Nihat Yücel Şiirleri - Şair Nihat Yücel

Nihat Yücel

Yeter çek artık
Ülkemizi çiğneyen kara çizmeni
Gittikçe uzayan
Büyüyen-çoğalan
Aydınlık günlere engel olan
Ülkemizi karartan kara gölgeni

Devamını Oku
Nihat Yücel

BİTMEYEN GECE

Soğuk bıçak gibi iliklerine kadar işliyordu. Üşüyen ellerini birbirine çarptı, hohladı. Sonra ellerini eskimiş paltosunun cebine soktu. Ellerini yumruk yaptı. Yumrukları yırtık cep astarından aşağıya iniyordu. Yumruklarını sıktı. Yumruklarını sıktıkça bütün toplumu avuçlarının içinde ezdiğini sanıyordu. Birden yüreğinde bir burkulma oldu. Yumrukları gevşedi. Hayır kimseyi ezmemeliydi. Toplumla birlikte ezilen biri daha vardı avuçlarında Saçları omuzlarına dökülen siyah gözlü ürkek bir kız da avuçlarının içinde eziliyordu. Çaresizlik içinde çırpındı. Biraz önce kesilen yağmur, küçük gölcükler meydana getirmişti.Kenarı sökük sağ ayakkabısı su alıyordu. Sağ ayağı vıcık vıcık olmuştu. Bütün bedeni cendereye sokulmuş gibi acı içindeydi. Sokaklardaki insanlar azalmaya başlamıştı. Sokaklar sessizliğini, bütün gece sürecek yalnızlığını yaşamaya başlamıştı. Önünde kenarları ezilmiş küçük bir karton kutu gördü. Olanca öfkesini karton kutudan çıkarırcasına karton kutuyu tekmeledi. Sinirleniyordu. Sinirlendikçe farkında olmadan daha hızlı yürüyordu. Nereye gittiğini bilmeden yürüyordu. Parça parça anılar geliyordu aklına, birden o güzel anılar en güzel yerinden kopuyordu. O zaman soğuğun iliklerine kadar işlediğini duyuyordu. Bir an durdu. Sigara içmek istedi. Sigarasını hangi cebine koyduğunu kestiremedi. Bütün ceplerini karıştırdı. Sonunda bulduğu paketten bir sigara çıkardı. Derin bir nefes çekti sigaradan. Sigaranın dumanını dudaklarını boru gibi yaparak, başını kaldırdı, gökyüzüne doğru üfledi. Savurduğu dumanla gökyüzünü ısıttığını sandı. Sigarası azalmaya başlamıştı. Daha az içmeliydi sigarayı. Pakette kalanları sabaha kadar idare etmeliydi. Sıkıldı. Artık sigaranın da hesabını yapmaya başladım diye mırıldandı. Gökyüzü iyice kararmaya başlamıştı. Karanlıktan korkmaya başlamıştı. Karanlıkla birlikte gelecek belirsizlik de korkutuyordu. Nerede olduğunu düşündü. Sonra nereye gittiğini, nereye gideceğini. Ceplerini umutla karıştırdı bir kez daha. Az ilerde bir sabahçı kahvesinin olduğu aklına gelrdi. Eskiden arkadaşlarla birlikte her akşam o kahvehaneye gelirlerdi. Biraz daha dolaşmak gerek diye düşündü.

Kahvenin önüne geldiğinde gece yarısı olmuştu. Akşamdan beri içtiği kaçıncı sigara olduğunu unuttuğu sigarasını yere attı. İyice çiğnedi. Çiğnenmiş sigaraya baktı. Nedense sigaranın söndüğünden emin olmak istedi. Oysa hava yağmurluydu. Sigarayı çoğu zaman kül tablasına parmakları ağrıyana kadar bastırır, ya da yere attığı sigarayı ayakları altında ezerdi. O zaman içinde bir rahatlık duyardı. Bunun nedenini kendisi de bilemiyordu. Belki küçük yaşlarda bir yanma tehlikesinin izleriydi bilinç altında kalan. Kahvenin camları buğulanmış, camlardan süzülen su damlacıkları camlarda ince şeritler çizerek uzuyordu. Kahvenin kapısını açınca yüzüne bir sıcaklık vurdu. Bu kahvede arkadaşları ile çok tartışmışlar, çok sabahlamışlardı. Arkadaşları sabaha karşı evlerine giderler, kendisi işe giderdi. Ama bu gece başka bir geceydi. Bu gece sabaha kadar dayanabilecek miydi uykusuzluğa? Sabaha kadar dayanabilse bile sabah olduğunda ne yapacaktı. Nereye gidecekti. İşten ayrılmıştı. Sorular, sorular... Bir türlü yanıtlanamayan sorular çengeli kafasına takılıyordu. Ne kadar uğraşsa bu sorulardan kurtulamıyordu. Kahvenin ortasında bulunan sobanın yanına vardı. Paltosunun yakasını indirdi. Düğmelerini çözdü. Ellerini sobaya doğru uzattı. Soğuktan sızlamaya yüz tutan ellerine ve bedenine tatlı bir sıcaklık yayılmaya başladı. Paltosunu da çıkardı. Duvardaki saate baktı. Saat ikiye yaklaşıyordu. Daha sabaha çok var diye düşündü. İçerinin sıcaklığı bedenini gevşetmişti. Soğuktan gerilen bedeni iyice yumuşamaya başlamıştı. Uykunun yavaşça yaklaşıp, birden üzerine atlayacağını biliyordu. Uyumamalıydı. Uykuyu sabaha kadar kovalamalıydı. Duvardaki saatin tik takları beyninde uğuldamaya başlamıştı. Zaman ne kadar da ağır geçiyordu bu gece. Bu gecenin sonunda sabah olmayacakmış gibi geldi. Bu gece her şey kendisine yağıydı.

Devamını Oku
Nihat Yücel

Şu insan denilen varlık
Kadrini bilmez ozanın
Dargınlıklar düşmanlıklar
Aklına gelmez ozanın

Sevgisi gönlünden taşar

Devamını Oku
Nihat Yücel

Beş numaralı gaz lambasının titrek ışığı odayı güç aydınlatıyordu. Odanın sessizliğini Ağustos böceklerinin
sesleri bozuyordu. Vakit gece yarısını geçmişti. Odadaki beş kişinin ağzını bıçaklar açmıyordu. Beş kişi odanın
ortasında, gaz lambasının asılı bulunduğu orta direğin dibindeki beşikte yatan küçük kızın başında toplanmış-lardı. Çocuk ateşler içinde yatıyordu. Çocuğun hırıltılı sesi ara sıra kesilince çevresindekiler korkuyla çocuğun üzerine eğiliyorlardı. Her hırıltının kesilişinde anası yerlere atıyordu kendini.

Daha bir yaşına bile basmamıştı küçük Zühal. Yumuk ellerini yumruk yaparak boşlukta sallayan, parmağını emen çevresine gülücükler dağıtan çocuğun, sol elinin başparmağı ile işaret parmağının arasında bir şişkinlik büyü-
meye başlamıştı. Daha sonra boğazının iki yanında da görülen bu şişkinlikler büyümüş, kızarmış ve çocuğun

Devamını Oku
Nihat Yücel

7 FATİH OTOBÜS DURAĞI

Horhor yokuşundan biraz hızlıca çıkmıştı. Horhor yokuşunun sağ tarafında bulunan bizans kalıntılarından yıkılmış bir sütunun üzerine oturdu. Biraz yorulmuştu. Cebinden sigara paketini çıkardı. Bir sigara aldı eline. Sonra çakmağını çıkardı. Sigarayı yakacakken vazgeçti birden. Elindeki sigarayı yere attı. Ayağıyla çiğnedi. Karşıda küçük bir çayhane ilişti gözüne. Yerinden kalktı. Çayhaneye gidip masanın birine oturdu. Yazlık çayhanede toplam altı masa vardı. Garson ne istediğini bile sormadan bir bardak çayı koydu önüne. Çayın yanında iki tane küp şeker vardı. Küp şekerin birini ikiye birini kırıp yarım küp şekeri çayına attı. Sonra bir çay daha, bir çayda daha… İçtiği çay beşi bulmuştu. Çayhaneden çıktı. Saatine baktı. Saat 14.48 i gösteriyordu. Daha çok vaktim var dedi. Nasıl geçirmeliydi bunca zamanı. Buluşma zamanı saat 14.oo idi. Ana yola çıktı. Sağa döndü. Fatih otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Otobüs durağında, bir yaşlı, yuvarlık gözlüklü, beyaz tenli kadın ve yanında on üç-on dört yaşlarında bir kız çocuğu ile üç genç vardı. Gençler birbirleriyle şakalaşıyordu. Şakalaşırken de biraz gürültü yapıyorlardı. Yaşlı kadın gençlerin bu davranışından tedirgin olmuştu. Yaşlı kadın arada bir başını arkaya çeviriyor, sonra başını hafifçe sağa sola çevirerek, bir şeyler söyler gibi sinirli bir şekilde kıpırdatıyordu. Kadının oturduğu kanepenin uç tarafına oturdu. Tedirginlik içindeydi. Saatine baktı. Saat daha 13.oo bile olmamıştı. Ne kadar çok bakıyordu saatine. Çok erken gelmişti otobüs durağına. Kırmızı otobüsler, troleybüsler geliyor, yolcu indirip, yolcu bindiriyorlardı. Gençlerin şakalaşması bitmiyor. Yaşlı kadın iyice sinirleniyordu. Zaman geçtikçe huzursuzluğu katlanarak artıyordu. Ya gelmezse sorusu kendini büsbütün harap ediyordu. Gelmeli, gelecek diyordu. Aklı hayır gelmeyecek diyor, gönlü gelmesini bir istiyor bir istemiyordu. Aklı ile gönlü arasındaki çelişki bir türlü son bulmuyordu. Bu bekleyiş ona tatlı bir acı veriyordu. Bu acının son bulmasını istemiyordu. Uzaklara bakıyor, gelenleri izlemeye çalışıyordu.
Saat 14.oo de yaklaştığında kalbinin atışı hızlanmaya başladı. Uzaktan gelenleri ona benzetiyor, heyecanlanıyordu. Kızlar yaklaştıkça o olmadığını anlıyor, huzursuzlaşıyordu. Zaman geçmek bilmiyordu. Bir kişinin gelmeyeceğini bile bile beklemek çok zordu. Saatine yine baktı. Daha çok zaman var dedi. Biraz dolaşmak geçti içinden. Sonra vazgeçti. Ya erken gelirse. Saat 14.oo de yaklaşıyordu. Saatin tik taklarını göğsünde duyuyordu. Gelecek diyordu. Gelmeli diyordu.
Uzaktan onu seçti. İşte geliyordu. Kalbinin atışı hızlanmaya başladı. Ayakları tutmaz oldu. Oydu gelen. Otobüs durağının önünden durağa bakmadan geçip gidiyordu. Duraktaki üç genç duraktakilerin duyabileceği bir sesle onu tanıdıklarını belirten sözler söylediler. Kan beynine sıçramıştı.
Onu tanıyan gençler anlamasın diye otobüs durağından ayrılarak uzaktan izlemeye başladı. Yanına fazla yaklaşmıyordu, yaklaşmaktan çekiniyordu. Onu bir iki adım arkasından sağ tarafından izliyordu. O yaya geçidinden sola dönerek karşıya geçti. Sonra bir ara sokaktan Fatih Camisine giden yola döndü. Fatih Camisinin giriş kapısından geçerek, biraz ilerideki tahta banka oturdu. Gözüyle işaret ederek yanına oturmasını istedi. Elinde yarım bir dosya kâğıt, rulo haline getirilmiş ve bantlanmıştı. Aklı onun elindeki rulo haline getirilmiş ve bantlanmış kâğıda takıldı. O kağıt benim için hazırlanmış bir kağıt mı diye düşündü.

Devamını Oku
Nihat Yücel

Bir sel gibi çoşsam yıkarım bendimi ben
Elbet gün olur gösteririm fendimi ben
Bir sır küpüyüm kendimi bildim bileli
İfşa ediversem asarım kendimi ben

Devamını Oku
Nihat Yücel

- Anama

Bilmem mi Ahır Dağı'nda kar var şimdi
Bilmem mi anam var orda yar var şimdi
Gitsem gidemem elim kolum bağlı benim
Dostlar biliniz içimde kor var şimdi

Devamını Oku
Nihat Yücel

Güzelliğin çirkinliğin
Aynalarda kalsın
Bana sevgi dolu
Sıcak yüreğinle gel
Başka bir yüreğin
Çalmam kapısını

Devamını Oku
Nihat Yücel

MAVİ KUŞ


Biraz önce olanca gücüyle yağan yağmur, birder susuverdi. Bulutların karanlığında saklanan bahar, çocuk gözlerinde nisan ayının verdiği sevinci sildi.

Selim durmadan elindeki boş kibrit kutusuyla oynuyordu. Uzun bir zaman karşılıklı oturdular Nilgün'le. Zaman, yanlarından kocaman gürültülerle geçti. Dakikaların en sivri uçlarında sıkıntılar...

Devamını Oku
Nihat Yücel

Doyumsuz atlar koşar
Bilinç altımda
Düşler görürüm - her gece
Düşlerimde atlar görürüm
Hazzın en doruğunda
Uyanırım her gece

Devamını Oku