Beş Mart altmış dokuzda değil de
İki Mart yetmiş yedide doğmak isterdim
Sonra seni tanımak okul sıralarında
Birazda yakışıklı olmak ama kafa bu kafa
Sevmek isterdim tıpkı senin gibi
Yağmurda yürümeyi sırsıklam
Belki de üç yıl önce
Sevgilisinin dilini emerken diskoteklerde
Ağzının içine tükürüp pistte fırlıyordu
Birilerinin şaşkın bakışları eşliğinde
Şimdilerdeyse
O günlerden kalma gözlüğü ve kostümleriyle
Bir şiir depreşiyor günlerdir şuramda
Ne zaman kaleme kağıda sarılsam “Dur” diyorsun
“Dur ne olursun yapma daha henüz değil”
Bir köşe başında kalbimi dinliyorum,
Üstüme üstüme geliyordu dünya
Kan bulaşıyor avuçlarıma kendimden kaçıyorum
Nelere kaniiymiş şu benim sevdam
Şairlik kesmedi falcılığa da başladım
Şimdi her hafta Pazartesi
Önce gözlerine bakacağım sonrada fincana
Bir haylide ilerledim bu hususta
Mesela işimdiden söyleye bilirim
Seni düşünmek dertsiz başıma dert açmak seni özlemek daha hızlı yaşlanmak, gözaltlarında daha çok halkalar, şakaklarımda biraz daha aklar. Seni sevmek daha çok tükenmek bütün bunları biliyorum. Çok sık rastlanır şey değilsin biliyorsun, okumadan altına imza attığım tek şeyimsin benim ve hiçbir yaramı göstermediğim, daha ayak seslerini duyduğum anda bütün dertlerimin sırra kadem bastığı, içim dışım, işim gücüm, derdim kederim olan tek sen. Ben senin ayak seslerini hiç duymadım biliyorsun ama onları dinleye biliyorum, gözlerimi hafifçe kapattığım anda çok derin ve uzak bir koridorun ucundan ağar ve kendinden emin topuk seslerin, bu senin konçerton. Ayak sesleri parmak izi gibidir herhalde ve hiç biri diğerine benzemez, öylemidir? Değilse de umurumda değil ama ben senin adımlarını tanıyorum, attığın her adımda bütün bedenimi yerinden sarsan o seslerin kokusunu hissediyorum, sesin kokusu olmaz mı dersin? Senin ayak seslerinin var. Hiç kimseninkine benzemeyen ayak bileklerin, ellerin sonra parmakların senin kadar acımasız değil, parmakların gülümsüyor senin, dokunduğunda yer çekiminin bir önemi olmuyor.
Ben seni hiçbir zaman dolu dizgin çocuklar gibi sevinç çığlıkları atarken de görmedim beklemedim de zaten, sen bana ne zaman geldinse anason gereksinimi tavan yapmış akşamcı bir isyankardın her defasında. Hiçbir zaman gelir gelmez boynuma sarılmadın, buna çok ihtiyacın olduğunda bile yapmadın “sana çok ihtiyacım var” demedin çok ihtiyacın olduğunda bile. Bazen bütün intikamlarını aldığın her hangi bir atış alanında hedef tahtasıymışım gibi hissettiriyordun. Durmadan ateş ediyordun ve belden aşağı vurmakta senin üstüne yok.
Ben seni her hangi birisi olmadığın için seviyorum, sırf sinirlenmesin diye “sen bilirsin” diyen kadınlardan değilsin, hiçbir sofrada sırf ben seviyorum diye olmuyor yediğimiz yemekler. Ben senin bana muhtaç olmayışını seviyorum, ben olsam da olamsam da sonuna kadar yaşamanın hakkını vereceğini bilmek güzel. Sen benim gözümü arkada koymayacak tek kahramanımdın. Nerde ve nasıl olursan ol, hiçbir paniğe yenik düşmeyeceğini düşünmek dinlendiriyor beni, ezilenler arasında aramıyorum, onların içinde olman imkansız senin. Seni ben kurtulanların arasında arıyorum teslim olmayanların içindesin hep. Aç açık kalmayacaksın hiçbir zaman ve hiç kimseye minnet etmeden ama sürekli kendi kendine bülöf yaparak ve her defasında kazandığını sanan kaybeden sen. Hiçbir bülöfünü görmek istemiyorum ve her defasında “pas”…
Sen benim en olması gereken sevme mesafemdesin ne daha uzak ne daha yakın, sen orda olduğun sürece daha çok severim. Sakın yaklaşıyım deme biliyorum demezsin zaten, rüyanda bile görme, çünkü daha fazlasına hiçbir zaman hazır olmıycam. Hiçbir şehrin içine sindiremediği bir adamım ben ve geri zekalı ahmakların kolayca kafaya aldıklarını sandığı ama öyle olmadığını her defasında gördüğü Allah’ın cezası bir şehirde seni düşüyorum ben. Dört mevsim takım elbise giymenin gelenek olduğu ve kurdukları her cümlenin çok önemli olduğunu sanan gerzeklerle dolu bu şehir. Hiç çaresiz kalmıyorlarmış gibi duruyorlar, hiç kimseyi özlemiyormuş gibi bir halleri var, hiç sevişmiyorlarmış gibi duruyorlar karılarının yanında bile oysa yalan.
28.07.2008 Saat 23.45
İçim kan ağlıyor dışım bir türkü tutturmuş mırıldanmakta. Dipte köşede sana dair bir şeyler arıyorum sürekli, senin elinin değdiği bir şeylere rastlasam belki yüzümde fotoğraf karesi bir tebessüme sebep olacak. Tanrım ne kadar sinirliyiym böyle, hani parmaklarımı birilerinin gırtlağına geçirip, avuç içime sıcak sıcak akan kanı seyretme dürtüleri, sonra bitip tükenmek bilmeyen alıp başımı gitmelerim, sonra nerden aklıma düşerse, Türkbükünde genç kızların yanağından makas alıp, Tükiye analizleri yapan sonradan liberalleşmiş eski solculara veripveriştirdiğim, durmadan etrafıma bakınıp güzel bir şeyler görme isteği ve güzel bir şeylerin bir tülü olmayışı, kırmızı ışıklarda kısa süreli komşuluk ettiğim, sutyen askıları kirli, koltuk altları bakımsız ve tahriş olmuş, sözüm ona güzel kızlar. Neyse ki yeşil yanıyor ve yine karşıdayım…
24 Temmuz 2010 Cumartesi
Lütfen sıkma burnumu ya zaten canım çıkıyor, acıyorum sızılarım her geçen an daha derinlerden geliyor. Yahu bırak Allah’ını seversen “erkek adam ağlar mıy”mış, insansan ağlarsın arkadaş, ancak öküzler ağlayamaz, hatta onlar bile ağlıyordur belki de, sırf öküzlüklerinden saklıyordurlar gözyaşlarını. Çocukluğunun en güzel yerinde sınıfta öğrenmeni tarafından azarlanmış yanlarım var benim. Azarlanmış, kınamış, incinmişim. Ne okula karşı bir sevgim kalmış, nede derslere dönüp bakasım. Çocuğum işte bu akşam, başımı dizlerine bırakıp, için için ağlamak istiyorum. “tamam geçecek abartma sende” demelisin ve söylediğin hiçbir şey teselli etmemeli.
Bir şeyler hep eksikti benim hayatımda, sen başından beri hiç olmayan o dayanılmaz yokluk, açlık gibi susuzluk gibi, hasretin heykeliydin bütün meydanlardaydı 4 metrelik kaidelerin üstünde yaz demeden kış demenden güvercinleri tepende saklıyordun. Sen yoktun benim sana sımsıkı sarılmak isteğim hiçbir yerde yanımda değildin.
İçimdeki sevecen, iyi niyetli, herkesi mutlu etmeye çalışan ve karşısındaki insanın tebessümüyle beslenen yanlarımı bırakıp gidiyorum. Yanıma hiç kimseyi almıycam, geriye dönüp bakmıycam. Özlemiycem hiç kimseyi, hatta seni bile “DİYEBİLMEYİ” ne çok isterdim.
Ben senin göz bebeklerinde bana duyduğun güveni özlüyorum, bana olan inancına duyduğum hasret gebertiyor beni. Senin bana olan inancını gönderebilirmisin bana? Güzelik miş çirkinlikmiş, paraymış pulmuş yada hisse senedi, bütün bunların hiçbir önemi yok, insanı insan yapan en temel değer, etrafında sana bakan gözlerin içinde nasıl görüldüğündür. Kırk yıl boyunca söylediği her sözün “bıdı bıdı” olarak algılanmasına rağmen, yinede birbirine katlanan kadınlar ve erkekler, gerçekte hala onları bir arada tutan şey, gidilebilecek başka hiçbir yerleri olmadığı değil. Gerçek sebep birbirlerine duydukları güvendir alsında.
Malumun kadının güzellik namına hiç bir şeyi kalmamıştır ortada, hatta daha ölmeden başlamıştır bedeni çürümeye. Adam dersen zaten grizu faciası. Her şeye rağmen kahveye giderken arkasına dönüpte “hanım gelirken alayım bir ihtiyacın varmı” dertirten şey, bütün olumsuzluklara rağmen, bütün imkansızlıklara rağmen, hiçbir zaman birbirlerine olan güvenlerini yitirmemiş olmalarıdır. Başı ağrıdığında alnına konulan elin merhameti sevgisi “ölürsen ben ne yaparım sensiz” diye sızlanan bakışlarıdır adamın. Gülmeyi düşüyorum, hayır gülümsemeyi, binlerce tebessüm gördüm bu güne kadar, hatta bazıları tırnak izi gibi kaldı şuramda (şuramda derken sol göğsünü gösteren ben) Fakat senin yüzünde tebessüm bir başka duruyordu be. Parmak uçlarımla dokunmak istediğim en saf en güzel en çocuksu hasret. Hiçbir zaman elimi uzattığımda dokuna bileceğim kadar yanımda değildin. Belki benim ellerim yoktu da bana varmış gibi geliyordu, yada bütün bu cümleleri kurup, tuşları şakır şukur dans ettiren ben değilim. Belki Alaatin’in lambasıydı başıma bu işi açan.
Çok yoruldum ben, artık kendi kabuğuna sığmayan bir kaplumbağa gibi kıvranmaktan bıktım. Sabah karşı dörtte filan uykuya dalmayı özlüyorum, bütün gece seninle beni konuşsak. Sonsuz bir özgürlüğüm olsa ve sana söyleyebileceğim her şeyi söylesem. Aleyhimde delil olmasa söylediğim hiç bir şey, ertesi gün yargılanmasam. Burnumda fitl fitl getirmesen kafamın içindeki seni deliler gibi sevdiğimi. Hiç kimseye benzemeyişinden nefret ettiğimi söyleyebilsem. Sen sandığım herkesin aslında koskoca bir fiyasko olduğunu haykırsam yüzüne. “tamam” desen, “sakin ol lütfen bak geçti tamam sesiz sakin ol” sarılsan, göğsümün ortasında devasa bir mangal gibi hümkürüp duran alevlerim yakmasa seni, hatta hiç kimsem olmasa senden başka, çocuklar hep çocuk kalsalar, büyüyüp dert açmasalar başımıza. Uçurtma uçurmak yetse mutlu olmaları için. Yada her şekerleme yeni bir dünya sansalar. Her oyuncak bir servet kalsa onlar için. Fidan yetiştirsem, her gün dibine geldiğimde yeni bir filizle karşılaşsam, tazecik ince yaprakların gencecik yeşilliği. Yağmur yağsa bazen, pencerenin pervazına sarılıp suları dinlesem “gel artık hasta olacaksın” desen …
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!