nazlan sen
nazende bir gül tutunsun dudaklarına
gözlerine sabah çiğinin buğusu otursun
dudakların ki kıvrılsın
sessiz akan nehirler gibi
bu eda yakışıyor
Bugüne kadar Mardin’e giden kimi dinlediysem, kimden birşeyler okuduysam aynı şeyleri duymuşumdur; “aklım orada kaldı”... Tıpkı benim gibi. Attığınız her adımda tarihin kokusunu duyduğunuz bu kentte aklınızı unutmamak olası mı zaten?
Mardin’in evrensel bir kent olması yolundaki girişimlere geçen sayımızda değinmiştim. Bunun elbette ki haklı nedenleri var. En önemli neden hiç kuşkusuz beş bin yıllık tarihi geride bırakması ve o günden bugüne bir çok mirası halen diri bir şekilde yaşatıyor olması. Bu miras, mimari yapıların yanı sıra kültürel olarak da halen varlığını hissettiren olgular. Mardin’in dinlere, kültürlere beşiklik etmeyi sürdürüyor olması bunun en açık delili. Bu uygarlıklar beşiği kentin tarihte çok önemli bir kavşak noktası olduğu, tarihçilerin kent hakkında yazdıklarından anlaşılıyor. Fransız tarihçilerden Araplar’a, Evliya Çelebi’den Plinus’a kadar birçok tarih yazarı yalnızca Mardin isminin kaynağı hakkında bile bir yığın rivayet aktarıyorlar.
Mardin’in adıyla ilgili o kadar çok rivayet var ki. Geçen sayımızda birçoğunu aktardığım bu rivayetlere şunları da eklemek mümkün: Ortaçağ’ın ünlü tarihçisi Prokopios, “Kalekent” anlamına gelen “Margdis” olarak kenti anıyor. Bizanslı yazarlar ise kentin ismine “Mardes” diyorlar. Plinus da kentin adının Nusaybin civarında yaşayan Mardani adlı Arap kabilesinden geldiğini söylüyor. Varolan diğer kaynaklarda Ermeniler’in Mardi, Persler’in Marde, Araplar’ın Maridin olarak andığı yazılıyor. Bugün halen Süryaniler’in doğruluğunu kabul ettikleri bir başka kaynakta ise kentin adının, Süryani dilinde “Kaleler Kenti” anlamına gelen Marde olduğu anlatılıyor.
sana durak olurum
yorulduğun her yere bir han
hatta en koyu gölgeli
koca gövdeli bir ceviz ağacı
ve hatta billur gibi bir pınar
bir deniz olurum istersen
Önce taşları oyup, mağara yaparak barındı insanoğlu. O zamanlardan beri barınak olarak inşa ettiği her mekanı bir yuva kabul edip, süsledi. Mağaraların duvarlarına resimler çizmekle başladı; sonra bu mağaralara kimi bölmeler yaptı.
Bir dönem sonra duvar yapmayı öğrendi ve barınmak için inşa ettiği yapılarda taş kullandı. Yalnızca barındığı evleri değil, topluca yaşadığı şehirleri de taş surlarla çevirerek korudu.
Barınak ve korunak olarak inşa edilen yapılar da yetmedi; insanoğlunun birlikte yaşama kültürü geliştikçe ortak mekanlar çıktı ortaya: İbadethaneler, okullar, eğlence yerleri, kütüphaneler...
kıştı ayazdı
yüreğim aymazdı
radyolar söylemez gazeteler yazmazdı
bir tutam kar gibi eriyip giden
berduşun ölümünü
adamın elindeki ne dedim öyle
dedi Beretta hani şöyle
6,35 küçük
ben bilmem dedim
askerde bile değmedi elime tetik
Binlerce yıllık geçmişi, tarihte yüklendiği rolü ve taşı şiirleştiren mimari özellikleriyle Mardin, UNESCO nezdinde yapılan girişimlerle Vatikan ve Kudüs’ten sonra üçüncü dünya kenti olmaya hazırlanıyor.
Benim için Mardin, Güneydoğu’nun gelişmekten yoksun, terör belasına kurban edilmiş, kış oldu mu herkesin evine mahkum olduğu, doktora ulaşmak için hastaların kilometrelerce sırtta taşındığı, Yeşilçam filmlerinin o muzdarip kentlerinden biriydi. Mardin hakkında televizyonlarda gördüklerim, dergilerde okuduklarım ise bana sadece taş yapıların basamaklar gibi durduğu tarih ve dinler kentini anlatıyordu.
Mardin’e M-Oil Petrol şirketinin sahibi Süleyman Bölünmez tarafından davet edildiğim dönem, derginin baskıya gitmesi gereken günlerdi. Dergiyi gözüm arkada kalarak arkadaşlarıma emanet edip, 1600 kilometrelik uzun yolculuğa tek başıma koyuldum.
bir dam saçağı bulurum kırlangıçsam
çalı çırpı bir de konacak telgraf telleri
kim bilir belki bir yürek bulurum
sıcağında ısıtırım yüreğimi
her titreyişinde tellerin bilirim
kırmızıya çalıyor hayat
birileri hayatı çalıyor ellerimizden
yalan söylüyor inandığımız tüm kitaplar
kitapsızlar kitapları çalıyor hayatımızdan
ve çocuklar ki büyümeden ölüyorlar
Kuran-ı Kerim'de Tin Suresi: “İncire ve zeytine ant olsun” diye başlar; “Ve Sina Dağı'na ve Emin Belde'ye” diye devam eder. Tefsir alimlerinin kimi, bu ayetlerde Allah'ın incir ve zeytin üzerine ant etmesini, bu iki meyvenin bin yıllar boyunca insan hayatı için hem gıda hem ilaç hem ticaret malı olmasını gösterir. Bu yüzden de incir ve zeytinin, meyvelerin en mübareklerinden olduğunu kabul ederler. Sina Dağı civarında ve Emin Belde denilen bölgede incir ve zeytinin bolca yetiştiği ve bu bölgelerin insanlık tarihinde çok önemli bir yer tuttuğu da yazılı bir tarihi gerçektir.
Zeytinle ilgili en bilinen mitolojik hikaye, Partenon alınlığında bulunan kabartmalarda anlatılır. Hikaye; Athena ile Poseidon arasında geçen, tüm Atina bölgesi ve zenginliğini kazanmak üzere düzenlenen yarışmayı anlatır. En güçlü ve faydalı mucizeyi gösteren kazanacaktır; hakemse Zeus'tur.
Denizler tanrısı Poseidon, ahşaptan bir hayvan yaratır ve ona can verir; bu güzel bir attır. Athena ise topraktan yeni bir ağacı, zeytin ağacını çıkarır.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!