Lalelere bürünseydin ya İstanbul
Kuşluk vakti esseydin hep serin serin
Köşeli İstanbul
Zikzak İstanbul
Bulutların hasret sana
Gün batımı es geçmekte
Kendi dikeniyle yırtıyor
Yapraklarını gül.
Kanamış rengi.
Solgun gözyaşı gamzesinde birikmiş
Melül sürrealist makyajı üstünde.
Kesilmiş ipleri birbirine bağlayan düğümdür.
Aynadaki sessizliğin dilidir.
Yanındakine bir yıldızın kaydığını göstermeye çalışırken, geride kalan izdir.
Denizde sektirdiğin taşın son düşüşüdür.
Okuyanların ebe olduğu saklambaç oyunudur.
Çocuk doğduktan sonra anne rahminde kalan yalnızlıktır.
Ben bir saldım kendimi
Bir de şaşırdım
Trenlerin uyumlu düzlüğüne
Sonra el salladılar trenlere
Yürüdüm bilmediğim bahçeye
Gökkuşağı rengarenktir görene
Akıl erdiremezler ki sevene
Sarıldı kollarım ela gözlüme
Uyandırmayın bizi bu rüyadan
Toplumun lekeli sesi dilinde
havalar soğudu,uğramaz oldun sabahları
görüştüğümüz üst geçidin girişine.
İlk basamaklarda karşılardın beni
Gözlerinde parlaklık, biraz çekingen tavrın ile.
Sadece isimlerimizi bilirdik,
Yas mıdır gerçek olan
Bir mum ışığı sükunetinde?
Dingin olan ben miyim
Çaçaron sessizliğin içinde?
İri gölgeler, niye şimdi
Ne karanlıklar nurunda yaşlandı
Gözlerim
Ne de lal çaçaronluk yaptı dilim.
Ilık bir şarkıdayken ruhum,
Avareliği yok oldu
Suskun ayak sesleri
Bağıran yıldızlar
Çarşıdan geçerken aşk diye bağırdılar
Borçlular sevdaya
Sahtekarlar yağmuru
Kirpiklerime örs bağlamışlar
Bu akşam,
Ama yine de yaşatacağım geceyi.
Biliyorum,
Sabah çalacak hantal sessizliği
Uza akşam uza...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!