Bir belkinin kıyısında dinlenir insan
Bir belki onu senelerce ileriye götürüp yorgun düşürür
Bir belki binlerce kapıyı açar insana
Binlercesini de kapatır.
Bir belkinin toprağında deve dikeni
Bayram otuda yetişebilir
Bir belkinin içerisinde bildiğimizi sandığımız nice yanılgılar vardır
Dinlediğimiz gereksiz lakırdılar
Bize umut diye satılan yalan dolanlar
And içtiğimiz yeminler...
Evimize belkiyle başlayan nice konuk gelir
Belkilerle devam eden ikramlarda bulunup
Belkilerle uğurlanır
Onlarca belkili resimler asılır duvarlara
Belki çivileriyle belki renkli oda içlerine
Bir belki matematikçiyi çıldırtabilir
Gün boyu hesap karmaşasında
Aynı belki edebiyatçıyı zevkten kudurturken
Ve o belki boğazımızdaki zehir zıkkım tattır
İsimlendiremediğimiz bir sürgündür
Belkilerle infaz kararı veriri savcılar
Simit ve ayran kokulu bekleme salonlarında
Ve tenimize işleyen bir kokudur
Hiçbir temizlik malzemesinin geçiremediği
İnsanlığımıza sinen ağır bir kokudur
Belki çıkar deyip beklediğimiz
02.08.2002
Anne ile bebek arasında kanlı bir hortumdur yaşam
Kime yakın kesilirse onu öldürecek yaşam denilen ağu
Ben en çok göbeğimden yakalandım
Anne sevgisi denen balçıkla bulandım; hayat suyu ile donandım
Avucuna doğar ılık anlamsız bir beden
Bebek bebek kokar göğsüne
El salla geçtiğin yollara
ne bir hatır kazanma,ne bir gönül kırma
Herhangi birisin oralarda
Her durakta bir demli çay
Biraz gevrek simitlerden kuşların payını bırakmayı unutma
Ve dumanını yavaş bırak
Bir yusufçuk havalanmakta çalılıklardan
Gayri aramakta sevdiğini yeri göğü inleterek
Rahat yüzü görmeden; bir nefes soluklanmadan
Bir kırlanıç gibi göç etmekte durmadan
Kanadındaki özgürlük şarkısını ritmederek
Seneye kışa yetişmeyeceğini bilerek...
Türküler söyler aramayı sürdürerek
Hep alay konusudur yusufçuğun olmayanı arayışı
Ağaçlarda güz telaşı erken döküm mevsimi
Küçüçük bir papatya direnir yaşamaya
İki kayanın kucağında çorak toprak anasında
Yusufçuk bulamaz mı sevdiğini
Siz söyleyin; çalışkan karıncalar
İşçi doğmuştur anasından;
Ama hiçbir grevde adı yoktur onların
Sırtlarındaki yükü taşır dururlar; alnındaki yazıyı yani
Ve çoktan çözmüşlerdir bataklık sandıkları ayak izlerini
Hepsi birbiriyle işbirliğindedir toprağın yüreğinde
Bakarken görmediklerimiz anlamsızlaşır
Yusufçuk sevdiğini bulamaz ağlaşır
İçimizse sadece karınca ısırığı kadar acır...
Kar yağdı gecenin saçlarına
Gündüz ağardı
Uyandı yeni yetme fırıncılar
Karmakta bir hamur tahtasında kahvaltılık sıcak ekmekleri
Gündüz ağardı
Kaçışıverdi gece yorganı altından böcek sürüsü
Tinerci çocuk yalanlar
Bir köylü tarlasını sulamaya gitti el feneriyle
Ayçiçekleri sabahın güne bakanı olmaya karar verdiler
Ve gün öylesine erken ağardı ki
Çiçekler uyanamadı daha
Bu erken vakitte kokusuz kaldı sokaklar
Neyse ki uzun sürmedi kokusuzluk
Tütün kolanyası kokan bir emekli balığa çıktı,limana
Bir kedi kasaptan kaptğı ciğeri afiyetli yedi
Bir ayyaş çişiyle çiçek çizdi çöplerin kıyısına
Yarı çıplak yürüdü genç kız
Karşıdan bir simit aldı
Susamlarla kapattı dişlerinin çarpıklığını
Gündüzü örttü olgunlaşmaış omuzlarına
Yürüdü kız gündüze doğru
Büyüyerek yürüdü...
25/10/2003 Bursa
Ve karakış gelir avlu içlerine
Davetsiz bir misafir gibi oturur
Ne elma ne armut; Kurur kaysı ağacı da
Bir dal direnir soğuğa
Ucunda cılız yaprak direnir umuda
İğne yapraklılar adını alsa da kimseyi iğnelemden yaşama derdinde
Giderek yaşlanıyor yobazlaiıyorum,yanlızlaşıyorum
Yanlızlık hiç de şiirsel değil
İnsanın dünyadaki ilk ölümü
Sevdanın ilk yenilgisi duygulara
Hani gün boyunca sokaklarda dolaşıp!
Elleri boş dönmek akşama
Babam ölüyordu bir pazar akşamıydı
Ağustosun en sıcak zamanı
Bedeni soğuk kılimaları bile hissetmiyordu
Güneşin gözündeki başı alev alev babam; sessizce ölüyordu
En korunaklı sanıp yanıldığımız o yerlerde
Beton yığını soytarı şapkalı hastahanelerde
Erik ağacında elmayım
Bir meyveyim işte türlü türlü fayda sunan
Topraktaki suyum; bir daldan birine konan
Ama en çok sevgiyim.....
Sevdikçe çiçekler açarım doğamda
Kelebeklerde en çok benim çiçeklerime konar
Şimdi uzak kentlerin sönük ışıkları gibi gözlerin
Parlak yıldızları kıskandırırdı
Bu kentin ışıklarını,
Ortalığı kasıp kavuran güneşi de
Papatyaları solduran; laleleri ürküten gözlerin
Gayri açmayacak ortancalar
Ne kadar yazsam ne kadar konuşsam az
Büyüsü bozuldu düzenin; gözlerin boş bakar şimdi
Kapı artlarında binlerce insan kendini beklemeye başladı.
Hem de koynunda yatan kendi kendine sıkıca sarılarak
Çocuk bekçiye selam verdi; Bekçi sadece amirlerine
Öğtmen öğrenciyi tembeller sırasına oturttu.
Konuk ev sahibesini azarladı
hanım uşağı,uşak kedisini dövdü
Kediye uçsuz bucaksız sokak bahşettiler böylece
İşçiye bir define çalış kaz,kazan diye
Kapılar hep kapalı koridorlar boş kaldı
Gözlerin böyle manaszken
Kaç kere yıldızları saydım da çillenmedi ellerim.
Gözlerin boş bakar; nerede hüzünler mutluluklar
Sevincini gölgelemiş karanlıklar
Doğayla baş başa vermiş binlerce insan, hayvan,çiçek,böcek
Aynı ağıdın nakaratında hapis
Gözlerin boş bakar
Ölüm bir kara leke gibi bağrına düştü gözlerinin
Hey hayat nerde o eski anlamlar...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!