MEMİŞ'İN MUSTAFA
Abaz dağının etekleri kapkara kesildi. Ağaçlar daha bir büyüdü yamaçta. Toprak evlerin damlarına katran dökülmüş gibiydi. Arif Kaye kuru bir ağaç dalı gibi sallanarak camiye girdi. Cingöz Hüseyin kordonlu cep saatine baktı uzun bir süre. Birden sığır böğürtüleri doldurdu köy meydanını. Çocuklar ellerinde sopalarla öküzlerin peşine düştüler. Bütün gürültüler Okkayası'nın sivriliğinde birikti. Sonra Kocadere'nin azgın sularına döküldü, yavaşça. Köyün suskunluğunda Kocadere büyük zaferini kutlarcasına çılgındı. İki engerek yılanı doyumsuzca sevişiyordu ekinlerin arasında. Çoşkular ay ışığıyla öpüştüler. Evlerin ürkek uykularında insanlar küçük ve karanlıktı.
Memiş'in Mustafa Abaz dağına uzattı bakışlarını. Bir cigara sardı. Cigara kağıdının beyazlığında umutlar doldu gönlüne. 'Ne olursa olsun, insan mutluluğu kucaklayabilmeli.' diye düşündü. Ne zaman başlamıştı. Çolak Ali'yle düşmanlığı? Bilmiyordu. Perdeleri sımsıkı kapatırdı geceleri. En ufak bir gürültüde tabanca elinde kapıla sıçrardı. Bir namlu ucundaydı hayatı. Günler karanlık geçerdi.
Gizli sırlarımı aşikar etme
Lal olsun dillerin söyleme ya da
Garip bülbül gibi ah-u zar etme
Gizli dertlerimi sana anlattım



