MOR BİR ÇIĞLIĞA DÖNERSİN
‘’Ve kadın merakıyla açılrsa Pandora’nın kutusu?
Bütün kötülükler yeryüzüne yayılır,
Bir iyilik kalır kendini ifade edemeyen geride.
Ve Zeus, erkek ve dişideki baş edilmez bu ihtirası görünce,
Islak kanatlı yelelerini savur yeryüzüne
Yer ve gök birleşir suyla
Boğmak üzere insanoğlunu,,
O tanrılar savaşından
Zeus’un kızı Pyreha’nın göğsüyle emzirilip çoğalan,
İnsan soyundan bir sen kalmıştın geriye kraliçeler hanedanlığından.
Ve şeytanın ele verince seni, yandın tutuştun aşkla.
Maskeler perdeleyerek karanlığına.
Ve doğruldu içinde öteki mağrur, alımlı kadın.
Bereket tanrısına inat, Kibele’nin göğüsleri sıcağından.
Sıradanlığı reddedip bir rengi kılavuz edinerek kendine,
Bir denklem yasımı kurduğunu sandın
Yıldızlarının sivri uçlarıyla taçlandıkça başın,
Kendine tutkulardan hep kurbanlar aradın.
Oysa durgun sularında seyirsiz rotasız ve dalgasız kalmıştın.
Kibrinle mağruriyetin hırçınlığında, aynalardan sordukça kendini.
Sen kendi yelkenlerini de kendi ellerinle yaktın
Masumiyetine sığınacak bir liman aradığında.
Bir aldatmaca oyununda dili çözülmezliklerin anlamsızlaştıkça
Çift dilli olduğundan mıdır ne, üstelik çokta konuşurdun.
Merakından sorularla git, gellerin büyüdükçe.
Yoksa, sözcüklerin zıt anlamlı eşeysizliklerinden midir,
Kendi, karşıtlarıyla buluşmadıkça.
Gözlerin ölü birer sürgün iç denizlerindeki yalnız kalmış forsa solgunluğunda yüzün.
Ve boşluğuna çeken uzaydaki kara delikler kadar davetkar ve derin.
Derinleştikçe uçurumların, saçının mavisini sırat yaptım kendime,
Gözlerim kırpışarak geçerken yakamozlarından.
Ne hasretine düştüm, ne yandım ateşinle aşkla.
Sen ölümlülerin mahşer gününde güneşten çaldığın siyah ve beyazlarla
Aşklarını damgalarken, aslında düş hırsızıydın ve onları da alıp ölüler ülkesine götürdün.
Her şeyin rengini sabitliyorsun ölümsüzlüğü yakalamak için.
Belki bundandır yangınların ayrılıklar çatladıkça dudaklarında
Dipsiz kuyulardaki karanlık suları zem, zem saydın ruhuna.
Kendine estin yarasa kanatlarıyla tanımsız bir karanlıktan,
Kutsal meşe yapraklarının hışırtısı cevap verdi uykusuzluklarına
Yanlışlarının ıslığı ile mezar taşları korkularından.
Ve gölgeler derinliklerine saklanırdın hep,
Bu yüzden bataklık çiçekleri kadar hüzünlü ve zehirlisin.
Zehri şifa saymışsam kendime mutlakıyetinden
Güzelliğinin sır perdeleri aralandıkça kaygılara da düşerdin
Düşlerin kırılganlaştıkça kuşatmalarında bir avcıydın aslında
Darlara düştüğünde av oluveren
Ardın da bıraktığın kokunda avcılarına.
Bu yüzden tenine bollar giydirdin morlardan.
Sanki bir şey saklıyordun günlük giysilerinin altında
Ve kokusu yüzüyordu henüz havada.
Sokak lambalarının salyalı dudaklarından arta kalan boynundaki dişlenmiş izler var ya
Öfkeden tırnakların zehirle biledikçe gecenin bir vaktinde
Hangi denklem vurdu ki yasasını alnına,
Saatler meydanlarda zamanı vurdukça, akrep ve yelkovanlar mızrak ucu gırtlağında.
Düşerin kadar yalnızsın da üstelik, kırıldıkça korkuların gürültülere düşerdin,
Sigaranın dumanı anıları sardıkça
Anka kuşu da yalnızlığından bıkıp evrenin karanlığında mavisini ararken
Dünyaya geldiğinde senin kadar şaşkındı,
Hani şu dağların bir yalanı olan…
Sevecenliğine sığındıkça sesinin tizliği yarım kalmış bir hikâyenin özeti miydi,
İlk insanın mağara çığlığından.
Sesinde ki sır perdesi, notanın ‘Si‘ sinden, ‘’Do, ya biraz daha yakın,
Şu yedinci ve yarım kalmış sesten, diğer seslerde yankısını bulamadıkça hırçınlaşıp saldıran
Bir başkaldırının ifadesi miydi yoksa arzular belinde dolandıkça, bir yanını güçlü kılan.
Bir yazgın vardı senin de oyuncakların kırıldıkça hüzünleşen
Masalların nerede, sonra kahramanlarına ne oldu?
Beyaz atlı prensler, pembe kaplı kitaplardan genç kızlık düşlerin
Anılar çekmecesinden çıkarıp da baktığın.
Oysa Arp’ını çalarken su perilerin, büyülü bakışlarla kocaman düşler besledin,
Alçacık kanatları altına sinmiş mor salkımlı evlerden.
Çapkın hercai ve menekşelerden, erguvan mevsimler taşıdığın yüzüne,
Uçurumların sonsuzluğunda henüz dokunulmamış çiçeklerden.
Şimdi çok sesliliğin içinde kendine taşırken zamanı
Bir buğu perdesinin gerisinde yüzüne baktığın aynalardan
Bencil dürtülerinle büyücülerin yüzlerinden çekip alarak maskeleri
Sözcüklerin cadı kazanında kaynattığın uyaklarla.
Hangi sağnakta kalmıştın ki küfürbaz gecelerde
Dur duraksız adımlarla, pür telaş titrek bir güvensizlik dokundukça yüreğine
Aşkın kan gölgeleri durdukça yüzünde anlamsızlaşarak uzaklaştığın.
Kanın damarlarda kaynarken görkemli saraylarda
Donu çözülmüş anılardan,
Köleliğin zincirlerini de sen taktın boynuna içinde bir cariye tutkusuyla.
Şafak attıkça günlerin sayfalarında, karanlıklar da eski faili meçhullerden,
Açılsın diye emniyetin tozlu arşivlerinde.
Bakma yüzüme öyle şaşkın ve suratı asık, sil gözünün yaşını
Cürüm sokaklarında göğsünde sarmalayarak yürüdüğün bir günah çocuğu ağlamakta içinde, elbette uzak değildir dokunuşlar…
Oyunun bir kuralı vardır. Yazmak ve yazdırmak adına
Halkalar kırıldıkça belinin darlığına dolandıkça kuşaklarım.
Gamzeler yerleştirerek yanaklarına gelişlerinde
Bütün sokulganlığınla yüzünde mimiklerle,
Aslında bir oyundu oynadığın…
Oysa ne sahne vardı bu tek kişilik oyunda ne de alkışlar.
Kusursuzda değildin üstelik.
Kuliste kendinle kalışlarında.
Çağrılar yankısız kalınca içinde bir anlam yüklemiştim
‘O soyun da gellere’ hiç şaşırmamıştın, oysa?
Bir kalem ustası elinden senaryo çoktan yazılmıştı zaten
Anlayan bilirdi, yazan da öyle.. inci bir gerdanlık gibi taktım yaşamın yaftasını ağartı saçlarımdan ışıltılarla boynuna.
Ağlamaktan sırılsıklam olmuş yüzünden maskeler kayıp düşerken
Rimellerin süzülüyor kirpiklerinde bir karnavaldan.
Üstelik terinde yabancılaştı kendine eski düşsel tatlardan çoğalarak…
Şimdi bir geçit kaldı geriye iki kaş arası alnının çizgilerinde çoğalttığın.
Adımların güvercin olarak akar sulardan tıpış, tıpış
Ve yapraklar dökülür tek tük,
bir adam geçer gözlerinden sırtında hazanı taşıyarak….
Bak ellerimde nar taneleri cennet bahçelerinden,
Kayarken el çizgilerimden hasretin bekledikçe mora dönen..
Sadece anılar kalmıştır geriye.
Yanağı eliflenmiş bir öyküden.
Ayhan Sarıoğlu
01 09 20005
Kayıt Tarihi : 24.5.2007 23:44:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kulisten gelen alkışlarla ağlamaktan sırılsıklam olmuş yüzünden usulca maskesini cıkardı mor u klavuz edinerek kendine oysa gecenin lacivertine karışmıştı safak a dönerken ayazın rengi

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!