Evvel zaman içinde kaldı güneşin üzerine doğmadığı bir medeniyetin çocukları oluşumuz.
Çünkü
Yitirdik mahşerimizi.
Yitirdik şehri onarıyor olmanın kendi hakikatimizi inşa etmek olduğunu.
Suyun koca bir evren olduğunu,
Ekmeğin Yusuf olduğunu
Ve bir ucuyla Yakup’a, kanlı gömleğe, gözyaşına uzanan bir salim yol araladığını…
Ne zaman ki güneş, biz uykunun kırk kat dibindeyken geçti üstümüzden
Yitirdik,
Mısır mülkünü, Kenan’ı…
Geriye
Her şeyden geriye,
Bir iyimser Züleyha tövbesi kaldı.
Gayrı
Tebessüm etmenin insanı zengin kılacağı fikri hayatımızın sokak aralarında kendine yer bulamıyor.
Bulamıyor,
Çünkü gözlerinde Ebabiller taşıyan hakikat hatırlatıcıları değiliz artık.
Artık
Ebrehe salim bir eminlikle yürüyor Kabemizin üzerinden.
Yüzünde koca bir gülümsemeyle geçip gidiyor kutsallarımız içinden,
Biz
Suskunluğun perde gerisinde seyirci olmaklığımızı icra ediyoruz.
Çünkü artık bizden uzak kaldı hakikate irca etmek.
Artık
Kan doğuran kelimeler sahibiyiz.
Kelimelerimiz ki biteviye örtüp durmakta hakikati.
Kelimelerimiz ki ölmüş
Ve
Kokusu mide spazmları geçirmeden anlayamayacağız öldüğünü.
O zaman,
İşte
O
Zaman
Bir uzun suskunluk payı kalacak soframıza katık olarak.
Suskunluk,
Çünkü
Sesimiz slogan atmaktan tükendi. Artık amatör ve yorgun sesli bir vahiy dökülüyor dudaklarımızdan.
Kalbimizin ve dilimizin surlarına hapsettiğimiz vahiy,
“Bir büyük gökdelen yüksekliğinde, futbol sahası genişliğinde bile değil.” Yanılgısı gergef gergef işliyor ruhumuza ağlarını.
Çoğalıp duruyor yanılgılar
Çoğalıp duruyor…
Oysa göğe bağdaş kurup kelam-ı kadimden okumuştuk
Örümcek evinin tüm giriftliğine rağmen yok olmaya mahkûm olduğunu.
Okuyorduk
Sadece
Okuyorduk.
Bir ses oluyordu okuduklarımız, anlamı bize değin gelmeyen sesler...
Zamanı döndürüp duruyordu aramızda sahibi zamanın,
İçimizde sesler çoğalıyordu durmadan.
Ses/ler,
Çoğul eklerle makyajlanmış kelimeler çöplüğü olmaktan gayrı bir şeyler anlatmıyor bizlere artık.
Aklımızın dengesini yitirmiş terazisinde ağır basmıyor vahiy.
Ağır basmıyor,
Hakikat,
Ölüm,
Hikmet,
Gecenin örtüsü,
Gündüzün örtüsüzlüğü…
Şimdi,
Hepi topu bir yolculuğun gölgelenme anına karşılık gelen oyalanma karşısında gardı düşmüş oluyor içimizdeki vahiy.
İşte bu vakit
Dilimizden,
Yüzümüzden,
Ve dahi
Kalbimizden
Kölelik bukağılarını yırtmanın tam ortasındayız.
Belki bir yol açılır da yeniden göğe
Yürürüz
Musa ile Kızıldeniz’den
Yürürüz
Ve
Arkamızda bırakırız bizi taş kılacakları…
Kayıt Tarihi : 7.8.2010 20:54:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!