eden bu durum dünyaya zulüm getirmiştir.
​O dönemlerde yaşayan Mekke Kralı, kendisini Tanrı ilan etmiş, saltanatını ve gücünü göstermek için Kâbe karşısına yüksek bir anıt inşa etmiştir. İnsanoğlunun doğduğu yer, dünyanın kalbi Kutsal Kâbe’nin güneş ile arasındaki mesafe kapanmış ve ilk kez insanlık tarihinde Kâbe’ye gölge düşmüştür. Çünkü Kâbe’ye gölge düşerse insanoğlu lanetlenir ve istenmeyen olaylar gerçekleşir.
​Seçilmiş olan Nuh, bu olanlara kayıtsız kalmaz, dağdan bir gemi inşa eder. İnsanları uyarmasına rağmen dünyanın her yerinde kaos, salgın ve doğa olayları hâkimdir. Nuh, büyük yıkım olmadan önce mağaranın içerisinde yapmış olduğu gemiye her türden bir çift hayvan, her türden tohumlar ve Nuh’a inanan insanlar bir araya gelmiştir. Bu rivayete göre bahsedilen gemi, Nuh’un Dağı olan Tanrı Dağı’dır.
​Bizler, yeni doğan neslin yaşayan hizmetkârlarıyız. Kim demiş yaşamda mucize olmaz diye? Belki seçilmiş özel olan sizlersiniz. Rüzgârın Oğlu, Demir’in Oğlu ve sen Güneş’in Oğlu, ve gelecek olan diğerleri...

​2 Ay Sonra

Güneş’in Oğlu, sağ kolu Rüzgârın Oğlu’nu ve sol kolu Demir’in Oğlu’nu yanına alır. Cennet vadisi olan Hisar Vadisi’nde toplanan kalabalığa seslenir.

Güneş’in Oğlu: Hepiniz birer Zülkarneyn’siniz. Doğunun ve batının hâkimisiniz. Zamanın içerisinde sonsuz bir yolcusunuz. Noktanın bile dile geldiği sahipsizliğin sahibisiniz. Birkaç kelime ile yaşadıklarımı size anlatmak isterdim. Lâkin cümlenin bittiği yerde virgül bağımsız kalır. Çok değil, gökyüzü denizle savaşacak, bulutlar toprağa karışacak. Uzaklardan gelen gizemli toz, yüreklerde yankılarla ağlaşacak. Aramızda yedi gün kadar mesafe olduğunu sakın düşünmeyin. Düşünmeyin ki olan her şey hayrımızadır. Çünkü “Benim mesafem, kulakları sağır edecek kadar uzaklardan derin ve sessiz gelir.” Hiçbir şey sormayın bana. Sadece şu soruma cevap verin: Benimle hak ve adalet yolundaki mücadelemde var mısınız?

​Demir’in Oğlu: Ahali, duydunuz beyimizi... Güneş’in Oğlu, seninle her yola varız!
​Hisar Halkı hep birlikte Güneş’in Oğlu’nun gözlerinin içine bakarak seslenirler:

​Hisar Halkı: Güneş’in Oğlu, seninle her yola varız!

​Güneş’in Oğlu: Beni güveninizle onurlandırdınız. Ben de bu güvene karşılık sizi adaletimle cesaretlendireceğim. Bütün dünyadaki mazlumların adaleti olacağız. Gözlerinizdeki merhamet sizi doğru yola götürecektir. Önce güneşin doğduğu yere gideceğiz, sonra batıyı fethedeceğiz. Kim demiş bu dünyada adalet olmaz diye, kim demiş kadınlarımız, çocuklarımız korunmaz diye! İyilik, doğruluk, hak... İşte insan olmak, bu vazifede Tanrı’nın aslanları olmak! Ey büyük Tanrım, onlarda kılıç zulmü, bizde ise adaleti temsil eder. Sen bizi muzaffer eyle. Yolumuz, aklıselim düşünen insanların yoludur.
​Güneş’in Oğlu konuşmasının ardından çok geçmeden Demir’in Oğlu çevrede bulunan kabilelere haber salar. Binlerce insan Tanrı Dağları’nda buluşurlar. Tanrı Dağları’ndan (Mezopotamya) Horasan’a doğru sefere çıkmak için hazırlıklara başlarlar.

KUTSAL KÂBE VAHABİ KRALLIĞI MEKKE

Kral Sargon’un Elçisi: Efendim, Kudüs Kralı Orin yeni anıtımızı kutlamak için ziyaretimize geldi.
​Kral Sargon eşine, kızına ve elçilerine tebessüm ederek bakar.

Kral Sargon: Nihayet dünyayı fetheden Karanlıkların Efendisi ziyaretimize geldi. Elçiler, beni takip edin. Kudüs Kralı Orin’i karşılayalım.
​Kral Orin, 13 kişiden oluşan elçileri ile sarayın kapısından içeri girer. Orin’in ensesinden başlayan örülmüş uzun bir saçı vardır. Kolları bir beton kadar iri ve sert, kaşının hemen üstünde derin bir yara izi ve gölgesinin düştüğü yer bile heybetini göstermektedir. Orin’in kendisi gibi atlarının gözleri koyu siyah ve çok heybetlidir. Halk bu sırada şaşkın bir şekilde Orin’i izler.
​Orin’in omzunda sarı benekli bir yılan vardır. Halk, yılanın bakışları karşısında korkuyla hem Orin’e hem de yılana bakıyorlardır. Kralın bulunduğu şatoya doğru ilerlerken, Kudüs Kralı Orin halka çok soğukkanlı bir şekilde bakar. Halk, Orin’in bakışları karşısında korkularını gizleyemez. Saraya yaklaşır ve sarayın kapısının iki tarafında büyük bir aslan heykeli görür. Atından iner. Aslanın ayaklarına bakar. Başparmağının yanındaki ikinci parmağın uzun olduğunu fark eder. Gözlerinde aslan heykeline bakarken öfke hâkimdir.
​Orin, aslan heykelinin yanına yaklaşır. Heykelin heybetli duruşu karşısında soğukkanlılığını korur. Aslanın gözlerine bakarken hava bir anda kararır. Güneşin önünde bir bulut belirir. Gökyüzünü izlemeye başlar. O sırada gökyüzünden düşen bir yağmur damlası, aslan heykelinin göz bebeklerine düşer.
​O esnada sarayın kapısı açılır. Kâbe Kralı Sargon, elçileriyle birlikte Mısır Kralı Orin’i karşılarlar.

​Kral Sargon: Hoş geldin Karanlıkların Kralı, Yüce Efendi Orin!
​Orin, Kral Sargon’a sırtını dönmüş bir vaziyette el işareti yapar. Orin, aslanın gözüne düşen damlaya işaret parmağı ile dokunur. Kral Sargon’a döner. Kral Sargon, Orin ile yüz yüze gelir. Orin’i kucaklamak için ellerini sağa sola açar. Orin’in yanına yaklaşır ancak Orin’in sarı yılanı sarılmasına izin vermez. Orin, yanına yaklaşan Sargon’a bakar ve işaret parmağı ile alnına dokunur. Sargon ne olduğunu anlayamaz, hafif bir tebessümle Orin’i saraya davet eder.

​Kral Sargon: Yüce Efendi, sarayımıza hoş geldiniz.
​Orin’in elçileri ve Sargon’un elçileri sarayın kapısından Kral’ın odasına doğru yürümeye başlarlar. Kralın odasına geldiklerinde, Sargon’un kızı ve eşi Orin’i karşılarlar. Orin odadan içeri yönelir, etrafa bakar ve Sargon’un koltuğunun yanındaki koltuğa doğru yönelir ve oturur. Sargon hemen arkasından kendi koltuğuna oturur. Sargon’un eşi ve kızı Orin ile göz göze gelir.
​Sargon’un kızı, Orin’in boynundaki yılana korkarak bakar. Orin, o esnada eliyle Sargon’un yanındaki koltuklara oturması için eşi ve kızını davet eder. Kızı Nordic, yavaş adımlarla korkarak Orin’e bakar ve koltuğa oturur. Orin bu sırada kızına gülümser. Etrafına bakar, sağında solunda zenci hizmetkâr köleleri görür. Ellerinde Orin için hazırlanmış yemek ve içecekleri görür. Tekrar Sargon’un kızı Nordic’e bakar ve gülümser.

Orin: Korkmana gerek yok. Ben istemedikten sonra seni zehirlemez.
​Sargon’un kızı Nordic, şaşkınlığını ve korkusunu gizleyemez. Heyecanlıdır. Sargon kölelere eliyle işaret eder.

Kral Sargon: Yüce Efendi, uzun bir yoldan geldiniz. Sizin için özel hazırladığımız yemeklerimizi tatmanızı isteriz.
​Orin’in önünde bulunan masaya yemekleri ve içecekleri köleler getirir. Orin’in boynundaki yılan hareket eder, köleler korkarlar. Yılan, yemeklerin üzerinden gezinmeye başlar. İçeceğinden bir yudum tadar ve Orin’in boynuna tekrardan gelir. Sargon ne olduğunu anlayamaz, kızı Nordic ve eşi Neva’ya bakar.

​Kral Orin: (Kahkaha atar, kırmızı şarabı eline alır) Ne bakıyorsunuz? Karanlığın gölgesinde olan tüm ülkelerin şerefine o zaman...
​Sargon’un eşi Neva ve kızı Nordic, kadehi ellerine alırlar, tebessüm ederler:

Neva ve Nordic: Hoş geldiniz Yüce Efendi Orin ve Yüce Efendi Orin’in elçileri.
​Kadehler kalktığında, Sarayın üzerinde binlerce, yüzleri insana benzeyen kargalar çığlıklarla Orin’i selamlarlar.

TANRI DAĞI

Güneş’in Oğlu, Demir’in Oğlu ve Rüzgârın Oğlu, Tanrı Dağı’nın zirvesine çıktıklarında derin bir uykuya dalmışlardır. Yüzleri insanı anımsatan kargaların çığlık sesleri ile irkilerek uyanırlar.

​Rüzgârın Oğlu: Bu ses de neyin nesi idi? Biz ne zamandan beri burada uykudayız? Neler oluyor Güneş’in Oğlu?

Güneş’in Oğlu: Mazlumların ve kölelerin çığlık sesleriydi. Korkma Rüzgârın Oğlu. Bu gördüklerimiz, duyduklarımız bir işaretti. Biz ve bizim gibi düşünceye sahip kardeşlerimiz ile Tanrı Dağı’nın etrafında bir araya geleceğiz. Zaman bizleri bir sır olarak anlatacak. Daha geçtiğimiz gün, ne sen ne ben, dünyanın geçmişi ile ilgili hiçbir sırra vakıf değildik. Her karşılaştığımız olay bizim zamana dağılmış hâllerimizdi. Olması gereken oldu ve hiçbir şey sebepsiz olmadı, olamaz da. Benim gördüklerimi sizler de gördünüz. Atamız Nuh, Tanrı Dağı’nın içerisinde bir yaşam alanı oluşturup tüm canlıların ve insanlığın kurtuluşunu hazırladı ve sırra kadem basan dağlar dahi üşüdüyse bugün, aynı kaderi bizler de yaşayacağız. Her türlü ilim bize bir gecede öğretilmiş, uyanış vakti gelmiş ise, celâlim hakkı and olsun ki biz de bizden olan kardeşlerimizle birlikte dünyayı sevgimizle kuşatacağız. Korkma Rüzgârın Oğlu, korkmayacaksın Demir’in Oğlu, korkmayacak biz ve bizden olan insanoğlu. Biz, bugün dünyanın yeniden kurtuluşu için kötülüklerle mücadele edeceğiz. Üstün olan birdir. Bir olan, kalplerimizin birliğidir. Çünkü Tanrı, kalbimizdeki sırda gizlidir.

​Demir’in Oğlu: Güneş’in Oğlu! Güneş’in Oğlu! Adalet insanın kalbinde, merhamet ise gözlerindedir.

Güneş’in Oğlu: Kardeşim. Kardeşlerim.
​Bir anda zaman durur. İşte tam o vakit, gece ve sabah arasında kalırsınız. O an hiç bitmesincesine, bir anda zamanı durdurmak istersiniz. Hayatın anlamı dahi olsa zaman. Kötüler ve mahlûkatlar her zaman yenilmeye mahkûmdur. Fakat görüyorsunuz ki insanlık yine sınavını geçemedi. İyilerin yaşaması, yeryüzünün nefes alması için, bizim sınavımız bize verilen güçle değil, kalbimizdeki adaletle, gözlerimizdeki merhametle insanları uyaracağız, kötülüğü yok edip yaşanabilir bir dünyanın sır olan topluluklarından birisi olacağız. Bugün bu savaşı biz kazanmış ya da kaybetmiş olsak da yine uyanacağız. Dünya bizi, bizden birisi olduğunda anlayacak.
​Hadi ne duruyorsunuz, Kainat Ana bizi bekler. Anlatacaklarını kalplerimize mühürleyelim.
​Rüzgârın Oğlu: Kötülüklerin efendisiymiş. Bekle bizi Kudüs Kralı Orin.

​Demir’in Oğlu: Rüzgârın Oğlu, ne dedin sen!

​Güneş’in Oğlu: Demir, gördüklerinizin hepsi gerçek. Orin ve Orin’e ruhlarını teslim eden insanlar her şeyi bilir ve hükmederler; çünkü canlılarla sürekli iletişim hâlindedirler. İyi insanlara sihir ve büyü yaparak, iyi insanların üzerine karanlık gibi çökerler. Onların önce duygularını, sonra bedenlerini esir alırlar, sonrasında kanlarını içerler.

​Demir’in Oğlu: Peki Güneş’in Oğlu, biz dünyamızda kötülüğü teslim alan insanları nasıl kurtaracağız? Bir fikrin var mı? Üç kişi ile mi? Ya da gelen kardeşlerimizle mi? Ya esir düşersek? Ya da bizi...
​Rüzgârın Oğlu: Tarih boyunca biz ve bizim gibi düşünenler, Tanrı’nın birliğini her daim kabul etmiş, O’na lâyık kullar olmak için hiçbir zaman ihanette bulunmamışızdır. Kalplerimizde bulunan bu güç, kuvvet bizi hiçbir zaman ilahlaştırmasın. Aksine, bu benim nâçiz bedenim bir gün elbet toprak olacak. Her ne olursa olsun Demir, adın gibi yükün ağır olsa da eğilmeyeceksin.
​Demir’in Oğlu: Kardeşim, kardeşlerim, bizden olanlardan korkmam. Bilirim ki korunuyoruz. Ben sorumlu olduğumuz ve Hisar Vadisi’ne gelecek olan kardeşlerimiz için endişe ediyorum.

Güneş’in Oğlu: “Dost başa, düşman ayağa bakarmış.” Endişe etme kardeşim... Onlar da bizden, bizim gibi korunan nesillerden.

​Demir’in Oğlu, Rüzgârın Oğlu ve Güneş’in Oğlu birbirlerine kenetlenir. O sırada yüzlerce ebabil kuşunun üzerlerinden geçtiğini görürler. Atları bir anda şahlanır. Birbirlerine bakarak gülümserler ve Hisar Vadisi, Kainat Ana’nın evine doğru yola koyulurlar.
​Hisar Vadisi’ne geldiklerinde insanlar onlara heyecanla bakmaktadırlar. Hisar Vadisi’nde yaşayan tüm insanlar o gece ilimle kalpleri kuşatılmıştır. Güçlü, iradeli, korkusuz ve inançla her şeyin olacağı zamanı bilmektedirler. Huzur dolu kalpler semaya ulaşmıştır.
​Deniz Ana kalabalığın içinden seslenir:

​Deniz Ana: Selam olsun Tanrı’nın aslanlarına. Selam Olsun...
​O sırada Hisar Vadisi’nde toplanan kalabalık hep bir ağızdan:
​Hisar Halkı: Selam olsun. Selam olsun. Selam Olsun. Selam olsun Tanrı’nın aslanlarına!
​Hisar halkı ile birlikte Kainat Ana’nın evinin önüne gelirler. Kainat Ana avluda onları bekliyordur. Ona yaklaşırlar. Kainat Ana ellerini sağa sola açmıştır.
​Kainat Ana: Gelin evlatlarım... Oturun sağıma soluma. Dinleyin ey ahali. Dinleyin. Kulak verin sesime. Bu anlatacaklarım burada yaşanılmış ve unutulmuş sırlardır.
​“Her şey Nuh'un gözüne düşen tek bir yağmur damlası ile başlamıştı. Âdem soyundan olan Nuh, insanoğlunun ikinci atası ve yeni bir neslin "Âdem"i olarak seçilmişti. Nuh, Tanrı Dağı’nda bir mağarada ilk emri almıştı. İnsanları kurtarmak için o mağaranın içerisinde, ona inananlarla ve meleklerle birlikte Büyük Tufan öncesi hazırlıklarına başlamıştı. Bakırdan ve demirden bir set kurmuştu. Dağın zirvesinde bakır ve demirden kurdukları set, dağın derinlerinden gelen saf suya karışan cıva, kurşun, fosfat, çinko manyetik bir alan oluşturmuş; tüm sürüngen, çift canlıların ve insanların orada uyuyarak yaşamda kalmalarına neden olmuştu.
​Tanrı, Büyük Tufan sonrası yeni neslin, yani sizlerin bu cennet vadisinde tekrardan yaşamasına ve dünyanın her bir yerinde can bulmasına izin vermişti. Büyük Tufan sonrası dünya ekseni değişmiş, dünya eksen eğikliği ile insan ömrü kısalmış, hücre yapısı değişmiştir. Daha sonraları Nuh’un Hud adında oğlu dünyaya gelmiştir. Her türlü ilim alanında donatılmış olan Hud, insanlara yeniden bildiği ilimleri öğretmekle görevliydi. Bir süre sonra Nuh’un torunları yeryüzüne yayılmaya başladı.”
​Güneş’in Oğlu, Kainat Ana’yı dikkatli bir şekilde dinlerken dayanamaz ve haykırır:

Güneş’in Oğlu: Peki, biz kimiz?
​Kainat Ana yüzünden hafif bir tebessümle:

​Kainat Ana: Gözlerimin içine bak ve beni hissederek dinle Güneş’in Oğlu. Sizler Nuh’un ilk torunları, yani sizin atalarınız olan Yafes’in oğulları olan kişilersiniz. Sizler "Zülkarneynler"siniz. İnsanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yâfes’in oğlu olan kişiler. Çok şükür ki, Tanrı bu lütfu siz Zülkarneynler’e vermiştir. Gerçekten de Zülkarneynler, inananlara karşı son derece mütevazı, adaletli, onlara saldıran inançsızlara karşı son derece amansız olmuşlardır. Çünkü sizler, yeryüzünde Tanrı’nın birliğini kabul etmiş, inanmış ve masum insanları her daim korumuş, Tanrı’nın aslanları olarak seçilmiş, dünyayı iyileştirecek kullarsınız. Büyük Tufan sonrası Nuh 950 yıl yaşamış. Oğlu Hud ve Hud’un oğlu Yafes 450 yıl yaşamıştır. Yafes, en uzun yaşayan insanoğlu olarak geçmişin derin sırlarında yaşam içerisinde görevini tamamlayıp ebediyete göç etmiştir.
​Rüzgârın Oğlu: Peki Kainat Ana, Karanlıkların Efendisi Orin kim? O kötü olan insanlar kim? Hepimiz bu dünyada bir isek dünya neden yaşanılabilir bir dünya değil? Neden bu katliamlar, savaşlar? Büyük Tufan neden gerçekleşti? Tanrı neden bu kadar acımasızdı? Neden?
​Kainat Ana: Rüzgârın Oğlu, bak evladım, insan doğar ama yeni bir sınava girer. Tüm doğanın yolu bir iken, bizim patikalarımız kimler? Hatanın tümü biz miyiz, yoksa hata nedir? Neden adı hatadır? Oysa ilk nefeste öğretilmemiş midir yol? Şimdi sana soruyorum... Nuh, kendisi ile birlikte insanoğlunun tamamen yok olmasını Tanrı’dan istemiştir. Tanrı ise insanoğluna ikinci bir şansı vermiştir.

​Rüzgârın Oğlu: İkinci bir şansı hak ediyor mu insanlar?
​Kainat Ana: Bak evladım, insanlar Tanrı karşısında her zaman ikinci bir şansı hak eder ve her zaman bağışlayıcı, affedicidir. Sadece diğer âlemde olduğu gibi kul hakkına girenleri affetmez. Çünkü kul hakkı bir başkasının hakkıdır. Madem dünya eşit, bunca iyilik neden eşit değil? Neden bir taraf kötü, bir taraf iyi? Demek ki seçim hakkında bu kadar özgür bir irade ile yaşama merhaba diyen insanoğlu neden bu kadar bencil? Oysa önümüzde onca yaşanılan, yaşanılacak olay varken neden insanoğlu kendine ait gücün esiri olur? Dünyada olan tufanlar, dünyanın kendi geçmişi ile alakalıdır. Çünkü biz yaşama ne verirsek, onu alırız.
​Şimdi gece ve sabah arasında olanları gördünüz, gözlerinizdeki merhamet sizin göz perdelerinizin, kalp kapılarınızın açılmasına neden oldu. Dünyada yaşanan tüm kötülükler gözlerinizin önünde, kalplerinizde hissederek aynı acı ile gerçekleşti. Dünyayı sevgi ile kuşatacağınızı sizler söylediniz. Peki Orin neden mahlûkatlarla bir ordu kurarak kötülüğü seçti? İşte sorun burada. Özgür olmasından mı?
​Kainat Ana ellerini sağa sola doğru açar.
​Kainat Ana: Madem Tanrı bu kadar acımasız, Orin neden bu kadar özgür? Aslında yüce yaratıcı hepinizi eşit yarattı. Kimileriniz iyiliği, kimileriniz kötülüğü seçti. İyiler kötüleri, kötüler de iyileri yok etti. Sorun tam olarak bu: Yok etmek. İyiler neden kötü oluyor? Demek ki sizler yeryüzünde ne kadar söz sahibi olursanız, kötü insanlar da o denli az olur. Dünyaya sevgi ve iyilik hâkim olur.
​Kainat Ana, Rüzgârın Oğlu’nun yanına gider ve ona öğrenmesi gereken gerçekleri anlatmaya devam eder.
​Kainat Ana: Diğer soruna gelince: Nuh’un sadece siz torunlarından yanı sıra Ham ve Sam soyundan olan insanlar da yeryüzünde çoğalmaya ve yayılmaya başlamışlardır. Ham ve Sam soyundan olan toplumlar güneye ve batıya göç etmişlerdir. Yeryüzünde olan bu değişim ve geniş bir yayılma dünyanın dengesi içindir. Yeryüzünde en muazzam akıl sahibi olan insandır. O hâlde sen Rüzgârın Oğlu, sen Güneş’in Oğlu, sen Demir’in Oğlu... Ve siz Zülkarneynler, yeryüzünün değişimi ve insanların iyiliği için dünya ile barışmaya hazır mısınız? O hâlde sağ elinizi kalbinize doğru getirin ve sadece yedi saniye ve toplamda yirmi bir saniye kadar başınızı hafif eğip gökyüzüne bakın. Göreceksiniz ki yeryüzünde siz ve sizin gibi olanlar bir araya gelecek. Ve her birinizin kalbi kalbine değecek. Şimdi hep birlikte uyanış vakti.
​Kainat Ana güneşe bakar. Ters giden bir şeylerin olduğunun farkındadır. O esnada Kainat Ana ile birlikte herkes güneşe bakar.

KUTSAL KÂBE VAHABİ KRALLIĞI

Kral Sargon’un eşi Neva, kızı Nordic ve elçileri, Orin’in 13 adamı ile birlikte sarayın içinden Kâbe’ye doğru ilerler. Kral Sargon’un elçisi en önde atıyla ilerlerken halka yüksek
bir sesle seslenir:

Sargon’un Elçisi: Kralımız Sargon ve Karanlıkların Efendisi Kudüs Kralı Orin anıtımızın açılışını yapmak için buradalar.
​Mekke halkı işlerini ve güçlerini bırakırlar. Orin geçtiği sırada, ellerini yere başlarını aşağıda tutarak Orin’e sadakat gösterirler.

​Kral Sargon: Karanlıkların Efendisi Orin, halkımızın size olan sadakatini görüyor musunuz?

​Orin, geçiş esnasında küçük bir kız çocuğunun kendisine baş kaldırır gibi baktığını görür. Onun Zülkarneyn soyundan olabileceğini düşünür. Aynı hissiyatla boynundaki sarı yılan kıza doğru yönelir. Kızın boynunu sarar ve kız orada can verir. Sargon, eşi Neva ve kızı Nordic şaşkındır. Kızı Nordic gözyaşlarını saklamaya çalışır. Orin, Kral’ın kızı Nordic’e bakar. Halkta bir sessizlik hâkimdir. Orin, halka bakarak yüksek bir sesle konuşmaya başlar.
​Kral Orin: Ben Karanlıkların Efendisi Orin. Aranızda kralınız dâhil olmak üzere kim başını öne eğmez ve biat etmez ise, sizi kendi cehennemimin en dibinde büyük bir azap yaşatırım. Yeryüzünün sahibi benim. Benden korkun ve isteklerimi yerine getirin. Bugünden sonra her aileden biriniz, kızını bana kurban verecek. Halkın arasında bir kadın, “Kralım Sargon, yalvarırım kızımı bana bağışlayın!” diye haykırır.

​O sırada Orin’in sarı yılanı kadının üzerine sıçradı ve şahdamarından ısırarak onu anında yere serdi. Kadının derisinin çürüdüğünü ve ruhunun kötülüğe nasıl teslim olduğunu gören halk büyük bir korku ve azap yaşadı.
​Tüm bunlar olurken, kalabalığın içinde yaşlı bir adam olup biteni sessizce izliyordu. Ne Mekke halkı, ne Orin, ne de orada bulunanlar yaşlı adamı fark etmişti.
​O esnada gökyüzünün rengi kızıla boyandı. Kargaların çığlıkları herkesin kulaklarını sağır edercesine yankılandı. Kâbe halkını büyük bir korku ve çaresizlik sardı. Kral Sargon çok endişeliydi. Kızı Nordiç, Orin’e nefret ve intikam hırsı dolu gözlerle baktı.
​Orin o esnada Nordiç’i izliyordu. Nordic'in gözlerine baktı, kahkaha atarak konuşmaya başladı.

Kral Orin: Nordic, nihayet bana benziyorsun. Gözlerinde kendimi gördüm.
​Orin, Nordiç’e gülümseyerek baktı ve yoluna devam etti. Kâbe’nin kapısından geçerken, kölelerin ayakları zincirlenmiş bir şekilde, kralın askerleri tarafından kırbaçlandığını gördü. Kahkaha attı. Her yerde zulüm, kan, gözyaşı ve feryat vardı. Ancak Kâbe’nin avlusunda kırbaçlanan ve işkence gören kölelerin acı çekmediğini fark etti. Orin, onların birer Zülkarneyn olabileceğini anlamıştı.
​Anıta doğru yaklaştığında anıtın üzerinde siyah bir perde vardı. İri yapılı iki zenci, boyunlarındaki halatlarla anıtın önünde duruyordu. Orin'i görünce diz çöktüler ve başlarını öne eğdiler.
​Kralın Elçisi arkasını dönerek kölelere ve Kâbe halkına seslendi:

​Kralın Elçisi: Yüce Orin, Karanlıkların Efendisi Orin, Kâbe’nin yeni kralı Orin, efendim hoş geldiniz!
​Orin atından indi. Üzerindeki leopar kürkünü çıkardı. Omuzunda Sirius gezegenine ait bir işaret vardı. Ayağına bağlı olan bıçağını eline aldı. Sol bileğini kesti. Kan damlaları yere düştü ve şiddetli bir rüzgâr çıktı. Halkı ve köleleri korku ve panik sardı. Sargon korkudan atından dahi inemedi. Kızı Nordic’in başındaki şal uçtu. Orin, şalı havada yakaladı ve bileğine bağladı. Ellerini sağa sola açtı. Güneş’in rengi kızıllaştı. İki eliyle zenci kölelere işaret etti. Zenci köleler halatı bıraktı ve büyük anıt ortaya çıktı. Büyüleyici bir görüntü vardı. Anıtın birçok yerinde yılan sembolleri bulunuyordu.
​Zencilerden biri elindeki tokmağı ateşleyip Orin’e verdi. Orin yavaş adımlarla anıta doğru yürüdü. Kapının her iki yanında bulunan dev küreleri ateşledi. Anıtın içerisinden Mısır’ın Kahini göründü. Orin’i görünce diz çöktü. Orin halka döndü ve ellerini sağa sola açtı:

Orin: Ben Yüce Orin. Yeryüzünün hâkimiyim! Ben Yüce Orin. Yeryüzünün hâkimiyim!
​Kral Sargon atından indi ve Orin’in ayaklarına kapanıp onu selamladı. Bir anda Kutsal Kâbe’nin üzerine gölge çöktü. Güneş ile arasındaki mesafe kapandı. Artık Kâbe’de karanlık çökmüş ve insanoğlu lanetlenmişti.

TANRI DAĞI HİSAR VADİSİ

Kâinat Ana, güneşin renginin kızıla dönüştüğünü fark etti. O sırada Tanrı Dağı’ndan bir rüzgâr esti. Rüzgârla birlikte şiddetli bir kar yağışı gerçekleşti. Köy halkı Kâinat Ana’yı izliyordu.
​Kâinat Ana, Güneş’in Oğlu’na baktı ve seslendi:
​Kâinat Ana: Doğunun ve batının sahibi, Güneş’in Oğlu, aydınlıkların efendisi... Yaşadığımız bu dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Daha önce de denediler, yenildiler ama kötülükten hiçbir zaman vazgeçmediler. Görüyorum ki, bedenleriniz ve kalpleriniz üşümüyor. Cesaretlisiniz. Yeryüzünde her şeyin muazzam bir uyumu vardır. Yaratılıştan itibaren Kâbe’nin güneşle arasındaki mesafe eşitti ve dünyayı dört eşit parçaya bölüyordu. Bu muazzam uyum, dünyanın her türlü kötülükten korunması için sistemin bir parçasıdır. Yeryüzündeki tüm enerji evrene Kâbe’den yayılır. Tanrı, sistemin bu şekilde olmasını istemiştir. Benim gördüklerimi sizler de gördünüz. Kudüs Kralı, Kötülüklerin Efendisi Orin, Kâbe’ye büyük bir anıt inşa ettirdi. Artık güneşle arasındaki mesafe kapandı. Kâbe’ye gölge düştü. Kâbe’ye gölge düşerse, insanlık düşer. İnsanoğlu lanetlenir.
​Yıllar önce, Cennet Vadisi olan Hisar Vadisi’nde, babalarınız sizin doğacağınız günü sabırsızlıkla bekliyordu. Sen Güneş’in Oğlu, sen Rüzgârın Oğlu, sen Demir’in Oğlu... Sizin gibi, babalarınız da gelecekte olacakları bilen ve tebliğ edilen kişilerdi. Çok donanımlıydılar ve her türlü ilim onlara da öğretilmişti. Gelecek nesillerin, yani sizlerin kurtuluşu için Kudüs’e gitme kararı aldılar. Sefere çıktıklarında tek bir hakları vardı: Ölmeden önce ölmeleri gerekiyordu.
​Önce Horasan’a gittiler. Horasan halkının babalarınıza olan sevgisi kardeşlikten öteydi. Büyük Bilge ve kardeşi sorgusuz sualsiz sefere katıldı. Daha sonra Han Krallığı’na geçtiler. Han halkı babanızı büyük bir sevinçle karşıladı. Han halkı ve kralı, içsel olarak sanki onların geleceklerini biliyorlardı. Han Kralı da babalarınızı yalnız bırakmadı ve sefere katıldı. Asur’a ulaştıklarında Asur Kralı da aynı his ve duygularla, "Ordumla emrindeyim," dedi. Babalarınız, Kudüs Kralı ve halkıyla savaşmak istemediklerini, barışmak için sefere çıktıklarını söyledi. Asur Kralı da dostlarını yalnız bırakmadı ve dünyanın kurtuluşu, gelecek nesillerin kardeşçe yaşayabilmeleri için o da tek başına sefere katıldı. Kırk gün kırk gece dinlenmeden, bütün zorluklara rağmen Kudüs’e ulaştılar.
​Kudüs’e gittiklerinde, halkın zulümden ağıtlarına, kana ve gözyaşına şahit oldular. Kudüs Kralı’nı sarayında ziyaret ettiler. Kudüs Kralı, gücüne güç katmak için babanıza ve dostlarına sevgi ve hoşgörü ile yaklaştı.
​Kâinat Ana o esnada Güneş’in Oğlu’nun karşısına geçti. Gözlerine dokundu ve konuşmaya devam etti.

Kâinat Ana: Güneş’in Oğlu, baban Kral’dan bu zulmü hemen durdurmasını istedi. Kahin, yedi liderin Kudüs’e geleceklerini ve Kudüs Kralı’nı öldüreceklerini biliyordu. Kahin, Kudüs Kralı’nı olacaklar ile ilgili uyarmıştı. Kudüs Kralı, babanın uyarısının hemen sonrasında onların kendi safına katılmayacaklarını anladığı an, babanı ve dostlarını esir aldı. Kahin, Kudüs Kralı’ndan onları serbest bırakmasını istedi. Çünkü Kahin olacakları biliyordu ve Kudüs Kralı’na şunu söyledi: “Bu savaşın galibi olursan oğlun Orin yeryüzünün efendisi olacak ve bir asır Kudüs dünyaya hükmedecek. Eğer onları öldürürsen çok yakın zamanda büyük bir ordu ile Kudüs işgal edilecek.”
​Tan ağardığı vakit, Kahin’in sözlerini dikkate alan Kudüs Kralı onları serbest bıraktı. Güneş’in Oğlu, baban çok hisli bir adamdı. Serbest kaldıklarında takip edildiklerini anladı. Tek bir hakları vardı: “Ölmeden önce ölmeleri gerekiyordu.”
​Her ne pahasına olursa olsun, kendisini takip eden Kralın adamlarını öldürdüler ve Kudüs’e geri döndüler. Kudüs Kralı’nı, sarayında hamile eşi ile birlikte esir aldılar. Baban, Kral’dan köleleri serbest bırakmasını ve halkına zulüm yapmamasını istedi. Kral kahkaha attı: “Geleceği ne siz ne de ben değiştirebilirim. Geleceği değiştirmek istiyorsanız eşimi öldürebilirsiniz. Ben sizin yarattığınız Yaratıcınızın kaderine teslim olmayacağım!” dedi.
​Babanızın, bir kadını, hatta hamile bir kadını öldüremeyeceğini adı gibi biliyordu. Üstelik Kahin’in gelecek ile ilgili sözlerine güvendiği için kendisinin de öldürüleceğini düşünmemişti.
​Baban adalet kılıcını çekti ve Kudüs Kralı’nın kalbine sapladı. Kral dizlerinin önüne çökerek can verdi. Kralın öldürüldüğünü fark eden Kahin, olayları önceden bildiği için sarayın içerisinde babanızı ve dostlarını yakalattı. Kahin, babanızı ve dostlarını çölde bir kuyuya hapsetti. Kuyuya atıldıklarında baban ve dostları birbirlerine kenetlendiler. Ölmeden önce ölmeleri gerektiğini biliyorlardı. Baban güneşe baktı. Gökyüzünden tek bir yağmur damlası babanın göz bebeğine düştü. O esnada kuyuda karanlığa gömüldüler.
​Ve sen Güneş’in Oğlu, annen çığlıklar içerisinde ağlarken, tek bir gözyaşı damlası dahi dökmeden sen ve kardeşlerin (Rüzgârın Oğlu, Demir’in Oğlu) dünyaya geldiniz. O gün hepiniz babalarınızın isimlerini aldınız. Herkesin gözünde sevinç, mutluluk ve heyecan vardı.
​Sizden bir süre sonra da Kötülüklerin Efendisi Kralın oğlu Orin dünyaya geldi. Kahin, Kralın oğlu Orin’in emrine on üç tane kötü ruh yetiştirmesi gerekiyordu. Kudüs’te yeni doğan seçilmiş on üç çocuk, Orin ile birlikte kötü bir ruh tarafından yetiştirildi. Kahin, kötülüğün dünyaya hâkim olması ve yayılması için istediği tüm planları yapmıştı. Kötülüğün dünyaya yayılması için Kâbe’nin işgal edilmesi gerekiyordu.
​Orin ve on üç adamı kırk yaşında Kâbe’yi işgal etti. Oraya vekâleten Kral Sargon’u atadı. Orin, Kral Sargon’a sebeplere ulaşabilmek için Kâbe’nin karşısına yüksek bir anıt yapmasını istedi. Anıtı yapması karşılığında kızını, eşini ve halkını bağışlayacağını söyledi. Sargon, Orin’e verdiği sözü tuttu. Anıt bittikten sonra halkının ve kendinin başına geleceklerden habersizdi.
​Kâinat Ana gökyüzüne baktı:

Kâinat Ana: Gökyüzüne bakın, gökyüzünün de bir gözü vardır. Her şeyi bilen O’dur. O Yüce Kudretin Sahibi, insanoğlu için yaratmıştır her şeyi. Ve hiçbir şey sebepsiz değildir. Şimdi insanoğlunun kurtuluş zamanıdır.
​Kâinat Ana, Deniz Ana’yı yanına çağırdı. İçeriden adalet kılıcını getirmesini istedi. Deniz Ana, adalet kılıcını getirdi. Kâinat Ana’nın yanında bir ceviz ağacından yapılmış sandık vardı. Kılıcı önce sandığın üzerine koydu. Adalet kılıcı yükseldi, sandığın kapağı açıldı.

​Deniz Ana: Sevgiyle başlayan bir yaşamı savaşla sonlandırmak ne kötü bir alışkanlık. Artık barışmaktan başka çare kalmamıştır. Gel buraya Güneş’in Oğlu, Adalet kılıcı artık senindir. Gel ve al onu.
​Güneş’in Oğlu yavaş adımlarla geldi, kılıcı aldı. Kılıca dokundu ve kılıcı kızıl gökyüzüne kaldırdı. Kızıla dönmüş güneşin rengi aydınlandı. Gökyüzü Cennet Vadisi’nde yedi renk aldı.
​Güneş’in Oğlu haykırarak...
​Güneş’in Oğlu: Güneş’in sesi vardır. Kırmızıdır, gonca bir gül kadar kızıldır. Yakar, ateş gibidir. Sarı bir güldür, ısıtır. Güneşin sesi vardır. O ses gökkuşağının rengidir. O ses umutsuzlukların yoludur. O ses gökkuşağının kaybolmuş renklerinin huzurudur.
​Kâinat Ana, sandıktan çift boynuzlu bir miğfer ve kendisini koruyabilmesi için gümüşten yapılmış bir zırh çıkardı.

​Kâinat Ana: Sen, aydınlıkların efendisi, zaman yolcusu, Güneş’in Oğlu, kahraman, Adaletli Zülkarneyn. Artık siz ve sizin gibiler, Yaratıcının size verdiği özel bir güç sayesinde dünyanın doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine seyahat edebileceksiniz. İki zamanın da sahibisiniz. Sizler yeryüzünde artık kudret sahibisiniz. Ve sizlerin yanında olan herkes ilimle kuşatılacaktır. Ve sizler yakın zamanda sizden olan kardeşlerinizle bir araya geleceksiniz. Size her şeyden bir sebep verildi ve sizler de bu sebebi izleyeceksiniz. Tek bir amacınız var: İnsanlara Yaratıcının doğrularını anlatabilmek. Onlara yaşama ve varoluşunuza dair gerekli bilgileri öğretmek.

KUTSAL KÂBE VAHABİ KRALLIĞI
​6 ay sonra...

Orin, anıtta on üç adamı ile birlikte yaşamaya başladı. Her gün halkın gözü önünde bir kız çocuğunu kurban ediyordu. Kölelere zulüm daha da artmıştı. Her şey çok değişmişti.
​Kahin, Orin’e Sargon’un kızıyla kendi rızasıyla evlenmesini ve ondan bir erkek çocuğu dünyaya getirmesini istedi. Böylelikle neslinin devamını sağlayacaktı. Sargon’u yanına çağırttırdı.

Sargon: Yüce Efendimiz, beni istemişsiniz.

​Orin: Gel, otur Kral Sargon. Sana verdiğim söz ile seni ve aileni bağışladım. Kızın Nordic’in kendi rızası ile benimle evlenmesini sağlayacaksın. Eğer kızın kendi rızası ile benimle evlenirse, bu topraklarda sen ve halkın ölümsüz olacaksınız.

​Sargon: Yüce Efendi, sen istedikten sonra kızım Nordic’in hayır diyeceğini düşünmüyorum.

Orin: Elbette, ben istedikten sonra her şey olur. Gücümü, kudretimi gördün. Ama kızının kendi rızası olması gerekiyor. Eğer kızın kendi rızası ile benimle evlenmez ve bana bir erkek çocuğu dünyaya getirmezse, sen, ailen ve halkın benim azabımı tadacaktır.
​Büyük bir korku saran Sargon, kızı Nordic’i ikna etmek için hemen sarayına geçti. Kızının yanına gitti. Kızı Nordic odasında uyumaktaydı.
​O sırada Nordic bir rüya gördü. Bir ırmaktan su içiyordu. Su içerken suyun yansımasında yaşlı bir adam gördü. Arkasına baktı, kimse yoktu. Suda tekrar yaşlı adamı gördü. Nordic korku içinde suya baktı. Yaşlı adam Nordic’i suyun içine çekti.
​Olacak bütün sebepler Nordic’e gösterildi. Nordic, kendisini ve halkını Orin’den Güneş’in Oğlu’nun kurtaracağını gördü. Yaşlı adam Nordic’in kulağına seslendi: “Orin’in teklifini kabul et. Güneş’in senin için doğacağı ve asma bahçelerinde üzümlerin olacağı günü bekle. O gün sen ve halkın kurtuluşa ereceği gündür. Uyan Nordic, uyan Nordic…”
​Sargon, kızının yanına yaklaştı ve ona seslendi.

​Sargon: Nordic kızım, uyan.
​Nordic nefes nefese uyandı.

​Sargon: Ne oldu kızım, neyin var?

Nordic: Kötü bir rüya gördüm. Asma bahçeleri, kan, gözyaşı, lanet, ölüm, korku, karanlık ve güneş... Güneşin doğduğu zaman…

Sargon: Korkma kızım, ben seni korurum. Ama şimdi sen bizi korumak zorundasın. Orin seninle evlenmek istiyor.
​Nordic’in gözünün önüne rüyasında suda görünen yaşlı adam ve söyledikleri geldi. Sargon, kızının ne cevap vereceğini bekliyordu. Nordiç, babasına uzun uzun nefretle baktı. Sonra ona aniden gülümsedi.

Nordic: Baba, sen yeter ki iste, ben Orin ile evlenirim.

Sargon: Kendi rızanla mı bunu bana söylüyorsun?

Nordic: Evet baba, kendi rızamla Orin ile evlenmek istiyorum.
​Kahin o sırada Sargon’un konuşmalarını görüyordu. Hemen Orin’in yanına gitti.

Kahin: Orin, kendi rızası ile evet dedi. Nordic ile artık evlenmen için bir sebep kalmadı.

​Orin: Kahin, asmalar yeşerip ekşidiğinde...
​Kahin kahkaha atarak Orin’e cevap verdi:
​Kahin: Yirmi bir gün gece ve gündüz kötülüklere bir kurban bağışlamalısın. Yirmi bir gün gece ve gündüz kurbanların kanını akıtıp içmelisin. Yirmi birinci gün üzümler olgunlaştığında Nordic’ten bir çocuk yapmalısın.

​Orin: Kahin, var olan, olmayan her şeyden sana bir ordu verdim. Yeryüzünün efendisi artık benim. Senin ölümsüzlüğün benim gücümde.
​Kahin yüksek sesle kahkaha attı:
​Kahin: Yaşasın Orin! Yaşasın Orin!

TANRI DAĞI HİSAR VADİSİ

​Hava buz gibiydi, rüzgâr esiyordu. Çınar ağaçları üşüyordu. Gökyüzü mor gümüş bulutlarla kaplanmıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Güneş’in Oğlu, kirpikleri donmuş bir vaziyette, haber saldığı dostlarının safına katılmasını bekliyordu.
​Küçük bir kız çocuğu yanına yaklaştı. Masmavi gözleri, sarı saçları ile Güneş’in Oğlu’na tebessüm ediyordu.
​Güneş’in Oğlu: Kışın ortasında kar yağarken yeşeren yaprakların ne anlama geldiğini senden öğrendim.
​Yağmur, sevgi dolu gözlerle Güneş’in Oğlu’na bakıyordu. Elleri ile kirpiklerine dokundu.

​Yağmur: Bundan yüz yıl sonra bir çocuk doğacak. "Baba, Güneş’in Oğlu’nun neden gözyaşları ıslak değildi?" diye bir soru soracak. Baba ise, "Evladım, kurumuş cümlelerin izahı yok," diye cevap verecek.

Güneş’in Oğlu: Hımmm...

​Yağmur: Hımmmm yaaaaa… Belki de kimse bizim kadar şanslı değildi.

​Güneş’in Oğlu: Kim bilir, belki de... Bu yürek bir gün dünyaya aşk derse…
​Yağmur: Aşk nedir?

​Güneş’in Oğlu: Aşk, beden toprak olmadan ruhların özgürlüğe kavuşma anıdır.
​Yağmur: Ruhların özgürlüğe kavuşması nedir?

​Güneş’in Oğlu: Ruha verilen en büyük özgürlük Tanrı aşkıdır.

Yağmur: Tanrı Dağı’nın aşkı gibi mi?
​Yağmur, Güneş’in Oğlu’na tebessümle dikkatlice bakıyordu. Güneş’in Oğlu başını okşadı.

Güneş’in Oğlu: Senin gözlerindeki aşk gibi...
​Yağmur’un annesi ona seslendi. Yağmur annesine baktı, sonra Güneş’in Oğlu’na baktı.

​Yağmur: O zaman kurtar onu.
​Güneş’in Oğlu elini çenesine götürdü. Yağmur ona bir şey anlatmak istemekteydi.

Güneş’in Oğlu: Kimi?
​Yağmur, Tanrı Dağı’na baktı ve eliyle orayı işaret etti. Güneş’in Oğlu’na baktı ve koşar adımlarla annesinin yanına doğru gitti. Güneş’in Oğlu ayağa kalktı, Tanrı Dağı’na baktı. O sırada Tanrı Dağı’ndan kalabalık bir insan topluluğunun Hisar Vadisi’ne doğru yaklaştığını gördü. Hemen ayağa kalktı, elindeki kavuktan yapılmış sesi üflemeye başladı. Sesi duyan Rüzgârın Oğlu ve Demir’in Oğlu koşarak Güneş’in Oğlu’nun yanına geldiler.

Rüzgârın Oğlu: Ne oldu Güneş’in Oğlu?
​Güneş’in Oğlu, Tanrı Dağı’nı işaret etti.

Güneş’in Oğlu: Misafirlerimiz var.
​Rüzgârın Oğlu ve Hisar halkı, merakla gelen topluluğun kim olduklarına bakmaktaydılar. Deniz Ana, kalabalığın içerisinde heyecanlandı.

Deniz Ana: Ve nihayet, yıllar sonra öz kardeşleriniz yine geldiler! Şükürler olsun Tanrım!

Güneş’in Oğlu: Öz kardeşlerimiz mi, Deniz Ana?

​Deniz Ana: Çok duymuştum babanızdan isimlerini: Mezopotamya’nın kalbi, Anadolu’nun mihverleri, oğlu Balmir ve kızı Mirbal. Yeryüzündeki bütün kadınların umududur Mirbal, ve yeryüzündeki bütün kötülerin korkusudur Balmir. Ne zaman güneş doğmayacak gibi olsa, Tanrı Dağı onların varış yeridir. Mirbal ve Balmir, iki kardeş, dünyaya adlarıyla dosta huzur, düşmana korku salmışlardır.
​Balmir ve Mirbal ordusu ile Hisar Vadisi’ne giriş yaptılar. Güneş’in Oğlu, Rüzgârın Oğlu ve Demir’in Oğlu, Balmir ve Mirbal’ı karşıladılar.

​Güneş’in Oğlu: Kardeşlerim, hoş geldiniz.

Balmir: Ben ve kardeşim adınızı çok duyduk. Gurur duyduk. Güneş’in Oğlu kardeşim…

Balmir atından indi, Güneş’in Oğlu’na yaklaştı. Sarıldılar. Sanki yüzyıllar öncesi tanışmış gibi hissettiler. Mirbal hemen arkasından Güneş’in Oğlu’nu, Rüzgârın Oğlu’nu ve Demir’in Oğlu’nu ve kalabalıktaki herkesi elini kalbine koyarak selamladı.

​Mirbal: Selam olsun Tanrı Dağı’nın koç yiğitlerine! Selam olsun aydınlıkların efendisi Güneş’in Oğlu’na! Ordumuz ve bizler kalplerinizdeki sesi işittik. Bugün buradayız. Şükürler olsun bizi kavuşturan Tanrı’ya.
​Güneş’in Oğlu: Balmir, Mirbal kardeşim. Şükürler olsun bizi kavuşturan Tanrı’ya…
​Güneş’in Oğlu ve Hisar halkı, yoldan gelen misafirleri için hemen kazanlarla yemekler hazırladılar. Çok kalabalık bir ordu ile gelmişlerdi. Gece Hisar Vadisi’nde yanan ateş gökyüzünü aydınlatmaktaydı. Balmir ve Mirbal, Güneş’in Oğlu ile evlerinin önünde Tanrı Dağı’nın zirvesine bakmaktaydılar.

Balmir: Güneş’in Oğlu, olanları sen de bizim gibi duymuşsundur.

Güneş’in Oğlu: Evet, birçok olayı duydum. Bunun için benim yanımda olduğunuzdan dolayı kendimi onurlu hissediyorum.

Mirbal: Güneş’in Oğlu, Kâbe Kralı Sargon Kâbe’nin karşısında bir anıt yaptırdı. Kâbe’ye gölge düştü. O anıtı and olsun ki yıkacağız. Güneş adın gibi yeniden Kâbe’nin üzerine doğacak. Fakat kurtarmamız gereken birisi var.
​Güneş’in Oğlu, Mirbal’a uzun uzun baktı. Küçük kız çocuğunun konuşması aklına geldi.

Güneş’in Oğlu: Kimi? Neden kurtarmamız gerekiyor?
​Balmir, Güneş’in Oğlu’na tebessüm ederek konuşmaya devam etti:

​Balmir: Bizim görünmeyen ordularımız vardır. Kudüs ve Kâbe’deki kölelerin içerisinde şu an onları örgütlemektedirler. Bir asır süren esaretin ardından senin onların kurtuluşu olacağını bilmektedirler. Hem Kahin’i hem Orin’i ve mahlûkatlarını hapsetmek zorundasın. Ama öncesinde Nordic’i kurtarmak zorundayız.

Güneş’in Oğlu: Neden Nordic?

Mirbal: Yıllar önce baban, Sargon ve eşini esir aldı. Sargon’u serbest bıraktıktan sonra bizim oraya gözcü olarak yerleştirdiğimiz kölelerden birisine Sargon’un eşi âşık oldu. Sargon durumu fark etse de eşinden bir çocuğunun olması için duruma göz yumdu. Çünkü Sargon’un çocuğu olmuyordu. Tahtını daha sağlamlaştırmak için bir erkek çocuğu dünyaya getirmesini istiyordu. Fakat Sargon’un bir kız çocuğu oldu. Birkaç defa çocuğunu öldürmek istedi. Fakat eşi buna izin vermedi ve halka her şeyi açıklayacağını söyledi. Sargon itibarının zedeleneceğini ve krallığının riske gireceğinden dolayı kızını öldürmekten vazgeçti. Orin ve Kahin, bizim soyumuzdan olan Nordic ile evlenmesi durumunda kendi soyunun devamını sağlayacak ve kötülük dünyaya hâkim olacak. Kudüs kralı, kendisine bağlı olan bütün kavimlere haber saldı. Bizleri yok etmek için bir sırra ulaştı. O da sen de biliyorsun Güneş’in Oğlu: Dost başa, düşman ayağa bakar. Ayak ikinci parmaklarımızın uzun olmasından bizleri tanıyorlar. Ve dünyada esir ve köleleştiremedikleri, korktukları tek topluluk biziz. Bugün biz ve bizden olanlar birbirimizi korumak zorundayız. Nordic bizden biri. Özgürlüğün, adaletin, merhametin prensesi.

Balmir: Onu kurtarmak zorundayız, Güneş’in Oğlu.
​Güneş’in Oğlu olanları şaşkınlıkla dinlemekteydi. O gece konuşmalardan sonra derin bir uykuya daldı. Rüyasında önce Nordic’i uyurken ve sonrasında Orin’in Nordic’e yaklaştığını gördü. Orin, Nordic’in boğazını elleriyle sıkmaya başladı. Tam Nordic’i boğmak üzereyken... Güneş’in Oğlu nefes nefese uyandı.
​Aynı anda Nordic de çığlıklar atarak, boğazını tutarak uyandı.

​KUTSAL KÂBE VAHABİ KRALLIĞI

Nordic boğazını tutarak, nefes nefese uyandı. Yaşadığı rüyanın şokunu üzerinden atmaya çalışırken korku içerisinde etrafına baktı. Dolunayın ışığı odasının yarısını aydınlatmaktaydı.
​Yatağının hemen sağ tarafında, terasa çıkan kapının hemen yanında birisinin dışarıyı izlediğini fark etti. Gerçek olup olmadığını anlamaya çalıştı. Ellerini yüzüne götürdü, gözlerini elleri ile kamaştırdı. İkinci kez baktığında, ayın gölgesinde bir insan silueti olduğunu fark etti. İçinde bir ürperti oluştu. Korku ve merak içerisinde kim olduğunu anlamaya çalıştı. Yatağından yavaşça kalktı. Heyecanı kat kat artmıştı. Tüm cesaretini topladı ve konuşmaya başladı:

​Nordic: Kimsin?
​Nordic, orada bulunan kişinin kim olduğunu ve ne cevap vereceğini merak ediyordu. Dolunayı izlemekte olan kişi, dolunaya ve yıldızlara bakarken Nordic’e seslendi:

​Arslan Bey: Korkuyorsan düşmanınım. Korkmuyorsan bana benziyorsun. Merak ediyorsan beklediğin kişiyim. Ben iyiliklerin temsilcisi, köle Arslan Bey…

Nordic: Arslan Bey… Nasıl yani? Nasıl buraya geldin? Kimsin? Bana kim olduğunu çabuk söyle. Muhafızları çağırmak zorunda kalacağım.
​Arslan Bey Nordic’e döndü. Yüzüne vuran ay ışığı parıltısı Nordic’in gözlerini kamaştırdı. Nordic ile göz göze geldiğinde, Nordic huzur ve güven içinde olduğunu hissetti.

​Arslan Bey: Korkmuyorsun. Cesaretlisin. Bana benziyorsun. Merak ediyorsun. Doğduğun günden bu zamana beklediğin ve hissettiğin kişiyim. Ve de adaletlisin…
​Nordic: Nedenmiş o?

Arslan Bey: Adaletli olmasan şimdiye muhafızlara çoktan haber vermiştin.

Nordic: Peki, kimsin sen?

​Arslan Bey: Ben senim. Sen de bensin kızım. Ben baban Arslan Bey…
​O esnada odanın bir köşesinde Nordic’in annesi Neva, Arslan Bey’in geleceğini biliyordu. Kızı ve Arslan Bey’i izlerken kendisi de birkaç adım attı. Başındaki örtüyü kaldırdı. Kızı Nordic’e seslendi:

Neva: Kızım, o senin gerçek baban.

Nordic: Nasıl… Nasıl yani? Neler oluyor böyle? Baba… Baba… Babam!
​Nordiç şok içinde Arslan Bey ile göz göze geldiler.

Arslan Bey: Kızım. Gel yanıma.
​Nordic ve babası birbirlerine sımsıkı sarıldılar. İlk defa kendini Kâbe’de güvende hissetmişti. Acımasız, fırsatçı Kral Sargon’un kızı olmadığını hayatı boyunca hep hissetmişti. Neva, Arslan Bey ve kızının yanına geldi. Onlara sarıldı. Nordic, annesinin gözlerinin içine baktı.

Nordic: Anne… Bana bilmediğim her şeyi anlatmanı istiyorum.
​Neva gözyaşlarını sildi. Baştan sona her şeyi anlatmaya başladı:

​Neva: Yıllar önce baban, Anadolu’dan Kâbe’ye gözcü olarak gelmiştir.

Nordic: Baba, gözcü ne demek oluyor?

​Arslan Bey: Bak kızım. Tanrı’nın vekilleri vardır. Kâbe, insanlığın kutsal alanıdır. Yeryüzündeki tüm enerji Kâbe’den evrene yayılır. Bizler Tanrı’nın görünmeyen ordularıyız. Bunun için bizlere gözcü demişlerdir. Bizim hayatımıza melekler vekildir. Bizler de Tanrı’nın vekilleriyiz.

Nordic: Peki sen neden bunca zamandır bizi yalnız bıraktın? Madem öz babamsın, neden beni ve annemi kurtarmadın? Neden bizi Kral Sargon’un eline teslim ettin? Neden baba, neden?
​Neva, kızının bu sorgusu karşısında ona tebessüm etti ve olan biten her şeyi anlatmaya başladı:

Neva: Bak kızım, her şey bir sebeple oldu. Babam Toroslarda yaşardı. Ürettiği balları ve şifalı bitkileri satabilmek için Mekke’ye ve Kudüs’e seferler düzenlerdi. On altı yaşına gelmiştim. Babam ve annemle sefere gitmeyi çok istiyordum. En sonunda annem babamı ikna etti.
​İlk seferimdi. Çölde yol alırken eşkıyalar etrafımızı sardı. Babama, "Kızını verirsen senin ve karının hayatını bağışlayacağız," dediler. Annem çaresizdi. Babam bizi korumak için baş kaldırdı. Önce babamı, sonra annemi gözlerimin önünde öldürdüler. Onları kanlar içinde gördüğümde gözlerimde kin ve nefret hâkim oldu. Kısa bir süre sonra eşkıyalar tarafından Kâbe’ye köle olarak satılmak için getirildim. Saraya köle olarak satıldım. Kral Sargon, kısa bir süre sonra beni kendisinin sağ kolu yaptı. Çok uzun sürmeden Kral Sargon benimle evlenmek istedi.

Nordic: Peki neden evlendin?

Neva: Bir seçim yapmak zorundaydım. Babam ve annemin intikamını almak için bana bir sebep verildi. Ben de bu sebebi takip ettim. Güçlü olmak zorundaydım. Belki de dünyanın kurtuluşu için… Ve Kral Sargon ile evlendim. Kral Sargon benden hep bir erkek çocuğu istiyordu. Çocuğu olmuyordu. Beni hem seviyor hem de nefret ediyordu.
​Baban Arslan Bey ile anıt yapılırken Kâbe’de karşılaştım. Ayakları ve elleri zincirli bir şekilde kırbaç cezasına çarptırılmıştı. Acı çekmiyordu. Gözleri gülüyordu. İlgimi çekmişti. Muhafızın yanına geldim. "Neden kırbaçlıyorsun?" dedim. "Acı çekmesi için," dedi. Muhafıza onu serbest bırakmasını istedim. Muhafız Arslan Bey’i serbest bıraktı. Kulağına eğildim, "Kimsin sen?" dedim. Baban bana gözcü olduğunu söyledi. Kendisiyle ilgili bir sırrı benimle paylaşmıştı. Ben gözcülerin melek olduğunu bilirdim. Babana, dolunay doğduğu gün saraya, odamın terasına gelmesini istedim.
​Bu gece olduğu gibi, dolunay doğduğu bir vakit sözünde durmuştu ve saraya, terasıma gelmişti. Ona yaşadığım olayları anlattım. Arslan Bey bu durumuma çok üzülmüştü. Arslan Bey’in Kâbe’de görevi bitmişti. Beni Kâbe’de yalnız bırakmadı. Bir süre sonra kalplerimiz birbirine bağlandı. Hayata yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Onu gördüğümde heyecan sarıyordu her yanımı.
​Bir yıl sonunda hamile olduğumu fark ettim. Onunla uzun bir aradan sonra birlikte olduğum tek bir gün idi. Ve o gün sen dünyaya gelmek için bir sebeptin, Nordic.
​Baban ben hamileyken seni ve beni kurtarmak ve Anadolu’ya gitmek istediğini söyledi. Ben de kendisine gidemeyeceğimi, burada kalmak zorunda olduğumu söyledim. Bizi bırakıp gitmesi mümkün değildi. Kâbe’de kalması için köle olması gerekiyordu. Kral Sargon babanla olan tüm ilişkimizi biliyormuş. Bir erkek çocuğu dünyaya getirmem için baban ile olan birlikteliğimize göz yummuştu. Kral Sargon, çocuk karşılığında baban Arslan Bey’in köleliğine son verip ailesine dönmesi için affedeceğini bana söyledi. Kral Sargon babanın bir gözcü olduğunu bilmiyordu. Ayrıca ben de babana, Kral Sargon’un artık bu durumu bildiğini anlatmadım.
​Ve sen Nordic kızım, nihayet dünyaya geldin. Kral Sargon çok öfkeliydi. Senden ve babandan kurtulmak için plan yaptığını, seni ve babanı öldürmek istediğini hissettim. Ona, "Kızımı ve babasını öldürürsen Kâbe Halkına olanları anlatacağım, saltanatına son vereceğim," dedim. Beni de öldürebilirdi. Kral Sargon tüm ihtimalleri düşündü ve bu riski göze alamadı. Krallığının ve saltanatının son bulmasını istemiyordu.
​Bir anlaşma yapmak istediğimi Kral Sargon’a söyledim. "Kızımı koruyacak, babası olacaksın. Babasını da serbest bırakacaksın," dedim. Kral Sargon, babanı bırakmak dışında teklifimi kabul etti. Baban zaten bizleri burada asla yalnız bırakmazdı. Bunu bildiğim için Kral Sargon’a duyması gerektiği şeyleri söyledim. Babanın köle olarak kalması durumunda, yılda dört defa, her dolunay doğduğunda seni görmek için saraya gelmesine izin verildi. Baban güçlü ve kudretli bir adamdı. Orada bulunan köleler tarafından sevilirdi. İstediği an elinde imkân vardı, gidebilirdi. Bizim için ailesinden vazgeçti ve burada Kâbe’de köle olarak yaşamını devam ettirdi.
​Nordic: Baba… Baba... Benim fedakâr babam.
​Arslan Bey kızına sımsıkı sarıldı. Neva’nın gözlerinin içine baktı. Kırbaçlandığında acıyı hissetmediği ve Neva’yı gördüğü anı hatırladı. Neva’ya bakmaya devam etti. Neva’ya duyduğu aşk onu Kâbe’de kalmasını sağlamıştı. Çünkü her şey bir sebebe bağlıydı. O da bu sebebe bağlı kaldı. Bir gün yeryüzünün gerçek sahibi gözcülerin geleceğini adı gibi biliyordu. Anadolu’nun Aslanı Arslan Bey… Balmir ve Mirbal’ın atası…

​KUTSAL KÂBE VAHABİ KRALLIĞI
​3 ay sonra...

​Kâbe’de inanılmaz bir gündü. Kâbe’nin etrafında şiddetli bir fırtına oluştu. Kâbe’ye sürekli yıldırımlar düşmekteydi. O esnada Kâbe’nin karşısına yapılan anıta yıldırım isabet etti. Kahin ve Orin fırtınayı izlerken şiddetli bir şekilde dolu yağıyordu. Yıldırımın isabet ettiği anıtın tepesinden bir taş, Kâbe’de bulunan muhafızların üzerine düşüp onları paramparça etti. Kâbe’nin avlusunda oluk oluk kan akmaktaydı.
​Kahin ve Orin, anıttaki terastan olayı izlediler. Kahin kahkaha attı, Orin’e dönerek konuşmaya başladı:

Kahin: Karanlıkların yüce efendisi, kötülüklerin temsilcisi yüce Orin, nihayet Kâbe’de kan aktı. İstediğimiz her şey bir bir gerçekleşiyor.

Orin: Kahin, farkında mısın? Anıtımız zarar gördü. Ölenler köleler değil, muhafızlardı.
​Kahin: Ne fark eder yüce Orin? Önemli olan Kâbe’nin avlusuna kan akmasıydı.
​Orin bu durumdan rahatsız olmuştu. Kahin ise olması gerekenlerin olduğunu düşünmüştü.
​Yirmi bir gün sonra anıtın zarar gören kulesi tekrar yapıldı. Ve yirmi birinci günün sabahı milyonlarca çekirge ve hamam böceği sürüsü Kâbe’yi işgal etti. Çekirge istilasından rahatsız olan Kahin endişe etti. Orin Kahin’e öfkelenmişti.

​Orin: Kahin, bu da neyin nesi? Ne demek oluyor?

​Kahin: Yüce efendi Orin, Tanrı dedikleri şey her ne ise, sizin yüceliğinizi bu istilayla ödüllendirmiştir. Ve sizin yüceliğinizi onaylamıştır. Kutsal Kâbe nihayet haşerelerin olduğu bir mabede dönmüştür. İstediğimiz bu değil mi?

Orin: İyi de Kahin, ürünlerimiz telef oluyor. Ve çekirge
istilası ile bu hamam böcekleri ikisi de görmek istediğim şeyler değil. Derhal bunlardan kurtulmanın bir yolunu bul.
​Kahin olup bitenler karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Bir gücün kendilerini rahatsız ettiğini hissetmektedir.

​SEVR DAĞI
​1 ay sonra...

​Nordic, Saraydan babasının yanına doğru Sevr Dağı’na yola koyuldu. Etrafına baktığında muhafızlar ve halk büyük korku ve panik içerisindeydiler. Çekirge ve hamam böceği istilasında ölen insanları görüyordu. Kendisini ve köleleri çekirgeler asla rahatsız etmiyordu. Köleler, Nordic’i Sevr Dağı’nın zirvesine yakın bir yerden olan mağaraya getirdiler. Mağara, Mekke tarafına bakan yamacında, büyük bir kayanın altında doğal ve küçük bir mağaraydı. Mağaranın biri batı, diğeri doğu tarafında iki girişi vardı.
​Nordic’i mağaranın batı girişinde babası Arslan Bey beklemekteydi. Mağaranın batı yönündeki girişi dar olup zeminden biraz yüksekti. Nordic mağaranın girişinden başını öne eğerek içeri girdi. İçeri girdiğinde köleler ve babası Arslan Bey’i gördü. Babası Arslan Bey’i gördüğünde yanına yaklaştı ve ona sarıldı. İçeride samandan işlenmiş tahta tabureler vardı.

Arslan Bey: Gel, otur ay kızım.
​Nordic tabureye oturdu. Köleler de etraflarında bulunan taburelere oturmaktaydı. İki köle doğu ve batı kapısından dışarıyı gözlüyordu.

​Nordic: Baba, bu olanlar nedir? Neler oluyor?
​Arslan Bey: Çekirgeler mi, hamam böcekleri mi?
​Nordic: Her ikisi de…
​Arslan Bey: Hamam böcekleri içimizde bulunduğumuz durumu bizlere anlatıyor. Çekirgeler ise Allah’ın yeryüzünde görünmeyen ordularının uyanışına işarettir.
​Nordic: Baba, insanlar ölüyor. Öldürüyor bu hayvanlar. Nasıl bir işaret bu, anlayamadım.

​Arslan Bey: Kızım, farkında mısın? Ölenler köleler değil. Ve sen de değilsin. Bir tanesi siz buraya gelirken sizi rahatsız etti mi? Üstelik, koruduklarını düşünüyorum.

​Nordic: Evet baba. Peki bu nasıl olabiliyor?
​Arslan Bey: Siz ve sizden olmayan diğer insanlar kötülüğü ve gücü seçtiler. Zalimlerden yana oldular. Siz iyi insanlarsınız. Biz iyi insanlarız. Çünkü iyi olmak adına bir yolu seçtik ve bir sebebe bağlı kaldık. İnsanlar yaşamları boyunca seçim yapmak durumundalar. Kader yolunda iki seçenek var: İyi olmak ya da kötü bir insan olmak. Bu olanların hiçbiri sebepsiz değil. Ve hâlâ kader yolunda kötülüğü tercih eden insanların bir şansları daha var.

​Nordic: Peki bundan sonra ne olacak?

Arslan Bey: Orasını sen fazla düşünme. Sadece izle. Tanrı mı büyük, yoksa Orin mi daha büyük? İyi mi güçlü, yoksa kötü mü daha güçlü? Sadece izle… Ve ay kızım, ne kadar zora düşsen de öfkene yenilme, asla ve asla öldürme. Sev kızım. Sev, ay yüzlü kızım. Sadece izle. Ve ben yanında olmasam bile sabırla güneşin doğacağı günü bekle.
​Nordic, babası Arslan Bey’e baktı ve onun masmavi gözlerinde huzur buluyordu. Etrafında olan köleler tek tek Nordic ile karşılıklı gülümsüyordu. Mekke’de, yeryüzünün her bir yerinde ve Kâbe’de umutlar yeşeriyordu.

​KÂBE VAHABİ KRALLIĞI

​40 gün sonra...
​Çekirge istilasından sonra doğada bulunan her şey uyanışa geçiyordu. Dünya’nın birçok ülkesinde büyük bir salgın başlıyordu. Kırk gün kırk gece ağıtlar gökyüzüne yükseliyordu. Birçok ülkede bulunan kavimler olanlar karşısında çaresiz, kurtarılmayı bekliyordu.
​Orin ve Kahin, salgın sonrasında kötülüğün dünyaya hâkim olduğunun işareti olarak görüyorlardı. Kahin salgında kölelerin ölmemesinden endişe ediyordu. Ters giden bir şeylerin olduğunu fark etse de Orin’e yansıtmıyordu. Çünkü az bir zaman kalmıştı Nordic ile evlenip bir erkek çocuğu dünyaya getirmesine… Böylelikle dünyayı bütün mahlûkatların teslim alacağını ve onlardan güçlü bir ordu kuracağı günü bekliyordu.

​TANRI DAĞI HİSAR VADİSİ

​Balmir, Mirbal, Demir’in Oğlu, Rüzgârın Oğlu, Güneş’in Oğlu sefer hazırlıklarını tamamlamışlardı. Kuyruklu yıldızın doğacağı günü beklemekteydiler.
​Güneş’in Oğlu, Tanrı Dağı’nın zirvesinde Angren’den, Tebriz’den, Gamer’den, Magog’dan, Tiras’dan, Yavan’dan, Tuval’dan, Meşec’den, Taşkent’ten, Taraz’dan, Talas’dan, Aral’dan, Kulan’dan, Bişkek’ten, Buhara’dan, Ulytau’dan, Gence’den, Aşkabat’tan, Yakutistan’dan, Karakalpakistan’dan, Şalkar’dan, Dağıstan’dan kalplerinde adalet, gözlerinde merhamet olan milyonlarca Zülkarneyn topluluğunun bir araya gelişini izlemekteydi. Hisar Vadisi’nde toplanan Adalet Ordusu, Hilal pozisyonu almış, Güneş’in Oğlu’ndan gelecek işareti beklemekteydi.
​Kâinat Ana, kendilerini salgından koruyabilmesi için kekik özünden bir ilaç yapmıştı. Güneş’in Oğlu’na bu ilacın tesiri olması için Tanrı Dağı’ndaki mağaraya girmesini ve orada bulunan sudan bir bakır tas almasını istemişti.
​Mağaranın içerisinde hafif puslu bir hava hâkimdi. Nun ile konuştuğu gece aklına geldi. Sanki mağaranın içerisindeki her şey onunla konuşmaktaydı. Mağaranın içerisindeki şifalı su yatağına geldiğinde dizlerinin önüne çökmüş ve sudan bir tas almak üzereyken, suyun üzerinde Kâbe’de ve dünyanın birçok yerinde olan olaylar kendisine gösterilmişti. Dünya’da iyiler korunurken, kötüler daha da azgınlaşmıştı. Ve kötülerin hepsi Orin’in safına katılmıştı. Orin ve Kahin yeryüzünün rengini değiştirmiş, birçok kavimde insanlar birbirine saldırmaya, öldürmeye başlamıştı. Doğadaki her şey dünyanın kurtuluşu için harekete geçmişti. Bütün bu olanların Orin’in gücünden kaynaklandığını düşünen toplumların liderleri ve halkları Orin ile hareket etme kararı almıştı. Orin gün geçtikçe daha da güçlenmekteydi ve sonsuza dek dünya kötülüğün gölgesinde kalacaktı.
​O esnada suda bir yüz belirir. Balmir ve Mirbal’ın atası Arslan Bey, Güneş’in Oğlu’na seslenir:
​Arslan Bey: Üzümler yeşerdiğinde, meyvesi yettiğinde kızım Nordic ve dünyanın geleceği sana emanettir. Sen Güneş’in Oğlu, aydınlıkların efendisi, Adaletin temsilcisi ulu Zülkarneyn, ben Arslan Bey, Tanrı’nın vekili, Kâbe’nin bekçisi, tabii âlemde yaşayan tüm canlı cansız varlıkların diliyim. Vakit tamam. Kurtuluş vaktidir. Vakit tamam. Uyanış vaktidir.
​Güneş’in Oğlu suya uzun uzun bakmaktadır. Arslan Bey, suyun yüzeyinden yavaşça kaybolur. Suda binlerce kabarcık oluşur. Çevresinde bulunan her şey konuşuyordur.
​Bir taşa dokunur. Taş çatlar. İçerisinde bir yüzük bulur. O esnada Nun arkasındadır, onu izlemektedir. Yüzüğü parmağına takar. Taş bile dile gelir… Güneş’in Oğlu ve ondan olan herkesin kalpleri bir gecede yıkanıyordur. Güneş’in Oğlu’nun gözleri suyun göz bebeğini görür. O esnada Nun Güneş’in Oğlu’nun omzuna dokunur. Güneş’in Oğlu Nun’u gördüğünde yüzünde bir tebessüm oluşur.

​Nun: Suyun dibini görmeden yüzeyde ne olduğunu bilemezsin. Sen yeryüzünün kağanı, gökyüzünün bilgesi... Sen ve senden olanlar bu geceden itibaren korunacaksınız. Çünkü sizler Tanrı’nın yeryüzünde seçmiş olduğu, dünyayı iyileştirecek kullarısınız. Şimdi Güneş’in Oğlu, sen ve senden olanlar, senin soyundan can bulanlar, çok değil bir asır dünyaya hükmedeceksiniz. Kimileriniz seçilmiş lider, kimileriniz bilge kağan olacaklar. Her kim ki dünyaya kötülük getirmeye kalkar ise, karşılarında sizi bulacaklar. Onlar da sizler kadar özgür ve güçlüler. Önemli olan onlarla savaşarak değil, anlaşarak, barışarak doğru yolu göstereceksiniz. Orin kendisini yeryüzünün Tanrısı zannediyor. Çok değil yakın zamanda esir olan tüm mahlûkatlar özgür kalacak ve Orin’in tarafına geçecek. Orin, yeryüzünde kötülüğü yaymak için daha da güçlenecek.
​Güneş’in Oğlu, gözlerimin içine bak! Biz seni ve senden olanları özgür bıraktık. Onları da özgür bıraktığımız gibi. Bu dünya sizin ve onların arasında olan bir sınav. Dünyayı yeşertmek, yaşatmak istiyorsan sen de öldürmeyeceksin. Bu sınavda manevi, beşerî boyutta olanlar korunacak. Onlara gökyüzünü anlatacaksın. Yeryüzünde adaletli olmaları için insan olduklarını hatırlatacaksın.

Güneş’in Oğlu: Peki neden onlar ve biz?

​Nun: Kimse kimseden farklı olduğunu düşünmesin. Çünkü beden toprak olduğunda ruh, emsalinin bekçisi olacaktır.

Nun, Güneş’in Oğlu’nun gözlerine dokunur. Güneş’in Oğlu derin bir uykuya dalar. Yedi gün yedi gece sonra Güneş’in Oğlu uyanır. Yedi gün yedi gece bütün sırlara vakıftır.
​Mağaradan dışarı çıktığında Mirbal, Balmir, Rüzgârın Oğlu, Demir’in Oğlu ve Kâinat Ana kendisini dışarıda beklemektedir. Kâinat Ana, Güneş’in Oğlu dışarı çıktığı anda yanındakilere gökyüzünü işaret eder. O esnada gökyüzünde kuyruklu yıldız doğmuştur. Çok şiddetli bir rüzgâr eser. Bulutlar iç içe geçer. Güneş olabildiğince aydınlıktır. Herkesin gözleri kamaşır.
​Kâinat Ana’nın elinde bir anahtar vardır. Güneş’in Oğlu’na yaklaşır ve anahtarı ona teslim eder. Güneş’in Oğlu, Kâinat Ana’dan anahtarı alınca başını öne eğer. Kâinat Ana herkesin gözlerine tek tek bakar ve seslenir:

​Kâinat Ana: Sizler ayın hilal olmuş hâlisiniz. Güneş’in Oğlu ise sizin vücut bulmuş hâliniz, yani bir yıldız. Bundan sonra sancağınız Hilal ve Yıldız. Hepiniz birbirinizi tamamlıyorsunuz. Ne eksik ne fazla. Bu sancak yeryüzünde adaleti sağlayacak olan sancaktır.
​Güneş’in Oğlu elini kalbine koyar…
​Güneş’in Oğlu: Kâinat Ana, kardeşlerim, dünyamız evrende yaşayan milyonlarca yıldızdan bir tanesi. Ve yeryüzünün gökyüzü ile muazzam bir uyumu var. Dünyamızı diğer yıldızlardan ayıran en önemli özelliği ise, evrendeki her şey dünyamızın kaderine bağlı olarak yaşamlarını devam ettirmektedirler. Ve her birinin bir görevi vardır. Ve her biri biz yaratılan insanoğlunun emrindedir. Dünyamızı yedi gezegen korumaktadır ve her gezegenin evrende tutan ve görevini yapmasını sağlayan yedi katı vardır. Bu yedi gezegenin görevi; dünyaya meteor çarpmasını engellemesinden, güneşin patlaması sonrası zehirli ışınlarından, dünyamızdaki yer çekiminin oluşmasından, mevsimlerin oluşmasına, doğumumuza, soylarımıza, kültürlerimize, hislerimize, kaderlerimize, boyutlar arası düşüncelerimize, enerjimize, yaşımıza, dışarıdan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı savunmamıza yardımcı olan ve her biri kendi içerisinde yedi gezegene bağlı olan bir sistemin parçasıdır. Çünkü Tanrı yeryüzünü bu sistem içerisinde yaratmıştır.

Kâinat Ana: Yani Güneş’in Oğlu, yedi rakamı, Tanrı’nın bize sunmuş olduğu bilinmezlikler içerisindeki en önemli, insanoğluna sunmuş olduğu anahtardır diyebiliriz. İnsan bir dünya ise, evren insanın neresindedir?

​Güneş’in Oğlu: Kâinat Ana, insan bir dünya ise evren insanın kalbindedir. Sonsuz düşünceler, hisler barındırır. İnsan düşündükçe kâmildir. İnsan düşündükçe aklı selimdir. Kâinat Ana, kardeşlerim, beni iyi izleyin ve benim yaptıklarımın aynısını yapın. Belki bugün ilk kez bunları duyacak ve şahit olacaksınız.
​Güneş’in Oğlu yüzünü işaret eder ve saymaya başlar... Elleri ile iki gözünü, sonra iki kulağını, sonra burnuna ve ağzına dokunur. Aynı anda herkes Güneş’in Oğlu’nun yaptığını yapmaktadır. Güneş’in Oğlu herkesin gözlerinin içine bakar ve konuşmasına devam eder:
​Güneş’in Oğlu: Başımızda bulunan gözlerimiz (2), kulağımız (2), burnumuz (2), ağzımız (1) toplam sayısı da yedi’yi vermekte ve her birinin dünyaya konumlanan yedi gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün) gibi ayrı bir görevi vardır. Görüyor musunuz kardeşlerim, evrenle benzer, toplamda yedi tane görevi olan duyu organımız var. Başımızda bulunan duyu organlarımızı saydığımızda 7 rakamı bir işarettir. Üstelik bedenimizde bulunan otuz üç omuriliğinden sadece yedi tanesi başımızı tutmaktadır. Evren ile ne muazzam bir benzerlik! 7 rakamı Tanrı’nın şifresidir. Üstelik yaradılıştan bu zamana bütün halkalar birbirine kenetlenmiştir. İnsan aradığı ve olmak istediği kişiyi her zaman bulur. Çünkü insan evren gibi derin düşündükçe sonsuz bir varlıktır.
​Kâinat Ana: Tatlı su ve tuzlu suyu birbirine karıştırmayan, insanı insandan ayırmayan Ulu Tanrı’ya şükürler olsun.
​Herkes sağ elini kalbine koyar ve Güneş’in Oğlu zirveden Hisar Vadisi’nde bulunan kardeşlerine seslenir:
​Güneş’in Oğlu: Biz ve bizden olan Ulu Tanrı’nın Aslanları, Adalet Orduları, siz Zülkarneynler, bir gün hepimiz sır olup yeryüzünde anılacağız. Ve her birimiz dünyanın bir yerinde birbirimizden habersiz yaşamlarımızı sürdürürken uyanacağız. Kimsenin kimseden üstünlüğü olamaz. Size verilen gücü ancak sevgi güçlendirir. Sevgimizle başaracağız. Siz ilimle kuşatılmış, yeryüzünde kudret sahibi olmuş biz ve bizden olanlar, siz Zülkarneynler; şafak vaktinde yolumuz vardır. Kâbe’de ise seher vaktidir. Tabii âlemde yaşayan tüm canlı cansız varlıkların dili olmak için, adalet için, insanlık için vicdanlarınızın sesini dinleyerek, masum insanları sevgimizle koruyarak, kötü kalpli insanları sevgimizle kuşatarak, "Zafer benimdir!" diyebilir misiniz?
​Güneş’in Oğlu iki ellerini gökyüzüne kaldırır ve milyonlarca insan hep birlikte "Huuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu…" diye evrene seslenir. Yeryüzünde bu ses yedi kıtadan duyulur. Sesi duyan herkeste huzur hâkimdir. Yeryüzünde olan tüm canlılar hareket hâline geçer.
​Orin, Kral Sargon ve Kahin sesi duyduklarında yüzlerinde öfke ve kötülük hâkimdir. Sesi duymak istemedikleri için kulaklarını kapatmışlardır. Sevgiden doğan bu ses onları çok rahatsız etmiştir. Köleler ve Nordic sesi duyduklarında gözyaşlarına hâkim olamamışlardır. Arslan Bey kölelere seslenir:

​KUTSAL KÂBE VAHABİ KRALLIĞI

Arslan Bey: Bu bir işarettir. Kalpleri Kâbe’de olanların sesidir. Artık her biriniz köle değil, görevlisiniz. Kudüs halkına, Kâbe halkına ve dünyada bulunan herkese haber göndermelisiniz. Artık köle değilsiniz. Şükürler olsun, çok yakın zamanda Kâbe’de bir seher vakti kurtuluşumuz olacaktır. Ya bizimle iyiliği temsil edecekler ya da bizsiz olup kötülerle Tanrı Dağı’na hapsedilecekler.
​Kahin, Kral Sargon ve Orin çok öfkelidir. Orin öfkesini halktan ve kölelerden çıkarmaktadır. Mekke’de özellikle çocukları ve kadınları bir araya toplar. Orin ve Kahin, kalabalığın içinde hepsinin ayaklarına bakmaktadır. İçlerinden ayak ikinci parmağı uzun olanları on üç elçisine teslim eder. Anıtın hemen alt katında zindanlar vardır. Kalabalığın içinde bazı köleler tanınmamak için ayak ikinci parmaklarını ezmişlerdir.
​Kalabalığın içerisinde Arslan Bey Orin’in dikkatini çeker. Yanına yaklaşır. Ayak başparmağının yanındaki ikinci parmağın uzun olduğunu fark eder. Kahin Orin’in arkasından Arslan Bey’e yanaşır. Kahin, Arslan Bey ile konuşur:

​Kahin: Köle, adın nedir?

Arslan Bey: Beni tanıdığını düşünüyorum, Kahin.
​Kahin ve Kral Sargon yüz yüze gelirler. Kral Sargon, Arslan Bey’in kim olduğunu söylemesi durumunda başına neler geleceğini biliyordur. Kahin Kral Sargon’a bakar ve Sargon ile konuşur:

​Kahin: Kral Sargon, bu kölenin adı nedir? Ne zamandan beri burada yaşıyor?

​Kral Sargon: Adını bilmiyorum. Uzun zamandır sarayın kölesi kendisi.

​Kahin, Kral Sargon’a yavaş adımlarla yüz yüze gelir. Kral Sargon’un nefesi kesilir.

​Kahin: Vay vay, Kral Sargon! Sen neden bu köleden korkuyorsun? Sana son kez soruyorum, adın ne?

​Arslan Bey: Ben Arslan Bey. Peki Kahin, sen kimsin?
​Orin sinirlenir, öfkeyle Arslan Bey’e yanaşır. Kılıcını çeker. Kahin durumu fark eder, Orin’i durdurur.

Orin: Bu ne cüret! Diz çök köle!
​Arslan Bey diz çökmez. Orin’in sarı yılanı Arslan Bey’e yanaşamaz. Sarı yılan Arslan Bey’den korkuyordur. Kahin, Arslan Bey’in burada köle olmanın dışında farklı bir gizeminin olduğunu anlar.

​Kahin: Ben kötülüklerin efendisiyim. Peki sen Arslan Bey, sende olan bu güç nedir? Yılan neden korkuyor? Anlatacak mısın? Bana kim olduğunu söylersen seni öldürmeyeceğim. Söylemez isen seni ve sana en yakın olan herkesi öldüreceğim.
​Arslan Bey: Bu bir tehdit mi? Dünya, yeryüzü hepimize ait bir yer. Kaç asırdır esir aldığın bu insanları neden serbest bırakmıyorsun?

​Kahin: Bırakmazsam ne yapacaksın?
​Orin, Arslan Bey’in gözlerinin içine bakar:
​Orin: Herkesin gözü önünde sana azabımı yaşatırım.
​Arslan Bey: İkinizi de öldürmek isterdim. Önce anlaşma. Ya iyi olacaksınız ya da sen, adamların ve iletişimde olduğunuz varlıklarla birlikte sizleri karanlığa hapsedeceğiz. Bugün beni öldürdüğünde gideceğim yer Tanrı’nın evi olacak. Siz beni öldürdüğünüzde gideceğiniz yer hakkında bir fikriniz var mı?
​Kahin, Arslan Bey’in kim olduğunu anlamıştır. Orin’e bakar. Sonra Kral Sargon’a bakarak konuşmasına devam eder:

​Kahin: Orin, bu adam bir gözcü. Kral Sargon bu adamın kim olduğunu biliyor.

​Orin: Muhafızlarım! Kral Sargon’un eşini ve kızını getirin bana.
​Arslan Bey düşüncelidir. Bir süre sonra Neva ve Nordic alana gelirler. Neva ve Nordic önce Kahin’e, sonra Arslan Bey’e bakarlar. Orin kılıcını çeker. Arslan Bey diz üstü, başını öne eğerek dururken Orin, Neva ve Nordic ile konuşur:

​Orin: Nordic, bu köle kim?

​Nordic: Karanlıkların efendisi Yüce Orin, benim bir köle ile işimin olmadığını sen gayet iyi biliyorsun. Bırak o zavallı köleyi…

​Orin: Sen köle, kenara geç. Buraya gel Neva. Diz çök. Başını öne eğ. Kral Sargon, kim bu köle?
​Kral Sargon: Ne yapmak istiyorsun Orin, üstelik halkımın gözü önünde? Krallığımın ne önemi kaldı? Bu köleler sayesinde anıtını inşa ettirdim. Ne çabuk unuttun.

Kahin: Kes çeneni Kral Sargon! Yerin yedi kat altında cehennemi görmek istemiyorsan, bu adamın kim ve kim tarafından korunduğunu ve bize nedenini açıkla. Yoksa Neva senden önce gidecek.

​Orin: Son kez soruyorum. Bu köle kim?
​Orin kimseden cevap alamayınca kılıcını çeker ve Neva’nın tam başını gövdesinden ayırmak üzereyken, Arslan Bey ellerindeki zincir ile kılıca hamle yapar. Kılıç Orin’in elinden düşer. Kılıcı alan Arslan Bey önce Kahin’in kalbine saplar ve sonra Kral Sargon’u konuşmaması için öldürür. Kahin ve Kral Sargon kanlar içinde yerde kalmıştır. Nordic ve Neva korku ile Arslan Bey’e bakıyordur. Orin, Kahin’in ölmesinden hiç rahatsızlık duymamıştır.
​Muhafızlar kılıcı Arslan Bey’in elinden alır. Arslan Bey’i iki elinden tutarlar. Orin, Nordic ve Neva ile göz teması kurar. Orin, Arslan Bey’in çenesinden elleri ile tutar, onu göğe yükseltir. Nordic ile konuşmasına devam eder:

​Orin: Nordic, baban öldü ve sen hiç üzülmedin. Gerçi bana benziyorsun. Kahin de benim babam sayılırdı. Üzüldüm diyemem. Ben bu adamın kim olduğunun cevabını hiçbirinizden alamadım. Son kez bu adamın yaşamasına izin vermemi istiyorsanız, bu adamın kim olduğunu bana söyleyin. Bendekiler bir şey söylüyorlar ama pek inanasım gelmiyor.

​Nordic: Sendekiler…

​Orin: Bende olan, sende olmayanlar Nordic… Eee, tabii senden bir erkek çocuğum olduğunda onların efendisi oğlumuz olacak. O da bilecek. Ama sen yine bilmeyeceksin. Yani istersen bize katılabilirsin. Mesela, sana güvenmem için bu köleyi öldürmeni istiyorum.

​Nordic: Öldürmemi mi? Üstelik bir köleyi. Madem öyle, kılıcı bana ver Orin. Köle nasıl öldürülürmüş gör.
​Neva: Yapma kızım! Sen hayatın boyunca kimseyi öldürmedin.

Orin: Kapa çeneni Neva! Sanki kırk yıllık eşiymiş gibi davranıyorsun. Altı üstü bir köle. Kılıcı al ve kalbine sapla.
​Nordic kılıcı eline alır. Arslan Bey, kızı Nordic’in kendisini kurtarmak için Orin’i öldüreceğini anlamıştır. Kızı Nordic ile göz teması kurar. Arslan Bey, kızının hayatını tehlikeye atmak istemez. Arslan Bey, Orin’in boynundaki yılanla göz teması kurar. Muhafızların elinden kurtulur ve eliyle Orin’in boynundaki sarı yılanın başını koparır.
​Orin sarı yılanın öldüğünü gördüğünde öfkesine yenik düşer ve kılıcı Nordic’in elinden alır, Arslan Bey’in kalbine saplar. Arslan Bey dizlerinin önüne çöker ve yere yığılır. Başını öne eğmez ve kızı Nordic’e tebessüm ediyordur. Arslan Bey orada can verir.
​Köleler, Arslan Bey’in anlattıklarını düşünerek isyan etmezler. Nordic, babası Arslan Bey’i kanlar içinde görünce güçlükle ayakta duruyordur. Babasının Sevr mağarasındaki söylediği sözler aklına gelir. Neva, Arslan Bey’in yerde cansız bedenini gördüğünde gözyaşlarını akıtmamak için dişlerini sıkar. Neva, ikinci kez aynı kaderi yaşamıştır. Eşkıyaların annesini ve babasını katlettiği an gözlerinin önüne gelmiştir. Orin’e nefreti artmış ve onu öldürmek istemiştir. Orin aslında nefreti, düşmanlığı, kötülüğü nasıl yayacağını herkesten iyi biliyordur. Çünkü akan her kan nefreti artırır. Orin karanlıktan ve kandan besleniyordur.
​Nordic, Orin’in göz bebeklerine bakar. Orin sarı yılanı eline alır. Nordic sarı yılan öldüğü için içindeki sıkıntıyı fark eder.

​Nordic: Orin, bir köle için en sevdiğin yılan canından oldu. Değer miydi? Üstelik bana vazife olan bir köleyi sen nasıl öldürürsün! Şimdi yarım kalan işimizi tamamlayalım. Nerede kalmıştık? Kölelerin ayaklarına tek tek ben bakacağım. Hepsini zindana kelepçeleyeceksin. Onlarla ilgili kararı ben vereceğim. Anlaştık mı, Orin?
​Orin her ne kadar Nordic’e güvenmese de Nordic’e tam yetki verir. Nordic, babası Arslan Bey’e yeni kavuşmuşken ölmesine çok üzülmüştür. Ve bu ölümü bir sebebe bağlayıp öfke duymamış ve isyan etmemiştir. Çünkü bir seher vakti kendisini ve halkını kurtaracak kişi, Güneş’in Oğlu’nu beklemektedir.

TANRI DAĞI HİSAR VADİSİ
​3 ay sonra...

Binlerce kuş, Hisar Vadisi’nde, Kâbe’ye doğru hareket edecek Adalet Ordusu’nun üzerinde uçmaktadır. Kuşların çıkardığı ses, Balmir ve Mirbal’a Arslan Bey’in öldüğünün haberini vermiştir. Balmir ve Mirbal’ın göz bebeklerinden birer damla yaş toprağa düşer. O esnada Güneş’in Oğlu gökyüzüne bakar ve binlerce yağmur damlası gökyüzünden göz bebeklerine düşmektedir. Artık sefere çıkma vaktidir.
​Kâinat Ana, salgından korunmak ve toplumları iyileştirmek için hazırladığı şurupları Güneş’in Oğlu’na verir. Deniz Ana oğluna sımsıkı sarılır. Güneş’in Oğlu zırhını giyer, çift boynuzlu geyik miğferini takar. Kılıcını kalbinin hizasından zırhına yerleştirir. Atına biner. Önce Kâinat Ana’ya, sonra Hisar Vadisi’nde onları uğurlayan kadın ve çocuklara tebessüm eder. O esnada küçük kız çocuğu Yağmur ile yüz yüze gelirler. Yağmur, Güneş’in Oğlu’na seslenir:

​Yağmur: Düşen her yağmur tanesi kurtarılmayı bekliyordur. Önce onu kurtar, sonra nicelerini…
​Güneş’in Oğlu Yağmur’a tebessüm eder. Eliyle kardeşlerine işaret eder. Hilal ve yıldız simgeli sancaklar açılır, ordu hilal pozisyonu alır. Güneş’in Oğlu en öndedir. Atı şahlanır. Yeryüzü bir anda aydınlanır. Ordusuna seslenir ve hareket ederler:

​Güneş’in Oğlu: Gecenin sahibi, gündüzün hâkimi Ulu Tanrım, göster ki sevgimizi, kâinat sahipsiz olmadığını bilsin!
​Güneş’in Oğlu ve ordusu, Tanrı Dağları’ndan Babil Krallığı’na doğru hareket eder.
​Babil Kralı Nimrud, kendi tanrılarına ulaşmak için bir kule inşa etmiştir. Tüm gücünü Kahin’in ona öğrettiği sihirden almıştır. Birden fazla tanrıya tapan Babil Kralı, karanlığın efendisi Orin’in sağ koludur. Son derece acımasız ve zalim olan Nimrud, sadece kendi halkına değil, çevresindeki diğer kavimlere de zulmetmiştir. Dünyanın en güçlü ordusuna sahip olan Babil Kralı Nimrud, aynı zamanda ordusunun da komutanıdır. Salgın nedeniyle Babil halkı ve Kral Nimrud’un ordusu hasta ve yorgun düşmüştür. Kral Nimrud’un Sami halkına zulmü gün geçtikçe artmıştır. İnandıkları tanrıları ve baş tanrıları Marduk onları kurtaramamıştır. Halk, Marduk Tanrısı’na olan inançlarını yitirmiş ve güneşin doğacağı günü hissetmekte, beklemektedir.
​Güneş’in Oğlu, kardeşleri ve ordusu ile Babil’e yakın bir yer olan Asur’da dinlenmek için dururlar. Babil Kralı’na bağlı muhafızlar, büyük bir ordunun Asur’da toplandığını görmüşlerdir. Babil Kralı’na olanları anlatmak için yola koyulurlar. Güneş’in Oğlu, zifiri gece karanlığında kardeşleriyle birlikte yıldızları izleyerek sohbet etmektedir.

Güneş’in Oğlu: Her şey Nuh’un gözyaşına düşen tek bir gözyaşı damlası ile başlamıştı. Her şeye rağmen Tanrı dünyayı baştan yarattı. Balmir, bana Babil’i anlatır mısın?

​Balmir: Güneş’in Oğlu, Babil halkının inanışına göre insanlar rüzgârın önüne katılarak bir yerde toplanır. Buraya sonradan Babil denir. Babil’de insanlara Tanrı tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgârlarla geldikleri yere dağıtılır. Baş tanrıları Marduk idi. Babil efsanelerine göre Marduk, ejderha Tiamat ile dövüşüp onu yener. Yeri, göğü ve insanoğlunu yarattığı inanılan Marduk’un yeryüzündeki temsilcisi kraldı. Marduk dışında toprak, su, gökyüzü, Güneş ve Ay tanrıları gibi tanrılara taparlardı. Ama en büyük tanrıları adını imparatorluğun başkentine verdikleri Asur’du. Babil’in Kralı Nimrud’dur. Ayrıca ordunun önde gelen komutanlarından biridir. Kral Nimrud oldukça zeki, bir o kadar da acımasız ve zalimdi. Kötülüklerin efendisi Orin’in de sağ koludur. Dünyanın en güçlü ordularından birine sahiptir. Kendi tanrılarına ulaşmak için Babil Kulesi’ni inşa ettirdi. Tanrı, kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller.
​Güneş’in Oğlu, etrafına bak. Çorak Mezopotamya çölünün tam ortasında yer alan bir yer. Çölün ortasında yer alan Babil’in Asma Bahçeleri; ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir. Bahçeler, birbiri üzerine yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Düşünen insan, üreten insandır. Demem o ki
Güneş’in Oğlu, Babil halkı kendi cennetini yarattığı gibi cehennemini de hazırlamıştır.
​Güneş’in Oğlu, yıldızlara bakarak Balmir’i dinlerken ayağa kalkar. Etrafına bakar, o esnada kardeşleri de ayağa kalkarlar. Güneş’in Oğlu konuşmaya devam eder:
​Güneş’in Oğlu: Babil Tanrıları, Babil Asma Bahçeleri, Babil Kulesi… Ne tuhaf değil mi? Halkının bunlara inanıyor olması bir seçim… Ya da baştakinin düşüncesi ne ise, gövdesi de odur diyebiliriz. İnsanlar yaşam boyunca hep bir arayışta ve hep bir kurtarıcı bekliyorlar. Ama şu bir gerçek: Tek kurtarıcının kendileri olduklarını asla bilmiyorlar. Dünyanın var oluşuna baktığımızda değişmeyen tek bir gerçek var: Krallar ve yarattıkları tanrılar. Bu düşünceler milyonlarca yıl sonra bile değişmeyecek. Oysa ki dünyanın ana dili sevgi, yaşamın ise en büyük yasası "Öldürmeyeceksin." Neyse, yarın öğlen Babil Kralı ile görülecek bir hesabımız var. Kral Nimrud’u tahtından indirip halkın içerisinde adaletli birisini başa getirmeliyiz.
​Rüzgârın Oğlu, Güneş’in Oğlu’nun omzuna eliyle dokunarak onay verir. Balmir’e bakarak konuşmasına devam eder:

​Rüzgârın Oğlu: Kaderlerini değiştirmeye gücümüz yetmeyebilir ama krallarını, medet umdukları tanrılarını değiştirebiliriz.

​Balmir: Krallarını ve tanrılarını değiştirdiğimizde kaderlerini değiştirmiş olmuyor muyuz?

​Güneş’in Oğlu: Bazen sessizce beklemek kadere refakat etmektir. Doğum ve ölüm dışında insanın kaderi kendi elindedir. Mucize kendiliğinden oluşmaz, çaba gerekir. Çok çalışmak gerekir. Mucize insana sunulmuş bir meyvedir. Kolay yoldan bir şeye sahip olamaz insan. Yaşamın tüm gereksinimlerini bilmesi, öğrenmesi ve keşfetmesi gerekir. Bu yüzden insan hayatı bir ağaca benzer. Dört mevsim geçmiştir üzerinden... Dalları kırılsa da sarsılmaz, yine meyvesini verir. İnsan da bir ağaç gibi olmalı. Her şeyin farkında olmalı. Kökü öyle derinlere salmalı ki tek başına kalsa da yıkılmamalı ve asla mucize bekleyerek yaşamamalı. Mucize insanın ta kendisidir. Ve yaşam bir tecrübe sanatıdır. İyisi, kötüsü, doğrusu, yanlışı; bunlardan çıkarttığımız sonuçların toplamıdır. İnsanız; kimse dört dörtlük değil. İstenmeyen olaylar bizi uçuruma sürükleyebilir. İşte tam o an, durup arkana bakmadan manzarayı izleyip, iyi sonuçlar verecek, doğruluk ve iyilik adına sürükleyici hedefler belirlenmelidir. Sonuç: yanlışı yenen doğrular olmalıdır. Bedelini ödemekten korkmadığımız hataları kabullenmeli, yaptığımız iyilikleri sır gibi saklamalı, yargılamamalı, doğruyu teneffüs etmeliyiz... İnsanız, insanı sevmeliyiz. Umut ediyorum, biz gibi düşünenler aynı felsefe ile yaşamda var olurlar.
​Mirbal, Güneş’in Oğlu’nun sarf ettiği sözlere cevap verir:
​Mirbal: Güneş’in Oğlu, söylediğin bir söz ile belki yarınlara umut, denizlere mehtap oluruz. Lâkin söylediğimiz, söylenmemişliklerin sözü manasında... Aya ışık, Güneşi de yakan ateş oluruz. Nasıl olsa bir gün, yıldızların gölgesinde "Cennet-i Mehtap" oluruz.
​Güneş’in Oğlu, Rüzgârın Oğlu, Balmir, Mirbal ve Demir’in Oğlu ellerini birbirlerinin bileklerine sararak sımsıkı tutarlar. Güneş’in yeryüzünü aydınlattığı vakit Babil’e doğru yola koyulurlar.

​BABİL KRALLIĞI

​Babil Krallığı’na bağlı muhafızlar Asur’dan Kral Nimrud’un sarayına gelirler. Kral Nimrud elçileri ile sarayda oturmaktadır. Baş muhafız kralın odasına gelir, heyecanlı ve yüksek sesle Kral Nimrud’a seslenir:
​Muhafız: Yüce efendileri, yüce efendileri Kral Nimrud! Sayılarını tam olarak bilmiyorum. Uçsuz bucaksız bir ordu Asur’da toplanmış, bize doğru geliyorlar.

​Nimrud: Sen ne diyorsun, Muhafız? Ne cüretle topraklarımıza gelebiliyorlar? Kim bunlar?
​Muhafız: Efendim, başlarında geyik boynuzu olan, iri yapılı, omuzları geniş, gözleri hafif çekik, sancakları hilal ve ay olan bir ordu. Ve üstelik atları bizim atlarımızdan daha heybetli, orduları ise çok donanımlı.

Nimrud: Muhafız, sen ne söylediğinin farkında mısın? Bu topraklara nice ordular geldi, sonlarının ne olduğunu sizler gördünüz. Tanrılarımız şahittir, bizim gücümüzün üstünde bir güç düşünemiyorum. Muhafızlar... Elçiler... Hasta, yaşlı, kadın, çocuk demeden hazırlıklara başlayın, savaş pozisyonu alın.

Muhafız: Emriniz olur, Kralım. Fakat siz de biliyorsunuz ki salgın yüzünden çok ağır hastalarımız ve kayıplarımız var.

​Kral Nimrud: Muhafız... Muhafız... Seni bir daha uyarmayacağım. Sen Tanrılarına ve Kralına karşı mı geliyorsun?

​Muhafız: Yüce efendi Kral Nimrud…
​Kral Nimrud: Muhafız, sus! Derhal hasta, yaşlı, çocuk, kadın ayırt etmeden savaş pozisyonuna geçin. Bu bir emirdir. Elçiler hazırlanın. Tanrılarımız şahittir, bu topraklar düşmanlarımızın mezar yeridir.
​Kral Nimrud ve ordusu savaş pozisyonu almışlardır. Kadın, yaşlı, çocuk, hasta ayırt etmeden Babil savaş meydanında Güneş’in Oğlu ve ordusunu beklemektedirler. Güneş’in Oğlu ve ordusu Babil’e yaklaştığında gökyüzünde akbabaları görürler. Rüzgârın Oğlu, Güneş’in Oğlu’na seslenir:

​Rüzgârın Oğlu: Güneş’in Oğlu, ters giden bir şeyler var.

​Balmir: Aynı şeyi düşünüyoruz. Sanırım birileri Kral Nimrud’a geldiğimizi haber etti.
​Güneş’in Oğlu: Kardeşlerim, biz buraya savaşmaya değil, barışmaya geldik. Biliyorsunuz yasamız: "Öldürmeyeceksiniz." Biz burada sevgimizle gönülleri fethetmeye geldik. Bu topraklarda nice savaşlar oldu. Biz Babil halkı ile savaşırsak ne farkımız kalacak onlardan? Kardeşlerim… Siz barışın elçilerisiniz. Yolumuz zor ve engebeli. Düşünceleriniz yaşayacak olduğunuz olayların anahtarıdır. Bakalım Kral Nimrud bizimle savaşmayı göze alacak mı?
​Babil’e yaklaştıklarında sayıca aynı olan bir ordu karşılarında görürler. Gökyüzü kızıl bir renk almıştır. Güneş’in Oğlu ordusunun hilal pozisyonu almasını ve o şekilde beklemesini ister. Kral Nimrud’un ordusu ile karşı karşıya gelirler. Kral Nimrud en önde olan Güneş’in Oğlu’nu izlemektedir. Güneş’in Oğlu’nun atı şahlanır ve Kral Nimrud’a doğru yavaş yavaş ilerlemeye başlar. Kral Nimrud, Güneş’in Oğlu’nun ne yapmak istediğini anlamaya çalışır. Ordusuna savaş pozisyonu almasını ister. Binlerce akbaba gökyüzünde iki ordunun üzerinde uçmaktadır. Kral Nimrud ordusuna el işareti vermeden hareket etmemelerini ister. Güneş’in Oğlu ile Kral Nimrud karşı karşıya gelmiştir. Kral Nimrud, Güneş’in Oğlu’na seslenir:

​Kral Nimrud: Kimsin? Ve neden buradasınız?
​Güneş’in Oğlu: Kral Nimrud, ben Tanrı’nın yeryüzünde görünmeyen ordusuyum. Ben aydınlıkların efendisi, adaletin temsilcisi, Nuh’un torunu Yafes’in oğluyum. Ben buraya savaşmaya değil, seninle barışmaya geldim.
​Kral Nimrud önce ordusuna bakar, sonra Güneş’in Oğlu’na döner, gözlerini kısarak kahkaha atar:

Kral Nimrud: Madem öyle, bu arkanda olan ordu… Eee, şu kafandaki garip boynuz ve sol kalbinin altındaki kılıç bana hiç barışçıl gelmiyor. Tanrı’nın görünmeyen ordusuymuş. Tanrın kim senin?

​Güneş’in Oğlu: Ulu Tengri. Yeryüzünün, gökyüzünün hâkimi. Senin ve benim Tanrım. Tanrı tektir. Ordusu da tektir. Seninle savaşmaya gelmedim. Başımdaki boynuz doğunun ve batının sahipliğini, yüceliğini, büyüklüğünü anlatır. Sen ve ben, biziz. Kılıcıma gelince, o adaletin keskin kılıcıdır. Yeryüzünde zulüm gören insanların kılıcıdır. Kral Nimrud, halkın hasta ve yorgun. Bırak onları iyileştireyim. Karşılığında köleleri serbest bırakacaksın. Adaletli olacaksın. Uydurma tanrılarınla halkına zulüm yapıyorsun, onları etkilemek için sihir ve büyü kullanıyorsun. Halkını kandırmaktan vazgeç.

​Kral Nimrud: Vazgeçmezsem ne olur? Ben Kral Nimrud, Tanrıların Kralı Nimrud… Sen beni tehdit mi ediyorsun?

Güneş’in Oğlu: Sana meydan okuyorum. Benimle sen savaşabilirsin. Ordularımızı bu işe karıştırmayalım. Madem öyle, tanrılarına güveniyorsun, cesaretin var ise önce biz savaşalım. Sen kazanırsan ordum senin emrinde olacak. Ben kazanırsam sen benim istediklerimi yapacaksın. Eeee tabii korkuyorsan halkını, çocuk, yaşlı demeden arkana almayacaksın. Kral Nimrud’muş…
​Kral Nimrud ve Babil halkı, Güneş’in Oğlu’nun sözleri karşısında çok etkilenir. Ve ellerindeki okları, kılıçları yere bırakırlar. Kral Nimrud arkasına baktığında Güneş’in Oğlu ile savaşmak zorunda kalır. İkisi de atlarından inerler. Kral Nimrud, Güneş’in Oğlu ile savaşmaya başlar.
​Kılıçları çarpıştığında gökyüzünde binlerce ebabil kuşu belirir. Akbabalar bir anda gökyüzünde kaybolurlar. Kral Nimrud’un halkı gökyüzünde olanları şaşkınlıkla izlemektedirler. Kral Nimrud öfkeyle saldırmaya devam eder. Güneş’in Oğlu onu öldürmek istemez, hep savunma halindedir. Nimrud kılıcı Güneş’in Oğlu’nun kılıcı ile bir daha çarpıştığında Kral Nimrud’un kılıcı ortadan ikiye ayrılır. Güneş’in Oğlu kılıcını Kral Nimrud’un boğazının altına dayar. Kral Nimrud halkına seslenir:

Kral Nimrud: Ne duruyorsunuz? Elçiler, muhafızlar, öldürün bu adamı!

​Güneş’in Oğlu: Kaybettin, Orin’in sağ kolu Kral Nimrud. Sen ve senin tanrıların kaybetti. Sözünde durmanı bekliyorum.

Güneş’in Oğlu, Kral Nimrud’a diz çöktürür ve Babil halkına seslenir:

​Güneş’in Oğlu: Kardeşlerim, biz sizlerle buraya savaşmaya gelmedik. Sizinle barışmaya geldik. Ulu Tanrı şahittir ki kadınlarınızı, çocuklarınızı, yaşlılarınızı korumaya geldik. İstesem kralınızı şu an öldürebilirim. Ama bizim kılıcımız adaletin keskin kılıcıdır. Doğruyu, dürüstlüğü, çalışkanlığı, adaleti temsil eder. Sizin kılıcınız kan, gözyaşı, nefreti, kötülüğü işaret eder. Her şeye rağmen biz yeryüzünü sevgimizle kuşatmaya geldik. Bakın, ters giden bir şeyler var. Salgından dolayı hastasınız, yorgunsunuz. Sizi iyileştirmeye geldik.
​Babil halkının içerisinde yaşlı bir adam kılıcını yere atar ve birkaç adım öne gelir. Yüzünde ve vücudunda salgından dolayı yaralar vardır. Üstelik çok bitkin ve hastadır. Güneş’in Oğlu’na yaklaşır. Gözlerine uzun uzun bakar ve sonra Güneş’in Oğlu ile konuşur:

Yaşlı Adam: Salgından dolayı çok insan öldü. Bak, ben de hastayım. Yorgunum. Bitkinim. Hasta olan bir kişi kırk gün sonra ölüyor. Ve vaktim çok az kaldı. Diyelim ki sana inandık. Nasıl iyileştireceksin bizi?
​Güneş’in Oğlu, miğferinden bir şurup çıkarır:

​Güneş’in Oğlu: Bu su, Tanrı’nın bize bahşettiği şifa suyu. Orduma bakın, üstelik halkımdan bir kişi dahi hasta değil. Şifa suyundan bir yudum almanı istiyorum.
​Yaşlı amca şuruptan bir yudum alır. O esnada kendini çok iyi hisseder. Yüzündeki yaralar bir anda iyileşir. Yaşlı amcayı gören Babil halkı, Kral’ın elçileri, ellerindeki kılıçları, okları yere bırakır. Güneş’in Oğlu’na diz çökerler.

​Güneş’in Oğlu: Babil halkı, benim karşımda diz çökmeyin. Benim gücüm bu dünyada geçerli ve kalıcı değildir. Başınız her zaman dik, kalbiniz sevgi dolu olsun. Beni güveninizle onurlandırdınız, ben ise sizi adaletimle cesaretlendireceğim. Sen Kral Nimrud, kötülerin efendisi Orin’in sağ kolu, artık halkına zulüm edemeyeceksin. Kardeşlerim Babil halkı, sizler bizlerin kardeşisiniz. Tek emir: Öldürmeyeceksiniz. Tanrı sizi korusun.
​Babil halkı ve Zülkarneyn ordusu kucaklaşır ve hep birlikte "TANRI SİZİ KORUSUN!" diyerek Babil şehrine doğru yola koyulurlar. Kral Nimrud çölde yapayalnız kalmıştır. Babil’e geldiklerinde, halkın içinde söz sahibi olan bir köleyi adaleti temsil etmesi için Güneş’in Oğlu Babil Krallığı’na emanet eder. Rüzgârın Oğlu, Demir’in Oğlu, Balmir ve Mirbal halka bildikleri doğruları ve her türlü ilmi öğretmeye başlarlar. Kısa süre içinde Babil Halkı iyileşir ve Babil’e çöken kötülüğün yerini huzur ve iyilik alır. İnsan fıtratında neyi temsil ederse ona dönüşür. Güneş’in Oğlu iyiliğin temsilcisidir. Babil halkının kalplerinde güneş doğmuştur.

​KUTSAL KÂBE VAHABİ KRALLIĞI

Orin ve on üç adamı, üzümlerin yeşerdiği ve kötülüğün dünyaya hâkim olacağı günü beklemektedirler. Orin her gün bir kurban seçip Kâbe’de kan akıtmakta ve nefretin ateşini Kâbe’de yakmaktadır. Dünyanın her yerinde kaos, kötülük hâkim olmaktadır. İnsanlar birbirini öldürmekte, her evde bir nefret doğmaktadır. Sirius gezegenine hapsolmuş bütün mahlûkatlar, kötülüğün yayılmasıyla artık özgürdür. Yeryüzünde her evde insanları rahatsız etmekte, insanlar cinnet geçirmektedir. Orin bütün olanları kahkaha ile izlemektedir.
​Bir gece Orin rüyasında Kahin’i görür. Kahin Orin’e, "Çok yakın zamanda üzümlerin olgunlaşacağı, dolunayın doğacağı gün dikkatli ol Orin," diye seslenir. Orin rüyasından uyanır. Orin uyurken on üç adamı asla uyumazlar. Etrafında bir daire kurarlar, her birinin elinde mum ışığı vardır. Orin uyandığında mumlar söner. Üstelik anıtın en yüksek tepesinden Sirius gezegenine bakarak uyumaktadır. Uyandığında on üç adam mumları söndürür. On üç adamın yüzlerine tek tek bakar ve on üç adamına öfkeyle seslenir:

​Orin: Bu gece Mekke’ye gidin. Her yedi evden birini yakın. Dolunay doğmadan karanlık çöksün gökyüzüne. Aydınlanmasın gece. Ateş çöksün şehrin üzerine...
​Orin’in on üç adamı her yedi evden birini ateşe verir. İçeride çocuklar, yaşlılar, kadınlar can verirler. Halk büyük korku ve panik yaşamaktadır. Orin anıttan şehrin üzerindeki ateşi izlemektedir ve gökyüzüne bakarak seslenir:

Orin: Tanrı’ymış. Tanrı benim! Ben yaşatırım. Ben öldürürüm. Her şeyin sahibi benim!
​O esnada anıtın etrafında, kötülükleri temsil eden sayılmayacak kadar çok mahlûkat görünür. Nordic saraydan anıtı izler. Gördükleri karşısında şaşkındır, çaresizdir. Annesi Neva Nordic’in yanına yaklaşır, ona sarılır. Neva’nın sabrı kalmamıştır. O gece Mekke’de olanlar onu çok öfkelendirmiş, nefreti kat kat artmıştır. Orin’i öldürmek için bir plan kurar.
​Birkaç gün sonra Orin’i görmek ister. Orin, Neva’nın görüşme talebine karşılık verir. Orin’in mahlûkatları, Neva’nın Orin’i öldüreceğini, kötülüğü tercih ettiği için Orin’e söylemişlerdir.
​Neva anıta korkuyla gelir. Orin ile karşı karşıyadır. Orin on üç adamının dışarıya çıkmasını ister. Neva, on üç adamının dışarıya çıkmasına şaşırmıştır. İlk kez Neva ve Orin baş başa kalmıştır. Orin, Neva ile konuşmaya başlar:

​Orin: Evet Neva, seni dinliyorum. Bu ziyaretini neye borçluyum? Mekke’de yanan her yedi evden birine mi? Yoksa Arslan Bey’in ölümüne mi? Neva, kalbindeki kötülük seni ele veriyor.
​Neva bu konuşma sonrası endişe etmiştir.
​Neva: Seni görmek istedim. Üstelik bu hakkımın olduğunu da biliyorsun. Sonuçta ben Kral Sargon’un eşiyim.

Orin: Eşiydin. Ya da eşi gibiydin. Ya peki Arslan Bey… Belindeki bıçak benim kötülüğümü temsil eder. Kalbindeki kötülük seni bana esir eder. Benim ve benden olanların tek sığınacağı liman, sizin kalplerinizdeki nefret ve öfkedir. Ben ateşi yakmak için nelerden vazgeçtim bir bilsen! Sizin saçma sapan tanrınızdan bile… Varsa tabii öyle bir şey... Öyle olsa sen burada olmazdın. Tanrın seninle birlikte olurdu. Arslan Bey ne demişti? "Ben Tanrı’nın evinde olacağım." Bana ise, "Peki sen nerede olacaksın?" demişti. Şu an sen benim evimdesin. Peki sen nerede olmak istersin? Muhafızlar buraya gelin, anıtın tepesindeki direğe Neva’yı bağlayın. Bakalım güvendiği Tanrı onu bu sefer kurtarabilecek mi?
​Neva, anıtın tepesine bağlı bir vaziyette güne doğar. Kâbe halkı Neva’nın anıtın tepesindeki direkte asılı olduğunu görürler. Nordic annesini anıtın tepesinde gördüğünde Orin’in yanına gider. Orin, Nordic’i aşağıda karşılar. Nordic, Orin ile konuşmaya başlar:

Nordic: Orin, annemi hemen serbest bırakmanı istiyorum.

Orin: Beni öldürmek isteyen anneni mi serbest bırakayım?

Nordic: Annem seni öldürmez. Nasıl yani? Neden böyle bir şey düşündün?

​Orin: Kalbindeki iyilikle geldin buraya. Benimle ilgili ne düşündüğünü anlamam için buraya kalbindeki kötülük ile geleceksin. Her gece her gün kalbindeki iyilik kötülüğe dönüştüğünde, benim gibi düşündüğünde o zaman seninle anlaşabileceğiz. Seni de oraya asmak isterdim. Yedi gün gibi bir zaman kaldı birlikteliğimize. Ve her gece Mekke’de yedi evden bir tanesi yanacak. Kötülük külleri savrulacak. Evleneceğimiz güne kadar. Tabii bu esnada annen senin ve benim mutluluğumuzu görebilirse. O senin annen değil. Çünkü annen bir seçim yaptı. Kötülüğü tercih etti. Ve bana bağlı kaldı. Bana esir oldu. Sen iyisin, ben ise kötü. İyilik bulaşıcıdır. Kötülük de bulaşıcıdır. İyiliği yok etmek için kötülüğü bulaştırmak lazım. Senden bir çocuğum olduğunda senin soyun benden olacak. O zaman kan, gözyaşı, nefret dünyaya hâkim olacak. Ve Tanrınız, o da benden olacak. Kötülük bulaşıcıdır, anlattım sana. Bence buraya gelerek şansını fazla zorlama. Ama her ihtimale karşı, muhafızlar Nordic’i kölelerin olduğu zindana zincirleyin. Yedi gün yedi gece güneşi görmesin.
​Nordic, elleri ve ayakları zincirli zindana hapsedilir. Neva üç gün sonra can verir. Nordic, annesinin öldüğünü hissetmiştir. Zindanda üçüncü gün annesi Nordic’in yanına gelir, gözyaşlarını siler. Kalbinde olan acıyı nefrete dönüştürmemesini ister:

Neva: Sabret, az kaldı doğacak güneşe, gelecek güne… Sabret kızım… Dünyanın iki kapısı vardır: Biri iyiliğe, diğeri kötülüğe açılan kapılardır. Biz seni iyilerin olduğu kapıda bekleyeceğiz. Kavuşmamamız için bir neden yoktur. Üstelik sen acı çekersen bizler de acı çekeriz. Sen umutla güneşi beklersen bizler seninle aydınlanırız. Kavuşacağız kızım. Sakın öfkene yenik düşme… Sabret, umutla, sevgiyle. Biz Tanrı’nın en güzel evindeyiz. Sevdiklerimizle beraberiz.
​Neva, Nordic’in gözlerine dokunur ve Neva derin bir uykuya dalar.

BABİL KRALLIĞI

​Güneş’in Oğlu uyuduğu yerden nefes nefese uyanır. Balmir, Mirbal, Rüzgârın Oğlu, Demir’in Oğlu, Güneş’in Oğlu’nun derin derin nefes alıp verişini duyarlar, uyanırlar. Balmir, Güneş’in Oğlu’nun yanına gelir. Eliyle omzuna dokunur ve gözlerine bakarak konuşur:

​Balmir: Güneş’in Oğlu, neler oluyor? Anlat bize kardeşim…
​Güneş’in Oğlu Balmir’in yüzüne donuk bir ifade ile bakmaktadır. Mirbal kendisine hemen su getirir. Güneş’in Oğlu birkaç yudum sudan içer, neler gördüğünü anlatmaya başlar:

​Güneş’in Oğlu: Galla adında çok tehlikeli bir mahlûkat Orin’le birlikte hareket ediyor. Tahmin dahi edemediğim kadar çok kalabalıklar. Ve üstelik çok yakın zamanda Orin’in önderliğinde dünyanın her yerinde insanları yer altına çekip esir almaya hazırlanıyorlar. Ve sürekli şekil değiştiriyorlar. İnsanlara büyü ve sihir yapıyorlar. Kral Nimrud da onlardan bir tanesi.

​Mirbal: Peki halkını esir alan Nimrud, büyü ve sihir biliyor
olmasına rağmen senin karşında nasıl çaresiz olduğunu herkes gördü. Sana bakarken öfke ve kötülüğünün yerini korku aldı. Peki Galla bunları nasıl yapabiliyor?

​Güneş’in Oğlu: Bizler korunuyoruz. Ve Tanrı’nın yeryüzünde görünmeyen ordularıyız. İki zamanın da sahibiyiz. Aynı anda doğuya ve batıya seyahat edebiliriz. Yeryüzünde biz ve bizden olanlar kendilerinin kim olduklarını anlayıp uyandıklarında bu özelliklerini iyiliğe, adalete ve sevgiye karşı kullanmışlardır. Fakat Galla, yer altının baş mahlûkatı, bu ilmi kendisiyle temasa geçen Kahin’e öğretir. Kahin’den yeryüzünde karanlığın hâkim olması için acımasız bir hükümdar yetiştirmesini ister. Orin dünyaya gelir. Bildikleri her şeyi Orin’e öğretir. Orin, beraberindeki on üç elçi, mahlûkatlar ile iş birliği yapmaktadırlar. Kral Nimrud ve seçtikleri insanlara da kötülüğü öğretmişlerdir. Kral Nimrud ve diğer komutanlar mahlûkatlara teslim olmuştur. Sizlere daha önce bahsetmiştim: Kötülük bir seçimdir. Aslında kötülüğün dünyaya hâkim olmasını isteyen Orin ve niceleri değildir. Kötülüğün dünyaya hâkim olmasını isteyen baş mahlûkat Galla’dır.

​Mirbal: Peki ne yapmalıyız Güneş’in Oğlu?
​Güneş’in Oğlu: Zamanında atalarımız ne yapmış ise biz de insanlığın kurtuluşu için onları Tanrı Dağı’na hapsedeceğiz. Ama ondan öncesinde Nordic’i ve köleleri kurtarmamız gerekiyor. Tanrı Dağı’nda Kâinat Ana bana bir anahtar vermişti. Bu anahtar bende olduğu sürece Nordic güvendedir.

​Balmir: Anahtar, Kutsal Kâbe’nin karşısına yapılan anıtın yer altındaki zindanların anahtarı.
​Güneş’in Oğlu: Sizler beni burada bekleyeceksiniz. Ben seher vakti, dolunay doğduğu gün, üç gün sonra Nordic ve köleleri kurtarmak için Mekke’ye gideceğim. Sevr Dağı’nda beni hisseden kardeşlerim orada yanımda olacaklar. Mekke’de zulüm gitgide arttı. Her gece yedi evden bir tanesi yanmakta, insanlar ateşin gölgesinde kalmaktadırlar. Orin’in on üç elçisi ve ona bağlı hükümdarlar, Galla’ya sevgilerini ve sadakatini göstermek için masum insanları kurban ediyorlar.

​Rüzgârın Oğlu: Seni asla yalnız bırakmayız, Güneş’in Oğlu.

​Demir’in Oğlu: Kardeşim, biz de senle gelmek istiyoruz.
​Güneş’in Oğlu ayağa kalkar, etrafına bakar. Kardeşlerinin yüzüne tekrardan bakar ve onlara tek tek bakarak konuşmaya başlar:

Güneş’in Oğlu: Kardeşlerim, etrafınıza bakın. Burada bizden olan kalabalığı görüyor musunuz? Biz onları çağırmadık. Onlar bizi çağırdı. Hepimizin ayak ikinci parmakları uzun ve yatık bir gemiyi anımsatırcasına çıkık. Kalplerimiz birbirine mühürlü. Üstelik ben yalnız gitmiyorum. Sizler hep benimlesiniz, benimleydiniz. Demir, Rüzgâr, Balmir, Mirbal, babalarımız, annelerimiz hep bizimle. Bizimle yaşıyorlar. Bizim için kendilerini feda ettiler. Bizim için, dünyadaki insanların geleceği için canlarını feda ettiler. Savaşabilirlerdi, savaşmadılar, adaletli oldular. Korkutmadılar, cesaretli oldular. Esir almadılar, özgür kaldılar. Öldürmediler, ölümsüz oldular. Ölümsüzlükten tekrardan doğdular. Çünkü beden toprak olduğunda ruh emsalin bekçisi oldu. O dönemde Babil halkı mutlu, huzurlu bir hayat yaşıyordu. Asur halkı ve sayamadığım nice halklar. Şimdi karanlık ve kötülük çöktü bedenlerine… Biz sefere çıkıp onları aydınlatana kadar. Üstelik istesek hepsini öldürebilirdik. Her türlü güç bize verilmişken, karşımızda duran herkesi öldürebilirdik.
​Sizler beni tan ağardığı vakit burada bekleyeceksiniz. Babil halkı ve Mekke halkı ile birlikte Tanrı Dağı’na, Hisar Vadisi’ne yola çıkacağız. Güneş’in doğduğu vakit Kâinat Ana ve halkımız bizi bekleyecekler. Sabah seher vaktidir. Dolunay doğmak üzeredir. O gün, mahlûkatların hapsedildiği, etkisiz olduğu bir gündür. Orin ve adamları benim varlığımdan haberdar olmayacaklar. Üstelik orada bulunan köle kardeşlerimiz de benim gelişimden haberdarlar.
​Balmir, Mirbal, Rüzgârın Oğlu, Demir’in Oğlu, Güneş’in Oğlu ile tek tek kucaklaşırlar. Sabah vakti Güneş’in Oğlu Mekke’ye doğru yola çıkar. Üçüncü gün sonrasında Mekke’ye yaklaşır. O esnada çölde kum fırtınası başlar. Sevr Dağı’na yaklaşmıştır. Kum fırtınasından dolayı Mekke ve Kâbe’de göz gözü görmüyordur. Sevr Mağarası’nda köleler Güneş’in Oğlu’nu bekliyorlardır. Güneş’in Oğlu Sevr Dağı’nın yamacındaki mağaraya geldiğinde, köleler güneşin doğduğunu gözlerinde hissetmişlerdir. Mağara güneş ile aydınlanmıştır. Güneş’in Oğlu atından iner ve kölelere yaklaşır. Kölelerin gözlerinde sevinç, huzur, mutluluk vardır. Güneş’in Oğlu kölelere seslenir:

Güneş’in Oğlu: Ulu Tanrı’ya şükürler olsun ki bizi sizinle kavuşturdu. Çok fazla bir zamanımız yok. Bu şifalı suyu her eve bırakmanızı istiyorum. Ve her evin kapısının önüne yedi damla damlatmalarını, her ne olursa olsun yıldızların hilale kavuştuğu gece, dolunay doğduğunda uyumamasını söyleyin.
​O esnada yaşlı bir amca Güneş’in Oğlu’na tebessüm ediyordur. Arslan Bey de birkaç defa denk gelmiştir bu köleye… Gözlerinde sevgi, yüreğinde umut vardır. Amca Bey’i izlerken dikkatini çeker ve ona yaklaşarak konuşmaya devam eder:

​Güneş’in Oğlu: Amca Bey, gözlerinizde sevginin en şefkatli olanını gördüm. Bana adınızı söyleyebilir misin?

​Amca Bey: Tanışıyoruz evladım. Kalbinde ne görüyorsan adım odur.

​Güneş’in Oğlu: Amca Bey… Siz…
​Amca Bey ellerini sağa sola açar:
​Amca Bey: Güneş’in Oğlu, Tanrı’nın yeryüzünde görünmeyen ordusunun hükümdarı, Adaletin temsilcisi, Tanrı’nın Aslanı, sen Zülkarneynsin… Ben ise, sen ve senden olanlardan sana tebliğ olandan, doğduğunda kalbine armağan olan ben Nun. Şimdi Güneş’in Oğlu, seher vakti doğmadan, güneş aydınlanmadan, git ve onu, ondan olanları kurtar Güneş’in Oğlu. Tanrı seninledir.
​Yıldızların Hilal’e kavuştuğu gece, dolunay doğmak üzeredir. Gecenin karanlığında ebabil kuşları Kâbe’nin çevresinde belirmiştir. O gece olacakları ve yapılması gerekenleri köleler Mekke halkına haber ederler. Güneş’in Oğlu Kâbe’ye doğru yola çıktığında fırtına dinmiş, dolunay yeryüzünü aydınlatmıştır. Orin ve ona bağlı olan muhafızlar, dolunayın doğduğu, yüzlerini aydınlattığı vakit derin bir uykuya dalmışlardır. Kâbe’de sessizlik ve huzur hâkimdir. Bunu gören Mekke halkı, Güneş’in Oğlu’nun söylediği her şeyi bir bir yapmış ve Sevr Dağı’na doğru yola çıkmışlardır. Yüz binlerce insan Kâbe’den, Mekke’den bir süreliğine göç etmek zorunda kalmışlardır.
​Anıtın önüne geldiğinde Kâbe’ye doğru yüzünü çeviren Güneş’in Oğlu, çocuk, yaşlı, kadın, herkesin çığlıklarına şahit olmuştur. Kötülük dünyayı teslim almıştır. Anıtın en alt katına yavaş adımlarla iner. Yedi kapı vardır. Kâinat Ana’nın vermiş olduğu anahtar yedi kapıyı açar. O esnada yorgun, bitkin ve elleri ayakları zincirli Nordic’i görür. Nordic’in vücudunu kötülük sarmak üzereyken, Güneş’in Oğlu elindeki şifalı suyu göz bebeklerine damlatır. Nordic nefes nefese uyanır. Güneş’in Oğlu’nu karşısında gördüğünde ruhunu saran kötülük bir anda aydınlığa dönüşür. Nordic, Güneş’in Oğlu’na tebessüm ederek seslenir:

​Nordic: Sensin Güneş’in Oğlu…
​Güneş’in Oğlu Nordic’in ellerini ve ayaklarındaki zincirleri çözer. Nordic, ayaklarını bastığı toprakta ruhunu teslim almak isteyen mahlûkatların çığlıklarını duyar. Uzun zamandır onların ilk kez kaybettikleri gündür. Nordic, Güneş’in Oğlu’nun ellerine sımsıkı tutar ve birlikte Orin’in anıtından Sevr Dağı’na doğru yola koyulurlar. Sevr Dağı’nda onları yüz binlerce insan bekliyordur. Nordic ve Güneş’in Oğlu Sevr Dağı’nda Mekke’yi karşılarına alıp uzun uzun birbirlerinin gözlerine bakarlar. Sevr Dağı’nda kalpleri birbirlerine bağlanır. Belki de yüzyıllar boyunca nefretin ateşini söndürmüş, doğacak sevginin ışığını saçmışlardır.
​Nordic’i atının arkasına alır ve Mekke halkı ile birlikte yola çıkarlar. Yola çıktıkları vakit Sevr Dağı’nın zirvesinden Nun onları tebessüm ederek izler. Dolunay battığı vakit, Güneş’in doğduğu vakittir. Zamana hükmeden Güneş’in Oğlu, seher vakti Mekke ve Kâbe’ye, Güneş’in doğduğu vakit Babil’e ulaşmıştır. Adalet Ordusu ve kardeşleri Mekke’den gelen kalabalığı gördüklerinde umutları yeşermiş, hayata bir gün daha kattıklarını hissetmişlerdir. Nordic atından iner, Babil’de kendilerini bekleyen Güneş’in Oğlu’nun kardeşlerine ve orada bulunan uçsuz bucaksız kalabalığa seslenir:

​Nordic: Biz ve bizden olan kardeşlerim, şükürler olsun Ulu Tanrı’ya… Her birimiz bir sebepten burada bir araya geldik. Ve her birimiz sanki birbirimizi asırlarca tanıyor gibiyiz. Bugün kötülükler yeryüzünde hapsolmayı hak etmiştir. Bir gerçeğim daha var: Hepinizin gözlerinde babamı gördüm. Bugün babam ve babalarımız bizler için ölmeden önce ölmeleri gerekiyordu. Hepinizin kaybettiği çocukları, yakınları, sevdikleri var. Acınızı anlıyorum. Acılarımız bile sevgiden doğar. Bugün seher vaktinde herkes bizim varlığımızdan haberdar. Çünkü onlar kötülüğe teslim olmayan ölümsüz ruhlardır. Şimdi Tanrı Dağı’na, evimize gitme vakti. Kötülükler bittiğinde, sular çekildiğinde, denizler fethedildiğinde evlerimize, evlerinize dönme vakti. Ey yüce Ulu Tanrım, gökyüzünün, yeryüzünün Tanrısı Tanrım… Göster ki gücünü, kâinat sahipsiz olmadığını bilsin!
​Ey miracı geceye vurmuş sabah! Uyandır Zülkarneynleri, güneş yanmadan aydınlık doğmayacak.
​Nordic’in konuşmasından sonra sancaklar açılır, Babil’den Tanrı Dağı’na doğru geri dönüş başlar. Herkesin gözlerinde umut, sevinç ve sevgi vardır. Güneş’in Oğlu Nordic’e bakarken göz göze gelirler. Gözleri gözleriyle konuşur: Sevmek ne büyük bir imtihanmış. Hırsların arasında seçilmiş en büyük mükâfatmış. Kaderin, çelişkilerin, huzursuzlukların, gidişlerin, vedaların, bütün olan her şeyin adı sevgiymiş. Meğersem sevgiye çok zor rastlanırmış. Sevgi bir imtihanmış. Anladım ki, biz ve bizden olanlar damlasak sevgimizden boğulacağız.

TANRI DAĞLARI HİSAR VADİSİ ​7. Gün

​Adalet Ordusu Hisar Vadisi’ne ulaşırlar. Kâinat Ana, Deniz Ana, ebabil kuşlarının Tanrı Dağı’nın üzerinde uçtuğunu görürler. Yağmur, Kâinat Ana’ya "Geliyorlar, geliyorlar!" diye seslenir. Kâinat Ana endişelidir. Deniz Ana ve köy halkı kalabalığı gördüklerinde şaşkın bir şekilde önde Güneş’in Oğlu ve Nordic’i, arkasında sancakları ve milyonlarca insanın geldiğini görmektedir. Ellerini yüzüne koyar ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Sevinç gözyaşlarıdır. Kâinat Ana endişeli bir şekilde gelişlerini izlemektedir. Orin ve ordusunun savaşmak için buraya geleceklerini biliyordur.

​KUTSAL KABE VAHABİ KRALLIĞI

​Orin, güneşin ilk ışıklarının yüzünü aydınlattığı o tehlikeli anda uyandı. Çevresindeki on üç elçinin ve muhafızların derin bir uykuda olduğunu fark etti. Önce anıta, ardından Kâbe’ye baktı. Sessizlik vardı. Mekke'de dehşet verici bir sessizlik hükmediyordu. Orin'in korktuğu başına gelmişti.
​"Uyanın elçiler, muhafızlar! Uyanın, beceriksiz adamlar!" Orin, öfkeyle haykırdı.
​Elçiler ve muhafızlar şaşkınlık içinde uyanırken, Orin anıttan hızla Nordic’in zindanına koştu. Zindan boştu. Sinirle kudurmuştu. Zindanda uyuyan muhafızları teker teker katletti. Elleri, yüzü kana bulanmıştı.
​Elçileri ve muhafızları ile Mekke'ye döndü ama şehir bomboştu. Yalnızca ona biat eden, kötülüğü seçmiş bir avuç halk kalmıştı. Geri dönüp anıta çıktı. Baş mahlukat Galla, Güneş’in Oğlu’nun ve ordusunun kimler olduğunu, Nordic’i nasıl kurtardıklarını ona gösterdi. Galla’dan aldığı emir kesindi: Güneş’in Oğlu ve ordusu Tanrı Dağı’nda yenilmeliydi.
​Mısır ve kendisine bağlı tüm hükümdarlıklara emirler gönderdi. Mekke’de toplanan devasa bir ordu, Tanrı Dağı’na doğru yola çıkmaya hazırlandı. Galla, esir aldığı herkesi Orin’in emrine verdi. Bu ordu, kalpleri kararmış, vicdanları sağır olmuş, zalim insanlarla ve sayısız mahlukatla güçleniyordu. Bu, yeryüzünün bugüne dek görmediği en güçlü ordulardan biriydi.
​Galla ve Orin, kırk gün kırk gece Kâbe’nin karşısındaki anıtta karanlık bir ayin düzenlediler. Kırkıncı günün sonunda, yeryüzündeki tüm kötülükler tek bir nefeste birleşmişti. Orin ve ordusu, Tanrı Dağları'na doğru yola çıktı.

​TANRI DAĞI

​Nordic ve Güneş’in Oğlu, Tanrı Dağı’nın zirvesinden Cennet Vadisi Hisar’ını izliyorlardı. Kalpleri birbirine bağlanmış, Cennet Vadisi'nde sevginin gücü hüküm sürmüştü.
​Nordic, başını Güneş’in Oğlu’nun omzuna koydu. "Ben senin için kimim?"
​"Sen benim cennetimsin. Peki, ben senin için kimim?"
​"Sen benim kaderimsin. Ruhumda hissettiğim sevgisin. Sence bu tesadüf mü?"
​Güneş’in Oğlu gülümsedi. "Hiçbir şey tesadüf değildir. Düşlersin, gün gelir seni bulur. Dilersin, o düş gelir bir gün senin yârin olur. Kaderimiz bir sebebe bağlı oldu. Sana olan sevgim, Tanrı Dağı'nın bize olan sevgisi gibi, saf bir sebebe bağlı."
​Nordic arkasını döndü, Tanrı Dağı’na baktı ve göz göze geldiler. "O halde, 'Kalbini cennetine bağışla… sır gibi kalsın gönl,ümde​"…Hiç vedası olmasın."

Aşkları, Tanrı Dağı’nın sessizliğinde mühürlenmişti.
​O sırada Kainat Ana, Balmir, Mirbal, Rüzgâr’ın Oğlu ve Demir’in Oğlu da zirveye ulaştı. Güneş’in Oğlu, Kainat Ana’nın yüzündeki huzursuzluğu hemen sezdi.
​"Kainat Ana, neden huzursuzsun? Yoksa bizi gördüğüne sevinmedin mi?"
​Kainat Ana'nın sesi alçaktı. "Çok yakın zamanda bu topraklarda büyük bir savaş olacak. Savaşmadan kazanma şansınız yok, bildiğim tek gerçek bu Güneş’in Oğlu."
​Nordic atıldı. "Tanrı Dağı'na kötülüklerin efendisi Orin geliyorsa, mutlaka bir sebebe bağlı geliyordur. Dünya’nın kurtuluşu için biz de bu sebebe bağlı kalacağız. Tanrı bizimle."
​Nordic, Tanrı Dağı'ndaki kurtuluş mağarasını işaret etti. "Atamız Nuh, insanları burada topladı ve bir gemi inşa etti. Neden insanların kurtulduğu bu mağaraya yeniden bir gemi yapmıyoruz? Bu kez, yeryüzünde yaşayan herkesin kurtulması için bu gemiyi bir koruma kalkanı yapmak için. Kötülüklerin bu dağa girmesine izin verilmeyecek."
​Kainat Ana, Nordic’e yaklaştı, gözlerinin içine baktı. "Benim güzel kızım. Arslan Bey’in asil kızı. Sen buraya bir sebebe bağlı geldin ve o sebep sana ne yapmamız gerektiğini söyletti. Güneş’in Oğlu, çok az vaktimiz kaldı. Buraya Orin ve mahlukatlarını hapsetmek için bakırdan, demirden, aramızda bir set—Seddi Zülkarneyn'i—kuracaksın."

Güneş’in Oğlu başını salladı. "Kardeşlerim, siz bana kuvvetinizle destek olun. Ben de bizimle onların arasına aşılmaz bir engel yapayım. Bana demir kütleleri getirin! Nihayet dağın iki arasını aynı seviyeye getirince üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim."
​Nordic’in sesi, Tanrı Dağı’nda yankılandı: "Güneş’in Oğlu, rüzgârlar şiddetli estiğinde, sular yükseldiğinde, kalplerimiz güven bulduğunda… Tanrı Dağı onların mezarı olacaktır. Yaşam huzura kavuşacak, Dünya yeniden doğacaktır!"
​Yedi gün yedi gecede set tamamlandı. Demir ve erimiş bakır, iki zamanı işaret eden manyetik bir alan yarattı: Bulundukları zamanı ve gelecek zamanı. Orin ve ordusu Hisar Vadisi'nde bekleniyordu. Ya kötülük tamamen silinecek ya da iyilik sonsuza dek dünyaya hakim olacaktı.

​Güneş’in Oğlu, Tanrı Dağı’nın zirvesinde iki elini gökyüzüne açtı ve sesi bir vaaz gibi yayıldı:
​"Biz, ruhların emsalindeki aşkı benimseyenlerdeniz. Yüreğe dokunur, güneşi yakarız; sırf gölgesi üzerinizde olsun diye… Cana dokunur, sevgimizle, canı candan alırız; sırf insan Tanrı’nın yolunda olsun diye… Sessizliğimiz, bekleyişimizdir."

"Kardeşlerim, sevgiyle başlayan yaşamı savaşla sonlandırmak ne kötü bir alışkanlık. Ulu Tanrı her şeyi bilendir ve bunca kötülüğe rağmen affedendir. Bugün başarırsak, Baş mahlukat Galla dahil bütün mahlukatları bulundukları her yerde mühürleyeceğiz. Kim ki bu mührü bozar, yeryüzünün rengi yeniden kana bulanır."
​"Bugünden itibaren hepimiz nesiller boyunca sır olacağız. Bizden sonraki nesiller bu iki zamanın da sahibi asla olamayacaklar. Ne zaman ki doğa uyanışa geçer, bizden olanlar bizimle aynı şeyleri hissederler, işte o vakit bizim Tanrı Dağı’nda uyanma vaktimizdir. Çünkü bizden olmayanlar kötülüğü dünyaya hâkim kılmak için zalim olacaklar. Ve bizden olanlar, adaleti sağlamak için bizleri uyandıracaklar."
​"Bundan sonra bizler, Tanrı Dağı’nda sır olarak kalacağız. Nesiller sonra içimizden bazı Zülkarneyn’ler, kim olduklarını bilmeseler bile yeryüzünde adaleti sağlamak için ruhlarımızın emanet bekçileri olacaklar. Bizler, dünyanın her zaman aydınlık tarafında olacağız. Karanlığı seçenleri sevgimizle kuşatacağız. Ulu Tanrı bizleri korusun."
​Güneş’in Oğlu ve Nordic göz göze geldi; Nordic başını sallayarak onu onayladı. Güneş’in Oğlu, adalet kılıcını setin tam orta yerine sapladı. Kılıcın keskin gücü, gökyüzünde ve doğada yaşayan tüm canlıları harekete geçirdi.
​Balmir, Mirbal, Rüzgâr’ın Oğlu, Demir’in Oğlu ve Nordic, Tanrı Dağı’nın zirvesinden, uçan kuşların ve doğadaki tüm canlıların toplu gelişine şahit oldular.
​Nordic, heyecanla haykırdı: "Korkmayın kardeşlerim! Rüzgâr estiğinde, sular yükseldiğinde, gelenler Tanrı Dağı’nın misafirleridir. Bu gelenler, Tanrı’nın bilinmeyen ordularıdır! Korkmayın. Biz Zülkarneyn Seddi’nin aydınlık tarafındayız. Onlar ise kendi karanlıklarına mahkûm olacakları tarafta. Asla ve asla bu seti aşamayacaklar! Beyimiz Güneş’in Oğlu’na selam olsun. Selam olsun insanlığın kurtuluşuna. Selam olsun Tanrı’nın aslanlarına!"

Kainat Ana, iki elini sağa sola açtı ve Tanrı Dağı’ndan şiddetli bir rüzgâr yeryüzünde hareket etmeye başladı.
​Orin ve ordusu Hisar Vadisi’ne yaklaştığında, gökyüzünde şiddetli bir fırtına başladı. Orin, ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı; arkasına baktığında devasa hortumlar yükseliyordu.
​Orin’in ve diğerlerinin bindiği atların ve fillerin gözüne birer gözyaşı damlası düştü. Hayvanlar, efendilerini sırtlarından yere attılar ve Zülkarneyn Seddi’ne doğru ilerlemeye başladılar. Orin’in ordusu çaresizlik ve korku içindeydi. Şimşekler düşmeye başladı, Orin’e bağlı bazı birlikler kaçıştı. Orin, Galla’dan kaçanların öldürülmesini istedi. Galla, ruhunu teslim aldığı insanları birer birer öldürdü. Yaşamak isteyenler, Tanrı Dağı'na doğru ilerledi.
​Orin, ilerlerken arkasına baktı ve dev dalgaların üzerlerine geldiğini gördü. Hisar Vadisi’nden Tanrı Dağı’na geldi. Karşısında bir set gördü. Galla ona yaklaşmamasını söylese de Orin öfkesine yenik düştü. Sete yaklaştığı anda gök yere çöktü, şiddetli bir yağmur başladı.
​Güneş’in Oğlu, halkına dağın zirvesine çıkmasını söyledi. Orin’in arkasındaki dev ordu, Hisar Vadisi’nden Babil’e kadar uzanıyordu. Orin ilerlerken, Hisar Vadisi ve gerisindeki ordusunun dev dalgaların altında kaldığını gördü. Tanrı Dağı’nın eteğine yaklaşan ordusuna dev dalgalar ulaşıyordu.
​Orin ve on üç adamı, iki setin arasında Güneş’in Oğlu’na yaklaştıklarında, dev dalgaların altında kaldılar. Sular sete çarparak yön değiştirdi. Bulutların arasından doğan güneş, Tanrı Dağı’nı aydınlattı.
​İki setin arasında kalan Orin, on üç adamı ve Galla, yerin altına sonsuza dek hapsedilmişlerdi. Sular çekildiğinde, Orin ve ordusu kayıplara karışmıştı.

​Güneş’in Oğlu, kardeşlerine, Kainat Ana’ya ve Nordic’e döndü, sonra da halkına seslendi:
​"Kim ki yeryüzünden fesatlık çıkarıp bozgunculuk yaparsa, Ulu Tanrı’nın yeryüzünde görünmeyen orduları vardır. İnsan olmanın fıtratında iyilik yatar. Onlar, gücü ve kötülüğü seçtiler. Zalimlerin mezarları olmadığı gibi, Tanrı’nın evinde de yerleri yoktur. Biz Zülkarneyn’ler, fırtınanın şiddetinde doğmuş insanlarız; şiddetimiz bile gökkuşağına renk verir."

​Tanrı Dağı’nda fırtına dinmiş, insanların kalplerine doğan güneş ile Hisar Vadisi’nde gökkuşağının renklerinin huzuru hakim olmuştu.

​Güneş’in Oğlu, Nordic, Deniz’in Oğlu, Rüzgâr’ın Oğlu, Balmir ve Mirbal Kâbe’ye gittiler. Kâbe’deki anıtı yıktılar. Kâbe ile güneş arasındaki mesafe eşitlendi, insanların üzerindeki lanet kalktı. Artık yeryüzü, yaşanabilir bir cennetti.

Yedi gün sonra Kainat Ana, huzurlu bir ölümle son nefesini Tanrı Dağı’nda verdi.

Güneş’in Oğlu, Nordic ile evlendi. Deniz Ana, torunlarına iyiliği, kötülüğü, doğruyu ve yanlışı anlattı. Gelecek nesiller, yetiştirdikleri evlatlara emanetti. Balmir ve Mirbal, Anadolu’da köklü bir geçmişin temellerini attılar. Demir’in Oğlu ve Rüzgâr’ın Oğlu, dünyanın birçok yerine seferlere çıktılar, bildikleri ilimleri öğrettiler.
​Tanrı Dağı’ndaki mağaranın üzerindeki piramite benzeyen zirveden esinlenerek, dünyanın birçok yerinde piramitleri ve kendilerini anlatan yapıları inşa ettiler. Üç bin yıl yaşadıktan sonra izlerine rastlanamayan, nereye ve ne için gittikleri bilinmeyen bu gizemli topluluğun adı, Zülkarneyn’dir.

Yıl 2001… İstanbul.
​Gökdelenlerin arasında, yedi yaşlarında küçük bir kız çocuğu ve yanındaki erkek çocuğu gökyüzündeki buluta bakıyordu. Bulutu izlerken, gökyüzünden bir gözyaşı damlası kızın göz bebeklerine düştü ve gözleri kapandı.
​"Siz bizim tekrardan yeryüzünde adaleti sağlamak için gelmeyeceğimizi mi düşünüyorsunuz? Öyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
​Çünkü beden toprak olmadan, ruh emsalinin bekçisi olacaktır. Yeryüzünde savaşlarla yarattığınız kıyamet, adaletle yerini bulacaktır.
​Her kötülük vaktini bekler. Ama önce doğanın, sonra da insanlığın uyanış vaktidir."

Zülkarneyn Mührü Geçmişten Geleceğe

YÜZYILLAR SONRA: UYANIŞIN İLK İŞARETLERİ

​Yıl 2001
11 Eylül 2001’de Amerika New York’ta İkiz Kulelere saldırı. Dünya'nın kalbine saplanan ilk kılıç.

Yıl 2004 - 2011

26 Aralık 2004 Asya kıtasında 9.2 deprem. 28 Mart 2005 Endonezya 8.5 deprem. 28 Şubat 2010 Şili deprem. 11 Mart 2011 Japonya’da 8.9 büyüklüğündeki deprem, dünya ekseninin 23.27’lik açısının değişmesine, eksen kaymasına neden oldu. Doğa, mühür altındaki kötülüğün sarsıntılarıyla inledi.

​Yıl 2015
3 Eylül 2015 Kırmızı Tişörtlü Suriyeli Aylan bebeğin cesedi Bodrum’da kıyıya vurdu. Masumiyetin çaresiz çığlığı.

11 Eylül 2015’te Suudi Arabistan’ın Mekke şehrinde bulunan Mescid-i Haram içerisinde, şiddetli fırtına nedeniyle Kâbe’nin karşısına yapılan inşaat çalışmasında bulunan bir vinç kulesinin çökmesi sonrası 107 kişinin ölümü ve 238 kişinin yaralanması ile sonuçlanan kaza. Kâbe’nin avlusunda, uzun yıllar sonra ilk defa kan aktı.

Yıl 2018
20 Ağustos 2018 Mekke’de tarihin en şiddetli kum fırtınası. 14 metre yüksekliğinde ve 45 metre genişliğindeki Kâbe’nin örtüsü şiddetli fırtına nedeniyle açıldı. Sır perdesi aralandı.

11 Eylül 2018’de 7 kıtada oluşan 9 büyük kasırga. Doğa, intikamını haykırdı.

​Yıl 2019
9 Ocak 2019 Kâbe’de çekirge ve hamam böceği istilası. Kötülüğün ayak izleri yüzeye sızdı.

1 Haziran 2019 Avustralya deve katliamı sonrasında başlayan ve dünyanın birçok ülkesinde devam eden Dünya tarihinin en büyük orman yangınları. Dünya nefessiz kaldı.

1 Eylül 2019 Yüzyılın en şiddetli ABD Dorian Kasırgası.

1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei bölgesinin başkenti olan Vuhan’da ortaya çıkan virüs salgını. İnsan, kendi gölgesinden kaçamaz oldu.
​Yıl 2020 - 2023
Avrupa’da, Amerika’da, İsrail’de ve dünyanın birçok ülkesinde isyanlar, toplumsal olaylar, sokak çatışmaları, salgından dolayı ölümler, depremler. Seddi Zülkarneyn, sarsılmaya başladı.

YIL 13 Ekim 2023… İnsanlığın uyanış vakti. (Yeni bir dönemin başlangıcı)

Kuzeyin Oğulları...
​Yıl 29 Ekim 2025

​SON SÖZ: ZAMANIN BEKÇİLERİNE ÇAĞRI
​Ve şimdi, bu satırları okuyan sen.
​Büyük savaşın bittiğini mi sanıyorsun? Hayır. Olanlar, Orin’in mühürlendiği seddin altında sızmaya başlayan küçük çatlaklardı. Depremler, fırtınalar, salgınlar... Bunlar, sadece yerin altından gelen, hapsedilmiş kötülüğün nefesleriydi.
​Hatırla o İstanbul sabahını. Yedi yaşındaki kızın gözüne düşen gözyaşı damlası... Bu, sıradan bir damla değildi. Nordic’in Tanrı Dağı’nda söylediği o kehanet gerçekleşti: Doğa, canlanmaya başladı ve ilk Zülkarneynler, kim olduklarını bilmeden uyanışa geçti. O gözyaşı, onun ruhuna kazınan "Uyanış Mührü" idi.
​29 Ekim 2025. Bu tarih bir dönüm noktası. Kıyamet değil, hesaplaşmanın başlangıcı, kıyam.

Bu kitap Burak Ballı tarafından 2019 yılında yazılmıştır.

Burak Ballı
Kayıt Tarihi : 21.10.2025 02:05:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bu kitap Burak Ballı tarafından 2019 yılında yazılmıştır.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!