Müştehir Karakaya: Hakkında ziyaretçi gö ...

Müştehir Karakaya
14

ŞİİR


21

TAKİPÇİ

  • Mustafa Alagöz
    Mustafa Alagöz 26.10.2025 - 10:17

    Beyaz Gemi Asla Gelmeyecekti

    Abime telefon açtım. Babamın yaylacılık yaptığı zamanlardan kalma çadırların nerde olduğunu sordum. Abim çadırların köydeki evde olduğunu söyledi. Babamın vefatından sonra köye pek fazla gitmiyoruz. Ev uzun süre kapalı kalmış, duvarları nem çekmiş. İçindeki yün döşek yorgan ne varsa nemlenmiş, yanmış çürümüş dedi.
    Karlı soğuk bir kış günü Iğdır'da Rus pazarında dükkân dükkân dolaşarak çadır arıyorum. Bulgar göçmeni ihtiyar Sarı Aziz ustadan az kullanılmış bir çadır bulup aldım. Çadırı bir transit minibüsün üstüne yerleştirdim, Doğubayazıt'taki Van minibüslerinin kalktığı yazıhaneye götürdüm. Sırası gelen şoför ile anlaştık, yarım otobüsün altındaki bagaja çadırı koyduk gönderdik. Ben geriye Iğdır'a dönerken yolda Müştehir abiyi aradım. Şoförün telefon numarasını verdim. Van depreminde Müştehir abinin ailesine ait iki katlı evleri zarar görmüş. Bütün ev halkı dışarıda kalmışlardı. Kış vakti bütün bir şehir olduğu gibi dışarıda kalmış. Müştehir abiye çadır verilmemişti.
    Coğrafya kaderdir demişler. Hakikaten bu coğrafyada yaşamak çetin iştir. Özellikle sanatsal duyarlılığı olan insanlar için buralarda yaşamak zordur. Şair, yazar kesimi genellikle büyük şehirlerde yaşıyor. Sanatsal etkinlikler İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde gerçekleşiyor. Dolayısıyla taşrada Müştehir abi gibi bir şair yazarın yaşıyor olması bana da motivasyon kaynağı oldu. O zamanlar Müştehir abi ve arkadaşları Van'da Beyaz Gemi dergisini çıkarıyorlardı. Derginin adını Cengiz Aytmatov'un ünlü eserinden almışlardı. Cengiz Aytmatov'un Beyaz Gemi eserinde küçük kahraman hep bir gün buradan gitme hayali ile yaşıyordu. Issık Gölünde her gün uzaktan izlediği gemide anne ve babasının yaşadığını ve bir gün kendisini de alıp buradan uzaklaşıp gideceklerini hayal ediyordu. Müştehir abinin de bu uzak şehirden bu yüksek deniz ülkesinden bir gün bir gemiye binerek gideceğini hayal ederek yaşıyor olması ihtimali beni çok derinden etkilemişti. İstanbul'daki aktif sanatsal faaliyetleri ve Bab-ı ali günlerinin ardından Van'da belediye binasının en üst katında oldukça durağan bir şekilde yaşamak muhakkak zor gelmiştir ona. İster ifade edilmiş olsun ister içinde bir ukde olarak saklanmış olsun bir şekilde kendini belli ediyor. Aynı duyguları eminim çok insan yaşıyordur.
    İstanbul'daki yıllarımda Müştehir abiyi duymuştum. 90’lı yıllarda Üsküdar'da kaldığım öğrenci evinde Müştehir abinin teksir kâğıdına fotokopi ile çoğaltılmış şiirleri geçti elime. O zamanlar kitap dergi çok maliyeti işler olduğundan her istediğimiz kitabı alamıyorduk. Öğrenci evlerinde fotokopi ile çoğaltılmış çok kitap olurdu. Bir yerlerden üstat Sezai Karakoç'un da Mona Roza şiirinin fotokopi halini edinmiştim. Büyük bir heyecanla bu şiirleri okuyor, ezberliyordum. Müştehir Karakaya ismini ilktir o zaman duymuştum. Müştehir abinin şiirlerini ilk öyle okudum. "Karbon Yüzlü Adamlar" adlı şiirini o zaman okumuş çok beğenmiştim. Ondan sonra o çok meşhur "Gece Sağanakları" başımın ucundan eksik olmadı. İstanbul'da Müştehir abiyle tanışma imkânı olmadı. O zamanlar cep telefonu henüz yaygın değildi. İletişim imkânları kısıtlıydı. Sonradan öğrendiğim kadarıyla o aralar askere gitmiş peşinden de ailesi onu Van' a yerleşmeye ikna etmişti. Aklımda Müştehir abi gizemli bir şair olarak öyle kaldı. Derken romantik günler bitti. Üniversite hayatım geride kaldı. Malazgirt'in bir dağ köyüne öğretmen olarak atandım. Artık İstanbul geride kalmıştı. Değil şiir yazmak, okumak için kitap bulamıyordum. Uzun bir süre böyle geçti. Dört beş yıl sadece kitap okuyarak zaman geçirdim. Yazmaya hiç takatim yoktu. Çölde susuz kalmış gibi hissediyordum kendimi.
    Derken yüksek lisans programı için Yüzüncü Yıl üniversitesine kabul edildim. Bir arkadaşım Müştehir abinin Van'da belediye basın ve kültür işlerinde çalıştığını söyledi. Belediye binasına gittim, sora sora en üst katta kendisini buldum. Kendisini ilk defa o zaman gördüm. Kültür işlerinin olduğu bölümde, küçük bir odada dört masa vardı. Bütün masalar doluydu. Herkes harıl harıl çalışıyordu. Odanın içinde ufak bir kapıdan girilen çay ocağının olduğu bir bölüm vardı. Yer yer ak düşmüş sakalı, açık alnı, geniş çerçeveli gözlükleri ile karşımda Müştehir Karakaya duruyordu. Beni son derece nezaketli bir biçimde karşıladı. Sanki uzun zamandır aradığım eski bir arkadaşımı bulmuştum. Oturduğu masanın diğer tarafında, yüzü hep gülüyordu. Odadaki çalışma arkadaşlarına, odaya yeni giren mesai arkadaşlarına beni hemen tanıtıyor, benimle çok ilgileniyordu. Müştehir abi bize kendi eliyle çay getiriyor, çay eşliğinde sohbet gittikçe uzuyordu. Beni o kadar sıcak karşılamıştı ki artık gideyim de adam işlerini yapsın diye düşünmek aklıma gelmemişti. Bu duruma biraz da şaşırmıştım. Bu kadar tanınan bilinen bir şair yazar bu kadar mütevazı olur muydu? Çünkü ben İstanbul'da birçok şair yazar ile tanışmıştım. Pek havalı, yukardan bakan tiplerdi. Ben lise yıllarımdan beri şiir yazıyordum. Dolayısıyla dergileri takip ediyordum. Dergilere epeyce şiir de gönderiyordum. Çoğunlukla o dergilerin başındaki fildişi kulesine kurulmuş, ulaşılmaz, kendini Kaf dağında gören ünlü şairlerin beğenisini kazanamıyordum.
    Müştehir abi ile belediye binasında, samimi, protokolsüz bir şekilde tanışmamız bana çok heyecan verdi. Bir taraftan da tanışmak için niye bu kadar geç kaldığıma üzülüyordum. Bana Beyaz Gemi dergisinin çıkmış sayılarından bir kaç tane verdi. Sohbet esnasında dayanamayıp sayfalarını çevirip çevirip bakıyordum. Dergiyi çok beğendim. Derginin isminin anlamını anlattı. Cengiz Aytmatov'un dergiye adını veren kitabının hikâyesini bildiğim için çok duygulandım. Bu dergiye isim koyan duygu yoğunluğu ve ruh halini ben de o anda iliklerime kadar hissettim. Çünkü Müştehir abi çok önceleri "Oralarda Bir Yerde Yüreğimi Bırakıp Gelmiştim" demişti. Ben de lise ve üniversite yıllarımı İstanbul'da geçirdim peşinden bir daha dönmemek üzere oradan ayrıldım. Sanki gönüllü bir sürgüne çıkmıştım gibi. Belki istesem İstanbul'a tayin isteyebilirdim ama bu hiç bir zaman olmayacaktı. Evet, çölde bir vahaya sığınmıştım. Karlı dağların ardında, Urartuların değişiyle Yüksek Deniz Ülkesine. Van'da Müştehir abi ve dergisi Beyaz Gemi vardı. Yüksek lisans dersleri için haftada bir gün Iğdır'dan Van'a gidiyordum. Akşamları Müştehir abinin müdavimi olduğu Cumhuriyet caddesindeki bir kahvehanede oturur geç saatlere kadar sohbet ederdik. Sanki bin yıldır arkadaştık. Kahvehane sahibi arkamızda büyük bir mermer tezgâhta müzmin bir tıkırtı eşliğinde durmadan ufak çekici ile şeker kırıyordu. Arada bir masaları dolaşarak çayları tazeliyordu. Böylece geç saatlere kadar sohbet uzar giderdi. En son “İçinde Eylül Biriktiren Kadın”ı beraber okuyup dağılırdık. Bu saatte dışarıda kar yağıyor ve son minibüs çoktan kalkmış oluyordu. O zaman da arabamla onu ve arkadaşlarını evlerine bırakır öğretmen evindeki odama dönerdim.
    Beyaz Gemi dergisinde artık şiirlerime yer veriliyordu. Çok mutluydum. Dergiler nezdinde bahtım açılmış peş peşe dergilerde şiirlerim çıkıyordu. Böylece öz güvenimi yeniden kazanmıştım. Oldum olası kitap okumayı çok seviyordum. Müştehir abiyi tanıdıktan sonra okumaya karşı ilgim katlanarak arttı. Okuyup yazmak için ille de büyük kentlerde olmaya gerek olmadığını anladım. Tabi ki büyük şehirlerde yazma motivasyonu yüksek olacaktır ama olmazsa olmaz değildi. Öyle ki Iğdır'da Müştehir abi ve diğer eli kalem tutan dostlarla beraber "Mesel Dergisini" çıkarıyorduk.
    Müştehir abiyi Iğdır'da çok kere ağırlama imkânı bulduğum için kendimi bahtiyar görüyorum. Akşam saatleridir, Ağrı Dağının eteklerinde gelincikler kırmızı kuşaklar halinde dağ bayır hey yanı boyamıştır. Kayalıklarda kurka yatmış keklikler habire ötüyor. Bir taraftan da kar suları coşmuş akıyor, Müştehir abi suskundur, Urartu krallığının baş veziri ‘Arguştiyan’ düşünüyor. Bilgenin Günlüğüne şerh düşürüyor. Aşağılarda Iğdır ovası ve bütün şehir ayaklarımızın altında uzanıyor. Karşı yamaçlarda Alagöz dağının eteğinde Erivan şehrinin neon ışıkları yanıp sönüyor. Müştehir abi Iğdır'ın 'al alması' diyor, dudakları kıpır kıpır ediyor, kendinden geçmiş şiir okuyor. Çalıştığım okulda nerdeyse geleneksel hale getirdiğim bahar konulu şiir programlarında kürsüde Müştehir abiyi anons etmek beni çok onurlandırıyordu. Hele sahnede beraber şiir okuma imkânı bulmuş olmak büyük mutluluktu. O ney eşliğinde "Medine Küçük Bir Çocuktu" şiirini okurken kalabalıkların o alkış tufanı halen kulağımda çınlıyor…

    Mustafa Alagöz