10/10/1992 tarihinde kimliğe göre Mardin Dargeçit'te gerçekte Şırnak İdil'de dünyaya geldi. Liseyi Şırnak İdil Cumhuriyet Anadolu lisesinde okudu. Mezun olduğu yıl Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat mühendisliği tarla bitkileri bölümü kazandı. 2014 yılında ikinci üniversite kapsamında sınavsız Anadolu AÖF ilahiyat kaydı yaptı. Ardından İnönü Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Ağız ve Diş sağlığı okudu. Ardından Şırnak Üniversitesi İdil Meslek Yüksekokulu Elektrikli cihaz teknolojisi okudu. Bunu 3,43 ortalamayla birincilikle b ...
Üniversite tercihi, hayatınızın en kritik kararlarından biridir. Bu süreçte atacağınız her adım, gelecekteki kariyer yolunuzu şekillendirecektir. 2025 YKS tercih süreci için hazırladığım bu kapsamlı rehber, tercih yaparken dikkat edilmesi gereken tüm önemli noktaları ele almaktadır.
Tercih Süreci Nasıl İşler?
Temel Adımlar
1. Kılavuz İncelemesi
2025 YKS Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu'nu dikkatli bir şekilde incelemeniz kritik önem taşır. Bu kılavuzda şu bilgileri bulacaksınız:
- Üniversitelerin hangi bölümlerinin mevcut olduğu
Acil Durum ve Afet Yönetimi bölümü, adından da anlaşılacağı gibi afet ve acil durumlarda etkili müdahale, iyileştirme, önleme ve hazırlık çalışmaları yapabilecek uzmanlar yetiştirmeyi hedefleyen bir programdır. Ancak bu bölümün sunduğu akademik altyapı ve toplumsal fayda potansiyeline rağmen, Türkiye’de mezuniyet sonrası iş imkanlarının neredeyse hiç olmadığı gerçeği göz ardı edilemez. Bölümde öğrenciler; deprem, yangın, sel gibi doğal afetlerin yanı sıra endüstriyel kazalar gibi insan kaynaklı afetlere karşı nasıl hazırlanılacağı ve nasıl müdahale edileceği konusunda eğitim alırlar. Kriz yönetimi, risk azaltma ve afet sonrası iyileştirme süreçleri de müfredatın temel unsurları arasındadır. Teorik olarak bu bölüm, afet yönetimi alanında uzmanlaşmış profesyoneller yetiştirmeyi hedeflese de, Türkiye’de mezunlar için kamuda atama imkânı bulunmamaktadır. Kamuda bu alandaki faaliyetlerin yürütülmesinde genellikle AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) gibi kurumlar görev alır. Ancak AFAD, profesyonel kadrolarının yanı sıra gönüllü üyeler aracılığıyla da geniş bir sahada çalışmalar yürütür. AFAD gönüllüsü olmak için yalnızca temel eğitimleri (çevrim içi ve yüz yüze) tamamlamak yeterlidir. Bu durum, iş bulmak için sadece iki yıllık önlisans acil durum ve afet yönetimi değil dört yıllık lisans acil yardım ve afet yönetimi eğitimine sahip olmanın dahi gönüllülük esaslı kısa süreli eğitimler sebebiyle işsiz kalmasına sebebiyet vermektedir. Benzer şekilde AKUT, İHH Arama Kurtarma ve Türk Kızılay gibi kuruluşlar da gönüllü temelli çalışmalarıyla afet ve acil durum müdahalelerinde etkin rol alırlar. Bu alanlarda iş bulmak için üniversite diplomasına değil, gönüllü olarak alınan kısa süreli arama-kurtarma eğitimlerine katılım yeterli sayılmaktadır. Mezunlar ise, gönüllülerle aynı sahada görev alacakları için büyük bir işsizlik riskiyle karşı karşıya kalırlar. Özel sektörde de afet ve acil durum yönetimi alanında istihdam çok kısıtlıdır. Bazı büyük ölçekli şirketlerin acil durum planlamalarına destek veren danışmanlık hizmetleri bulunsa da, bunlar hem çok sınırlı sayıdadır ve genellikle tecrübeli uzmanları tercih etmektedir hem de lisans acil yardım ve afet yönetimi mezunlarını tercih etmektedir. Ayrıca, sağlık sektörüne yönelik bölümlerden mezun olanların bile afet yönetimi alanında görev alma konusunda daha fazla fırsata sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Sağlık bölümleri mezunları, afet alanında hem sağlık hizmetlerine katkı sağlar hem de bu alanda daha hızlı istihdam edilebilir. Mezunların karşılaştığı tablo açıktır: %99 oranında işsizlik riski. Çünkü çalışma alanları zaten gönüllülerle doludur ve gönüllülerin görev alabileceği bu alanlarda profesyonel kadrolara fazla yer yoktur. Ayrıca, gönüllü çalışmanın yaygınlığı ve kurumların gönüllülere öncelik vermesi, bu bölüm mezunlarının istihdamda dezavantajlı konuma düşmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, mezuniyetten sonra işsizlik problemi yaşamak istemeyen öğrencilerin Acil Durum ve Afet Yönetimi gibi bölümleri tercih etmeden önce çok iyi düşünmeleri gerekir. Bölümün toplumsal önemi büyük olsa da, iş bulma gerçekliği maalesef buna uygun değildir. Acil Durum ve Afet Yönetimi bölümü teorik olarak önemli, pratikte ise mezunlar açısından ciddi riskler barındıran bir bölümdür. Gönüllü temelli yapıların egemen olduğu Türkiye’de, bu bölümden mezun olmanın getirdiği mesleki avantajlar neredeyse yoktur. Öğrenciler, işsizlik garantili bir alana yönelmek yerine, mezuniyet sonrası daha fazla istihdam potansiyeli sunan alanlara yönelmeyi tercih etmelidir. Aksi halde, iki yıllık emek ve diploma, yalnızca bir hobi gibi gönüllü çalışmalarla sınırlı kalabilir.
Ağız ve Diş Sağlığı bölümü, ön lisans düzeyinde eğitim veren, diş hekimlerine yardımcı sağlık personeli yetiştiren bir programdır. Bu bölümden mezun olanlar "Ağız ve Diş Sağlığı Teknikeri" unvanını alır ve mezuniyet diplomaları ön lisans diploması olur. Ancak, mesleğin doğası gereği mezunlar bireysel çalışma imkânına sahip değillerdir. İş bulabilecekleri alanlar şunlardır:
- Özel ve devlet hastanelerinin diş klinikleri,
- Özel diş hekimliği muayenehaneleri,
- Ağız ve diş sağlığı merkezleri,
- Kamu sağlık kuruluşlarının ağız ve diş sağlığı bölümleri.
Ağız ve Diş Sağlığı bölümü mezunları, diş hekimliği araç gereçlerinin temizlik ve düzenlenmesi, hasta kayıtlarının düzenlenmesi ve kliniğin organizasyonunun sağlanması gibi görevleri üstlenirler. Ayrıca sterilizasyon ve dezenfeksiyon çalışmalarında ilgili personel ile iş birliği yapar, dolgu ve ölçü maddelerinin hazırlanmasında rol alır, implant ve protez süreçlerinde hekime destek sağlar. Hastaların tedavi öncesi ve sonrasındaki yönlendirilmesi ve oral hijyen eğitimi gibi konularda da hekimin yanında çalışırlar. Pratikte, diş hekimliği kliniklerinde görevlerin çoğunlukla diş hekimine yardımcı olmak, araç gereç temizliği ve hasta karşılama gibi destekleyici hizmetleri içerdiği göz önüne alındığında, özel sektörde erkeklerin iş bulma imkânları kadınlara kıyasla oldukça sınırlıdır. Bu nedenle, kamuya atanmayı düşünmeyen bir erkek adayın bu bölümü tercih etmemesi daha doğru bir adım olabilir. Bununla birlikte, bazı iş süreçlerine katılım için sertifika programlarıyla da özel sektör iş imkânları bulunmaktadır. Ancak bu işler genellikle aynı görev tanımları ve alanlarda çalışmayı kapsamaktadır. Ağız ve Diş Sağlığı bölümü mezunlarının iş bulma süreçlerinde avantaj elde edebilmeleri için bölümle ilgili yazılımları öğrenmeleri tavsiye edilmektedir. Klinik yazılımlarını ve hasta yönetim sistemlerini bilmek, mezunları diğer adaylardan ayıracak önemli bir beceri olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca, bu bölümde KPSS puanları gün geçtikçe artmaktadır. Mezun sayısı arttıkça rekabet de yükseldiği için, kamu atamalarında avantaj sağlamak isteyenlerin genel kültür ve genel yetenek derslerine önem vererek KPSS’ye hazırlanmaları gerekmektedir. Ağız ve Diş Sağlığı bölümü yerine özel sektörde çalışmak isteyenlerin diş sağlığı sektöründe alternatif ve iş bulma olanağı daha yüksek bir alan olan Diş Protez Teknolojisi bölümü tercih etmeleri daha sağlıklı bir karar olur. Diş protez teknikerleri, diş hekimlerinin ölçü ve modellerinden hareketle diş protezlerini hazırlayan teknik uzmanlardır. Diş Protez Teknolojisi bölümü özel sektörde genellikle daha fazla iş imkânı sunmaktadır. Ayrıca bireysel çalışma imkanları da bulunmaktadır. Ağız ve Diş Sağlığı bölümü, ön lisans seviyesinde diş hekimine destek olacak teknik personeli yetiştirir. Ancak erkek adayların özel sektördeki iş imkânlarının sınırlı olması, mezun sayısının artması ve KPSS puanlarının yükselmesi, bu bölümü tercih etmeyi düşünenler için dikkat edilmesi gereken önemli hususlardır. Adayların özel sektörde çalışmayı düşünmeleri durumunda alternatif olarak Diş Protez Teknolojisi gibi bölümleri değerlendirmeleri daha sağlıklı bir karar olur. Bunun yanında mesleki yazılımları öğrenerek ve kendilerini geliştirmeye odaklanarak avantaj elde edebilirler.
Kur'an müminlerin Allah'a, nebiye ve birbirlerine olan ilişkilerini düzenlerken aynı zamanda sosyal ve dini değerler hakkında da derin mesajlar verir. Bu bağlamda, Ahzab Suresi'nin 56. ayeti özellikle Nebi’ye yönelik salât ve selam verme meselesini gündeme getirir. Ayetin metni birçok kişi tarafından salavat getirme olarak anlaşılmakla birlikte yapılan bu yorumların derinlemesine bir incelemeye tabi tutulması ayetin gerçek anlamının daha net bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olabilir. Ahzab Suresi 56. ayet, "Şüphesiz Allah ve melekleri nebiye salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam verin." şeklinde yer almaktadır. Bu ayetin metni, Allah’ın ve meleklerinin nebiye destek verdiğini müminlerin de benzer şekilde ona destek olmaları gerektiğini belirtir. Burada "salât" ve "selam" kelimeleri genellikle destek, dua etme ve selamlaşma anlamlarında kullanılmakla birlikte ayetteki kullanım biçimi daha derin bir anlam taşır. Ayet müminlerin nebiye destek olmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Ayetin odaklandığı "salât" kelimesi Arapça kökeni itibariyle "destek", "dua", "selam göndermek" veya "saygı göstermek" anlamlarına gelir. İslam'dan önce Araplar arasında bu kelime birine iyi dileklerde bulunmak ve saygı göstermek anlamında kullanılıyordu. Bununla birlikte, ayette geçen "Ve sellimû teslîman" ifadesi, " tam bir teslimiyetle selam verin" anlamına gelir. Burada geçen "selam" kelimesi kişiye güven verme, ona barış ve huzur dileme anlamlarını taşır. Arapçadaki "sallama" fiili, "selam vermek" veya "güvenli kılmak" anlamına gelirken "teslîm" kelimesi ise "tam teslimiyet" veya "kendini tamamen bırakmak" anlamına gelir. Bu kullanım Allah’a teslimiyetin bir ifadesidir. Ayet müminlerden nebiye destek olmalarını barış ve huzur içinde tutmalarını, ona tamamen teslim olmalarını ister. İslam’dan önceki dönemde Arap toplumunda selamlaşma sosyal bir norm olarak önemli bir yer tutuyordu. Araplar selamlaşmayı bir güven ve barış ifadesi olarak kullanıyorlardı. Bu gelenek İslam’a da yansımış ve selam toplumsal ilişkilerde bir huzur ve güven simgesi olarak devam etmiştir. İslam'da selamlaşma sadece bireysel bir sosyal uygulama olarak değil aynı zamanda Allah’a teslimiyet ve başkalarına saygı göstermek anlamında derin bir dini anlam taşır. Çoğu zaman Ahzab Suresi 56. ayeti "salavat getirmek" anlamında anlaşılır. Ancak bu ayetin derinlemesine incelenmesi ayetin esasen Allah’ın ve meleklerinin Nebi’ye destek verdiğini belirttiği ve müminlerin de aynı şekilde ona destek vermeleri gerektiğini ortaya koyar. Buradaki "salât" kelimesi bir dua etme anlamında değil bir kişinin bir diğerine sosyal, psikolojik ve manevi destek vermesi ona yardım etmesi anlamında kullanılır. Allah’ın ve meleklerin Nebi’ye olan desteği aynı şekilde müminlerin de Nebi’ye destek vermesini gerektirir. Ahzab Suresi 56. ayetin salavat getirmeyle hiçbir alakası bulunmamaktadır. Ayetin gerçek mesajı müminlerin Nebi’ye manevi ve toplumsal anlamda destek olmaları gerektiğidir. "Salât" ve "selam" kelimelerinin anlamlarının derinleşmesi bu ayetin İslam toplumunun dayanışma ve birlikteliğini vurgulayan bir çağrı olduğunu gösterir. Müminler Allah’ın ve meleklerinin Nebi’ye verdikleri desteği takiben ona tam anlamıyla teslimiyetle ve güvenle destek olmalıdırlar. Dolayısıyla ayetin doğru çevirisi şöyle olur: "Şüphesiz Allah ve melekleri nebiye destek verirler. Ey iman edenler! Siz de onu destekleyin ve tam bir teslimiyetle selam verin."(Ahzab Suresi 56. ayet)
Günümüz dünyasında bireyin mesleki ve kişisel gelişiminde sürdürülebilir başarıyı yakalayabilmesi, yalnızca bilgi ve beceri sahibi olmakla değil; aynı zamanda sistematik ve stratejik bir kariyer planlaması yapabilmesiyle mümkündür. Bireyde başarı hissi, genellikle onun kendisi için anlamlı ve zorlayıcı hedefler belirlemesi, bu hedefler doğrultusunda gösterdiği çabalar ve elde ettiği sonuçlar neticesinde ortaya çıkar. Bu çerçevede kariyer planlaması, bireyin yaşam boyu gelişimini destekleyen, farkındalık ve yön belirleme sürecidir. Bu süreci daha etkili ve verimli kılmak için kullanılan bazı temel yöntemler vardır: SMART hedef belirleme tekniği, SWOT/SCOT analizi ve GROW modeli.
SMART Modeli: Hedeflerin Akılcı Belirlenmesi
SMART (Specific, Measurable, Achievable, Relevant, Time-bound) modeli, kariyer hedeflerinin etkili bir şekilde belirlenmesi ve takip edilmesini sağlayan yapılandırılmış bir tekniktir. İngilizce'de "akıllı" anlamına gelen SMART ifadesi, aynı zamanda hedeflerin belirli (Specific), ölçülebilir (Measurable), ulaşılabilir (Achievable), ilgili (Relevant) ve zamana bağlı (Time-bound) olması gerektiğini ifade eder.
Belirli: Hedefin ne olduğu açıkça tanımlanmalıdır. “Kariyerimde ilerlemek istiyorum” ifadesi yerine, “6 ay içinde proje yönetimi sertifikası almak istiyorum” gibi net bir hedef koyulmalıdır.
Ölçülebilir: Hedefin başarısı somut bir ölçütle değerlendirilebilmelidir.
Ulaşılabilir: Hedef gerçekçi olmalı, mevcut kaynaklar ve yetkinlikler çerçevesinde erişilebilir olmalıdır.
İnsanın çevresini deneyimlemesi, duyularıyla mümkün hale gelir. Gözlerimiz ışık dalgalarını algılar, kulaklarımız ses dalgalarını, cildimizse dokunma uyarılarını hisseder. Ancak bu duyuların hepsi, beyinde işlenerek anlamlandırılır. Bir cismin varlığı, aslında beynimizin görme, işitme, dokunma gibi duyusal merkezlerinde oluşan elektriksel sinyallerin yorumlanmasından ibarettir. Bu durumun en çarpıcı sonucu, algılarımızın, fiziksel dünyanın bir temsilinden öteye gitmediğidir. Bir kitabı okurken, ellerimizle çevirdiğimizi düşündüğümüz sayfalar aslında beynimizin görme ve dokunma merkezlerinde meydana gelen elektriksel sinyallerdir. Aynı durum, bedenimiz için de geçerlidir. Kendi bedenimizi gördüğümüzü, hissettiğimizi ve hareket ettirdiğimizi düşündüğümüzde, aslında beynimizin oluşturduğu bir algıyla karşı karşıya olduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Materyalist dünya görüşü, maddi gerçekliğin bağımsız bir şekilde var olduğunu ve algılarımızın bu gerçekliğin bir yansıması olduğunu savunur. Ancak bu görüş, derinlemesine incelendiğinde çelişkili sonuçlara yol açar. Eğer algılarımızın kaynağında gerçekten maddi bir beden bulunuyorsa, o bedenin algılarımızın merkezinde, yani beynimizde yer alması gerekir. Bu durumda, şu an gördüğümüz bedenimizin dışında, bu algıları taşıyan devasa bir bedenin daha varlığını kabul etmek zorunda kalırız. Bu noktada dev bir kule metaforu ortaya çıkar. Algılarımız, bu kulenin tepesindeki küçük bir odada hapsolmuş bir bireyin, sadece önüne yansıtılan görüntüleri izlediğini varsayar. Eğer bedenimizin maddi bir karşılığı olduğuna inanıyorsak, bu bedenin birkaç milimetrelik algı merkezlerine oranla yüzlerce metre boyutunda devasa bir varlık olduğunu da kabul etmek zorundayız. Ancak bu devasa bedenin varlığını hiçbir zaman doğrudan gözlemleyemeyiz. Algıların gerçeklikle olan ilişkisini sorgularken, rüyalar ve çizgi filmler gibi örnekler, materyalist bakış açısının tutarsızlıklarını vurgulamak için önemli bir zemin sunar. Rüyalarımızda gördüğümüz insanlar, nesneler ve olaylar, herhangi bir fiziksel karşılığa sahip olmadan, tamamen zihinsel bir düzlemde var olurlar. Aynı şekilde, bir çizgi filmde gördüğümüz karakterlerin maddi bir dünyada var olduklarını düşünmek ne kadar anlamsızsa, beynimizin içinde oluşan algıların maddi bir karşılığı olduğunu varsaymak da o kadar anlamsızdır. Materyalist felsefenin varsayımlarını eleştiren bu bakış açısı, bizi algılarımızın dışında bir gerçeklik olduğu varsayımını sorgulamaya iter. Gerçekten de gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz veya tattığımız her şey, yalnızca algılarımızın bir ürünüdür. Bu algıların dışında, maddi bir dünyanın var olduğunu kabul etmek, herhangi bir somut kanıta dayanmayan bir varsayımdır. Algılarımızın ötesinde bir maddi gerçeklik olduğuna inanmak, bir çizgi film karakterinin fiziksel bir dünyada yaşadığına inanmak kadar irrasyoneldir. Sevimli Hayalet Casper çizgi filmini izlerken, gerçekten bir "Sevimli Hayalet Casper"in var olduğunu düşünmeyiz. Aynı şekilde, beynimizin içindeki algıların maddi bir karşılığı olduğuna inanmak için de bir sebep yoktur. Bu tartışmaların sonunda, materyalist felsefenin maddi gerçeklik iddiasının, felsefi ve mantıksal olarak çelişkiler barındırdığı açıkça görülür. İnsan algılarının doğası, maddi dünyanın bağımsız bir şekilde var olduğu iddiasını desteklemekten uzaktır. Bunun yerine, içinde yaşadığımız dünyanın, sadece algılardan ibaret bir gerçeklik olduğunu kabul etmek, daha tutarlı ve mantıklı bir sonuçtur. Bu bakış açısı, bize gerçekliği sorgulamanın ve dünyayı anlamaya çalışmanın yeni yollarını sunar. İnsanlık, algılar ve gerçeklik arasındaki bu derin ilişkiyi anlamaya devam ettikçe, materyalist felsefenin ötesine geçen daha bütünsel bir dünya görüşüne ulaşabilir.
İslam toplumlarında bazı sayıların Allah’a ait veya dinî açıdan kutsal kabul edilmesi yaygın bir inanıştır. “1, 3, 7, 40, 99” gibi sayılar zaman zaman özel anlamlarla yüklenmiş, halk arasında bu sayıların Allah’la ilişkilendirildiği inanç kalıpları oluşmuştur. Oysa bu tür inanışların çoğu Kur’an’a değil, kültürel geleneklere ve mitolojik etkilenmelere dayanmaktadır. Allah, Kur’an’da kendisini sayılarla tanımlamaktan münezzeh kılmıştır. Allah’ın “bir” olduğu anlayışı, İslam inancının merkezinde yer alır. Ancak burada kullanılan “bir” ifadesi, sayısal bir birlik değil, mutlak teklik anlamındadır. Bu durum Kur’an’da İhlas Suresi 1. ayette şöyle ifade edilir:
> "De: O Allah Ehad’tır." (İhlas 112:1)
Buradaki “Ehad” ifadesi, sıradan bir "bir" anlamındaki “Vahid” kelimesinden farklıdır. Arapça’da:
Vahid (واحد): Sayısal birliği ifade eder. İki, üç gibi diğer sayılarla birlikte anlam kazanır.
Ehad (أحد): Sayısal değil, niteliksel bir teklik ifade eder. Eşi, benzeri, zıddı, karşıtı olmayan mutlak teklik.
Yani “Ehad” olmak, sayıların ötesinde bir varoluş biçimidir. Sayılar, zaman ve mekâna bağlı ölçüm araçlarıdır. Oysa Allah, zaman ve mekândan münezzehtir. Varlığı bölünemez, sınırlanamaz ve tasnif edilemez:
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın sıfatları ve isimleri, O’nun yüceliğini ve benzersizliğini anlamamız açısından çok önemli bir yer tutar. Allah’ın isimlerinden biri olan El-Kebir (Büyük) ve kıyaslama ifade eden ekber (daha büyük) kavramları, dikkatle incelendiğinde derin bir tevhit anlayışını gözler önüne serer. Arapça dil yapısında, sıfatların kıyaslama veya üstünlük anlamı taşıyan hallerine "isim-i tafdil" denir. "Ekber" kelimesi de "kebir" kökünden türetilmiş olup, "daha büyük" veya "en büyük" anlamına gelir. Ancak bu tür ifadelerin kullanılabilmesi için aynı türden iki veya daha fazla şeyin kıyaslanması gerekmektedir. Örneğin, "bu bina büyüktür, ama şu bina daha büyüktür" cümlesi bir kıyası ifade eder. Allah’ın sıfatlarından biri olan "El-Kebir", hiçbir kıyaslamayı kabul etmeyen mutlak büyüklüğü ifade eder. Çünkü Allah’ın büyüklüğü, yaratılmış herhangi bir şeyle karşılaştırılamaz: > "Allah yücedir, büyüktür."(Nisa Suresi, 34) Bu ayette, Allah’ın büyüklüğü ve yüceliği, hiçbir varlığın boy ölçüşemeyeceği bir yücelik olarak ifade edilmiştir. Kur’an’da "ekber" kelimesi, Allah’ın sıfatı olarak değil, kıyas yapılan durumları açıklamak için kullanılmıştır. Örneğin: > "Ahiret ödülü ise daha büyüktür."(Nahl Suresi, 41) Burada "ekber" kelimesi, ahiretin ödülünün dünya nimetlerinden daha büyük olduğunu belirtmek için kullanılmıştır. Allah’ın sıfatı olarak "kebir" ise mutlak büyüklüğü ifade eder: > "Şüphesiz ki Allah, Aliyy’dir (Çok Yücedir), Kebir’dir (Büyüktür)."(Hac Suresi, 62) Bu ayet, Allah’ın büyüklüğünün eşsiz olduğunu ve başka herhangi bir büyüklükle kıyaslanamayacağını açıkça belirtir. "Allahu Ekber" ifadesi, namaz sırasında Allah’a olan teslimiyetimizi ve O’nun büyüklüğünü ifade etmek için kullanılır. Ancak bu ifadenin anlamı, "Allah en büyüktür" anlamına geldiğinden, "başka büyükler de vardır" anlamına gelebileceği endişesi ortaya çıkabilir. Oysa Allah’ın büyüklüğü, mutlak ve benzersizdir; başka herhangi bir büyüklükle kıyas edilemez. Bu nedenle, "Allahu Kebir" diyerek Allah’ın büyüklüğünün ifade edilmesi tercih edilmelidir. Bu yaklaşım, Kur’an’ın şu ayetiyle de desteklenir: > "De: Allah diye çağırın veya Bağışlayan diye çağırın hangisiyle çağırsanız en güzel isimler O'nundur."(İsra Suresi, 110) Bu ayet, Allah’a hitap ederken isimlerin önemli olduğunu, ancak asıl meselenin niyet ve teslimiyet olduğunu vurgular. Kur’an’da, Allah’a kafa tutan bir varlık olarak şeytanın büyüklük iddiasında bulunduğu ifade edilir: > "Ben ondan hayırlıyım beni ateşten onu ise kilden yarattın."(Araf Suresi, 12) Şeytan, Allah’a isyanında kibirlenmiş ve kendisini büyük görmüştür. Ancak Allah’ın büyüklüğü karşısında boyun eğmek zorunda kalmıştır. Şeytanın, insanları büyüklük iddiasına sürüklemesi ve bu yolla onları tevhitten uzaklaştırması, şirk dünyasının kalbinde gizli bir tehlike olarak varlığını sürdürmektedir. Allah’ın büyüklüğü, yaratılmış herhangi bir şeyle kıyaslanamayacak kadar yüce ve eşsizdir. Kur’an’da "ekber" kelimesi, kıyaslamalı ifadelerde kullanılırken, Allah’ın mutlak büyüklüğü "El-Kebir" sıfatıyla tanımlanmıştır. Bu nedenle, Allah’ın huzurunda dururken, O’nun büyüklüğünü ifade ederken "Allahu Kebir" ifadesini tercih etmek, kişinin tevhit inancını daha da pekiştirebilir. Sonuç olarak, müminler olarak bizim görevimiz, hangi ifadeyi kullanırsak kullanalım, Allah’ın yüceliğini ve benzersizliğini her daim kalben hissetmek ve O’na teslim olmaktır. Bu teslimiyet, hem sözlerimizde hem de amellerimizde kendisini göstermelidir. Allahu Kebir!
İslam inancında yaratılış, Allah’ın mutlak iradesine ve kudretine dayalıdır. Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve istediği her şeyi iradesiyle hemen yaratır. Bu yaratılış süreci, evrim hipotezinin veya tekamül hipotezinin aksine, Allah’ın emirlerinin hemen ve kesinlikle gerçekleşmesiyle olur. Kur’an'da, Allah’ın yaratma işlemi hakkında birçok ayet bulunmaktadır ve bu ayetlerde Allah’ın yaratma gücü ve kudreti vurgulanır. Allah bir şeyin olmasını istediği zaman, ona sadece “Ol” der ve o şey hemen oluşur. Bakara Suresi’nin 117. ayetinde bu ilahi kudret şöyle anlatılmaktadır: > “Göklerin ve yerin Yaratıcısıdır. Ve bir işe hükmettiği zaman şüphesiz ona ol der hemen oluverir.” (Bakara, 117) Bu ayet, Allah’ın iradesinin mutlak olduğunu ve hiçbir şeyin O’nun iradesine karşı duramayacağını açıkça ifade eder. Allah, bir şeyin olmasını istediğinde, o şeyin varlık kazanması değil bir saniye bir salise bile sürmez. Her şey, O’nun dilemesiyle anında vücuda gelir. Nebimiz Musa'nın asasının Allah’ın emriyle nasıl derhal büyük ve korkutucu bir yılan haline geldiği, Allah’ın kudretinin bir başka örneğidir. Araf Suresi’nin 107. ayetinde şu şekilde anlatılmaktadır: > “Asasını atması üzerine o apaçık büyük ve korkutucu bir yılan oldu.” (Araf, 107) Burada, Nebimiz Musa'nın asasının, Allah’ın “Ol” demesiyle hemen devasa bir yılana (ejderha gibi bir yılana) dönüşmesi, Allah’ın iradesinin ne kadar güçlü ve sınırsız olduğunu gösterir. Bu tür bir yaratılış, aşamalı evrimsel bir süreçle açıklanamaz; her şeyin hemen ve anında meydana geldiği, Allah’ın kudretiyle mümkün olur. Bu ayet, evrim veya tekamül gibi hipotezlerin İslam inancıyla uyuşmadığını açıkça ortaya koyar. Adem’in yaratılışı da Allah’ın “Ol” emriyle gerçekleşmiştir. Kur’an’da Allah, Adem’i yaratmadan önce meleklerle konuşmuş ve insanı yaratacağını onlara bildirmiştir. Bakara Suresi’nin 30-33. ayetlerinde şu ifadeler yer almaktadır:
> “Efendin meleklere Şüphesiz ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dediği zaman, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek kimseyi mi? Oysa, biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz’ demişlerdi. Şüphesiz Ben sizin bilmediklerinizi bilirim demişti.” (Bakara, 30)
> “Adem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere sundu ve eğer doğruysanız onların isimlerini bana söyleyin dedi.” (Bakara, 31)
> “Adem bunlara onların isimlerini haber verdiği zaman dedi ki: ‘Size şüphesiz Ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladıklarınızı ve gizlemekte olduğunuz şeyleri bilirim dememiş miydim?’” (Bakara, 33)
Adem’in yaratılması, Allah’ın emriyle hemen gerçekleşmiştir. Allah, Adem’i topraktan yaratmış ve O’nun varlığı, Allah’ın kudretiyle bir anda şekil almıştır. Burada, evrimsel bir süreç veya aşamalı gelişim söz konusu değildir. Her şey, Allah’ın bir emriyle anında olur. Evrim ve tekamül hipotezleri, canlıların zaman içinde aşamalı olarak değişim geçirdiğini savunur. Ancak İslam’a göre yaratılış, Allah’ın iradesine bağlı olarak doğrudan ve anındadır. Bir şeyin olabilmesi için Allah’ın “Ol” demesi yeterlidir. Evrim veya tekamül hipotezi Allah’ın kudretini küçümsemek anlamına gelir; çünkü Allah, her şeyi kendi dilemesiyle hemen yaratabilir. Bu noktada, Allah’ın yaratma şekli ve zamanlaması insan aklının ötesindedir ve evrim hipotezi bu yaratılış kudretine aykırıdır. İslam’ın öğretisine göre, yaratılış süreci evrimsel bir gelişim göstermez. Allah her şeyin yaratılmasında mutlak güç sahibidir ve her şey O’nun iradesine bağlıdır. Bu anlamda, evrim hipotezi ve tekamül hipotezi gibi anlayışlar İslam’a aykırıdır. Allah bir şeyi yaratmak istediğinde ona sadece “Ol” der ve o şey hemen vücuda gelir. Bu ilahi yaratılış gücü, Kur’an’daki ayetlerle açıkça ortaya konmuştur. Sonuç olarak, evrim inancı, Allah’ın mutlak kudreti ve iradesine ters düşer.
İnsanın dünyadaki varlık amacı, Kur’an’a göre Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu temel gaye, insanın hayatını şekillendirmeli ve tüm niyetlerinin merkezinde yer almalıdır. Dünya hayatı geçici, aldatıcı ve sınırlı bir süreci temsil ederken; Allah’ın rızasına dayalı bir hayat sonsuz bir mutluluğun ve gerçek kazancın anahtarıdır. Müslüman bir birey, davranışlarında insanların hoşnutluğunu değil, yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu gözetmekle yükümlüdür. Zira insanların sevgisi geçicidir, paranın ömrü ise sınırlıdır. Ancak Allah’a adanmış bir hayat ebedî kazançla taçlanır. Bakara Suresi 207. ayetinde bu ilkeye şu şekilde işaret edilir: “İnsanlardan kimi, kendini Allah’ın rızasını kazanmak için satar. Ve Allah kullarına çok şefkatlidir.” (Bakara 2:207) Bu ayet, Allah’ın rızası uğruna kendi benliğini, çıkarlarını, hatta gerekirse canını feda eden insanın üstün konumunu vurgular. Bu kişi, dünyevî beklentileri ve insanlardan göreceği övgüleri değil, sadece Rabbini memnun etmeyi hedefler. Böyle bir kişi, Allah’ın sonsuz şefkatiyle korunur ve mükâfatlandırılır. Zira insanlar, bugün övseler bile yarın unuturlar. Yapılan iyiliklerin karşılığı dünyadan beklenirse, bu karşılık ya sınırlı bir minnet duygusu olur ya da gelip geçici bir maddiyat. Oysa Allah’a yönelik yapılan her eylem, kalıcı bir değere dönüşür. Allah, samimi niyetle yapılan her infakı ve hayrı kayda alır ve fazlasıyla karşılık verir. Bakara Suresi 265. ayetinde bu gerçek etkileyici bir benzetmeyle şöyle anlatılır: “Allah’ın rızasını kazanmak için mallarını infak eden kimselerin durumu, yüksek bir yerde bulunan, üzerine şiddetli yağmur düşen ve bu nedenle iki kat ürün veren bir yeşillik alana benzer. Şayet üzerine şiddetli yağmur yağmasa bile çisinti yeterlidir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (Bakara 2:265) Burada infakın (Allah rızası için yapılan harcamaların) verimliliği, manevi anlamda ne denli bereketli bir kazanç sağladığını gözler önüne serer. Yağmurun miktarı ne olursa olsun, Allah rızası gözetilerek yapılan iyilikler mutlaka karşılık bulur. Böylece kişi hem dünya hayatında huzura erer hem de ahirette ebedî bir kazanca ulaşır. İnsanların doğru yola iletilmesi veya yönlendirilmesi ise bir kulun sorumluluğunda değildir. Bir Müslüman iyiliği emreder, doğruları söyler, ama sonuç Allah’a aittir. Bu yüzden yapılan iyiliklerin Allah’ın rızasına yönelik olması, karşılık beklemeden gerçekleştirilmesi gerekir. Bakara Suresi 272. ayetinde şöyle buyrulur: “Onları doğru yola yöneltmek senin görevin değildir. Fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayırdan verdiğiniz şey kendiniz içindir. Allah’ın yüzünü kazanmak dışında harcamazsınız. Hayırdan ne verirseniz size tam olarak ödenir. Ve size zulmedilmez.” (Bakara 2:272) Bu ayet, tüm hayır işlerinin aslında kişinin kendisi için olduğunu; niyetin ise yalnızca Allah’ın rızası olması gerektiğini vurgular. İnsanlardan karşılık ya da takdir beklemek, yapılan hayrın içini boşaltır. Ancak Allah’a yönelik yapılan her davranış, eksiksiz bir şekilde karşılık bulur. Sonuç olarak, insanlar için değil, Allah için yaşamak; kısa ömürlü kazançların peşinden değil, ebedî saadetin peşinden gitmek gerekir. Allah rızası için yaşamak, insana dünya sıkıntıları karşısında sabır, iç huzur ve ahirette sınırsız bir ödül sağlar. İnsanların rızası geçicidir, mallar tükenir ama Allah’ın rızasını kazanan kişi için bu dünya da ahiret de kazançla doludur.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!