Üzerinde zıpladığımızda
İçlerinden samanlar dökülen
Yeşil koltuklarımız vardı.
Ve bunların üzerinde,
Pencere önündeki
Diğer tüm çiçeklere kafa tutmuş,
Kadehler sır vermezmiş...
Buz kesermiş rakı, konuşmazmış.
Şarabın gözlerine kan otursa;
‘kızıllığım’ dermiş.
Adım; Kız Kulesi,
İstanbul'un en yalnızı.
Etrafımda yükselir dalgalar,
Üzerimden geçer martılar.
Vakit; kavuşma zamanı,
Aylardan Haziran.
Bir adam bekliyor iskelede,
Gözlerine mavi düşmüş.
Gazetesi koltuğunun altında,
Omuzları yorgun,
Bir bankın üzerine ilişti.
Teksir kağıdının arasından
Simidini çıkarıp,
Isırmaya başladı.
Beni göremeyeceği bir banka oturup,
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Küçük bir çoban varmış.
Sürüsünü alarak,
Kavalını çalarak,
Dağlara çıkarmış.
Kalın hüzünlerle bir kabuk ördüm kendime,
Günlerdir cenin pozisyonunda bu kabuğun içindeyim,
Tüm pencerelerimi kepenkleriyle birlikte sımsıkı kapattım,
Sancılı günler geçiriyorum;
Doğum ya da ölümün orta yerine sıkıştım,
Kendimi bekliyorum,
Kapıdan ilk girdiğin günü anımsıyor musun?
Dirseklerimi masama dayamış,
Ellerimi çenemde birleştirmiş,
Kalemliğin yanında duran fotoğrafa,
Dalgın dalgın bakıyordum.
Soluğu iyice sıklaşmıştı.
Merdivenlerden ikişer üçer
koşarak aşağıya doğru iniyordu.
İkinci kattan inerken demir korkuluğa
geceliğinin eteği takıldı,
hızla çekerek kurtarmaya çalıştı,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!