"Mor sandalye"
-Ben aklımdan değil.
Sizden nefret ettim önce.-
Kafamın içinde,
asla notalara uymayan
bir senfoni orkestrası var.
Devasa bir gürültüden ibaret.
Düşünceler,
karanlığa akan bir nehir.
Sesler,
karanlığın göğsüne çivileniyor.
Her enstrüman ,
bir travmanın yankısını
çalıyor gibi.
Bütün bunları
ifade edebildiğime göre
henüz delirmiş değilim sanırım.
Ama gürültü
Çok gürültü
Karışık çok
Devinip duruyorum
kendi sesimi duymak için.
Yok ,sesim yok.
Birisi var içerde.
Sürekli bir şeyler fısıldıyor.
Aklımın kıyısında unutulmuş
mor bir sandalyede oturuyor.
Fısıltısı
ip gibi dolanıyor düşüncelerime.
Çekiyorum,çözülmüyor.
Kesiyorum,yeniden bağlanıyor.
O kadın ya da çocuk
ya da ben.
Her kimse konuşan.
“Hatırla.” diyor.
“Unutamazsın.”
“İyileşmedin ki hiç.”
O mor sandalye,
aklımın bir köşesinde
konforlu bir kabus sunuyor ona.
Pardonnn!
Bakar mısınız lütfen ?!
Şu kafamın içindeki
akordu bozuk aşüfteyi
birisi susturabilir mi acaba?
Ben yapamıyorum da.
Başımı ağrıyor çok.
Kimse yok mu ?!
Yok kimse yok.
Sesimde yok.
Çığlık atıyorum
yalnızca içimde yankılanıyor.
Bu aklı,
bu sesleri,
bu mor sandalyedeki hayaleti.
Bu kabaran panik dalgasını.
Parmak uçlarımdan
dışarı dökmek istiyorum.
Bir yankı ormanında
kendi ayak sesinden kaçan
bir hayvan gibiyim.
Koşuyorum
ama hiç ilerlemiyorum
Sadece içimdeki orkestraya
şeflik yapmaya çalışıyorum.
Tüm kemanlar yanlış notada.
trampet kendini imha ediyor.
Flüt zaten intihar etti
üç gün önce.
Ama hâlâ ayaktayım,
bak hâlâ yazıyorum.
Hâlâ anlatıyorum.
Demek ki,
henüz delirmedim.
Belki bir gün
gürültü de yorulur.
Mor sandalyedeki?
Hâlâ orada.
Ama bugün gözlerini kapadı.
İnşallah ölmüştür diye
kazdım beynimi.
Her pazartesi
mezarına kartpostal yolluyorum.
Üzerinde şu yazıyor:
“Sevgili Ben,
bu hafta da kendinden kaçamadın.
Ama denediğin için teşekkürler.”
Altına üç karınca imza atıyor.
Biri benmişim meğer.
Diğeri de sesim.
Üçüncüyü hâlâ tanımıyorum.
Belki sen.
Her ne boksa işte.
İçerdeki gürültü biterse
orkestranın şefi ölecek.
Mor sandalyedeki de öldü.
Şimdi kendimle çarpışıyorum
Ben, benle çarpışınca
oluşan ses,
dünyanın iç çekişine benziyor.
Bir gezegenin yutkunması gibi.
Bir rüyanın kanaması gibi.
Susmayı öğrenemeyen bu beynin
dilini kesmek istiyorum.
Belki sessizlik kanar, ne çıkar?
Hiçbir çığlık
sonsuz sürmez nasılsa.
Ve anlıyorum:
Delirmek,
belki de sadece
bu orkestraya
alkış tutmayı öğrenmektir.
Işığı kapatıyorum.
Çünkü artık her şey konuşuyor.
Bardaklar, cümleler, boşluklar,
ve özellikle tavan.
Tavan geçen gün indi,
kulağıma şöyle dedi:
“Bakma yukarı,
senin düşüşün aşağı değil,
içine doğru.”
İçime döndüm.
Bir dolambaç.
Bir spiral.
Bir sonsuzluk işareti
ama ortasından delinmiş.
Ben mi ?
Ben bir salyangozun
gölgesinde büyüyen
uzaylı bir fikrim.
Ve işte ağlıyorum.
Ama gözyaşlarım yukarı akıyor.
Çünkü kafam aşağıda değil,
yerçekimiyle papaz olmuş
bir şaka gibi duruyorum.
Bu bir denklem değil.
Bu bir çığlığın içine düşen
origami turna.
Katlandıkça anlıyorsun.
Açıldıkça unutuyorsun.
Anlamaya çalışma.
Ben bunları
zihnimdeki üçüncü sesin
yediği peynirin etkisiyle yazdım.
Çatlayan bir aklın
kırılma sesi oldum.
Eğer bir gün,
zihninde birisi belirir,
mor bir sandalye ararsa
gülümse.
Çünkü o da artık bizden.
Yaşasın dahi deliler!
...
ESRA NİZAM
Esra NizamKayıt Tarihi : 22.7.2025 03:47:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!