Gün geçtikçe eksiliyorum,
hangi saatin kıyısına dokunsam
zaman delinmiş.
Acının eni yok;
boyu yok;
bir mezar taşına sığmaz kalbim.
Ne eri var içimde
ne siperi —
herkes çekip gitmiş sanki içimden
ben hariç.
Kalbim:
bir tövbe kapısıdır hâlâ,
bin kere gitsen de
gel...
çünkü gidişinle
bile güzelleşiyorum bazen.
Kırk yıl değil,
kırk asırdır kötüyüm ben.
Ama
"sen nasılsın?" desen
bir sabah serinliği kadar iyi olurum
şöyle alnımdan öper gibi sorarsan.
Tüketilmişken gururum,
düşürülmüşken bayrağım
hâlâ ayakta dururum.
İnsan bazen
bittikten sonra başlar,
ben bunu öğrendim.
Her şey yerli yerinde:
çerçevede toz,
saatte durmuşluk,
ben de yeryüzünde
tek düze
bir suskunluk olarak
varım.
Azeri şiirlerini ezberledim sonra.
Bir kadının sesinden,
günlerce aynı dizeyi dinledim.
"Sevmek mi,
ölmek mi?"
Arasında bir yerde
çay soğudu.
Unuttum yemek nedir,
su hangi renktir
hatırlamıyorum.
Şimdi misafirhane denen
bu geçici dünyada
bir sandalyede oturuyorum.
Ne pencerem var
ne geleceğim.
Sırtımda yılgın bir palto,
bir avuç sessizlik,
ve senden kalma
bir gülüş.
Kendi içime misafirim artık
— hoş gelmedim.
Kayıt Tarihi : 5.8.2025 09:57:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!