Leylâ Şiiri - Macit Kuruçay

Macit Kuruçay
188

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Leylâ

Salhurde ahşap bir konak gibi
çatırdıyor da çatırdıyor içim
rüzgâr değse sîneme göçtüm göçeceğim

altın topukların var senin
şivekâr hoşreftârın
suya yeni indirilen bir gemi gibi
hırâman hırâman
dalgalanır da dalgalanırsın
yürürsün ak akçe beyaz altınım
evlek evlek aya aya izin kalır

kıyı kıyı sâhirâne burnumda râyihan
kör olsam
kül olsam
ben seni misk sabunu
misk âhûsu
misk kedim
terütâzem
gül-i ra’nâm
rüzgârın nefesinden
kemiksiz ipek tarağından tanırım

ararım mecnun misali leylâ'mı
aygın düşerim dizlerime düşlerime
bacağı kırık başından vurulmuş at gibi
öylece yığılır kala kalırım

derûnî bütün yalvaçların hüznü
yalnızlığı çöktü bağrıma
sis dağlarıma
gayp mağaralarıma
karın üzerine yakılmış ateş gibi
hem ısınıyor hem soğuyorum
ayazın avâzın yalnızlığın kimsesizliğin
ellerini ayaklarını hohluyorum
lâkin ama fakat
gel gör ki hohlarım hohlarım
karla ovarım ısınmaz
tutarım yüreğimi yüreğinle bilerim
leylâ yüreğim ısınmaz
soğdukça soğuyorum

içimdeki yalnızlık öyle bir yalnızlık ki benim
yalvaçların yalvaç olmadan
dağ taş ile konuştuğu samîmî ihtiramlı yalnızlık
azametli hikmet bu ya
kime yansak zâtî yandığımızla kalıyoruz
sana nefes mi vereyim buğday mı
diyor hazret
yunus'um seni bilmem
şüphesiz ben leylâm da leylâm diyorum
vurulma kanma öyle
hasım gibi
hısım gibi
her tâze kurşun yarasına hasret
bâzı günahlar bâzı sevâplar gizli işlenmeli
biliyorum
ben
nefes kim buğday kim leylâ'mın yanında
diyorum

çok hastalandım leylâ
kaç gece kaç gündüz
yandım da yandım
derdini devânı
merhem edip yaralarıma çaldım
üşüdükçe üşüdüm
bilirim leylâ yanmadan ısınılmaz
bir kerkük türküsü var bilir misin
gözleri kıyâmet iklimi akçanın
ben iyi bilirim
nu‘mān-ı berrî
sûziş-i nihanı
şu'le-rizi
ateş göllerinde yıkandım

“baba bugün dağlar yeşil boyandı
kim yattı kim uyandı 
kalbime ateş düştü 
içinde yar da yandı 
su serptim ateş sönsün 
serptiğim su da yandı“

belhli mevlânâ'nın tebrizli şems'in
yaktığı âşk ateşi de dahil
leylâ
hiçbir yanan ateşi hicr-i
ben bu kadar kıskanmadım
hücrelerim liflerim iliğim
ateşle yunmuş arınmış pervânelerim
ve hatta rûhum bu kadar içre içre ısınmadı

felek çok çekti kınından
kabil sürmesini gözlerine
yürüdü üzerime üzerime
ben habil değilim mecnunum
demedim diyemedim
çekildi de çekildi kırmızı can suyum
leylâ bil ama ölüden ölü her hâlim
bunu en iyi kim bilir
bilse bilse
lemyezel mücerret Allah bilir
dilim damağım kurudu
adını sayıkladım da sayıkladım
garip garip rüyâlar kervanı güzeşte
karabasanlar canabasanlar
gaddar hükümdarlar
aç susuz hırpânî gedâlar
kemter keşkülüfukarâlar gördüm
dumanlı ateş çıkıyordu gözlerinden
hepsi felek-zede
terledim de terledim
yıkadım serin suyu
kaynayan terimce
çitiledim çitiledim duruladım
kırk kapıdan bir kapı bulup leylâ
felâha ulaşamadım

zavallı benmari yüreğim
boncuk boncuk dalâlet
dağ dağ hidâyet
başımı zümrüdüankā dizlerine koydum
içtim göz kadehinden
cümle bâdeyi cümle zehirleri
âlem-i ervah âlem-i berzah şerbetini

leylâ sen benim hem akılhânem oldun
hem bîmarhânem oldun
kıyamadın bî-nevâna
kendi elinle içirdin
şerbet şerbet panzehirleri
içindeki zehir
kekre kekre
diline damağına ağzına gelmezse
nereden bileceksin a kuzum zehiri panzehiri
yılanlar da sağılır
büyükbaş küçükbaş hayvan gibi
söylesene leylâ beni iyileştirmek için
oturup kaç yılanı dişlerinden sağdın
hem tâbibim oldun
hem telkinimi veren oldun
okudun üfledin ferahladım
gitme leylâ gitme
ben toprak beşikten korkarım
sakın deme bana
ben gittim sen de git deme

sen de haklısın leyĺâ
âdem dediğin dünyâya tek gelip tek gider
hangi mecnun leylâ'sı ile
ve yine hangi leylâ mecnun'u ile
gömülmüş ki a kuzum
ama sen yine de gitme

içi boşaltılmış hayvan gibi zaman
söylesene leylâ
seni kim bilir
kim tanır
ben seni hangi yadlara sorarım
ar ederim
lâl olurum
ahraz olurum

hayfâ ki hâyfa
avuçlarımda dizlerimde
leylâ'mın türâbı
ah bir bilsem
neredesin nerede cinlerin cemlerin sultanı
perilerin sanemlerin pâdişahı

hangi tiranın soyusun
hangi fakirin
yol yarılır
düş yarılır
döş yarılır
üflersin üzerime ezel ebed
kanlı aysar zülüf zülüf karanlığı

hem hamalbaşı hem hamal olmak
ah ne zormuş ne zormuş
tüm şâirlerin ve de tüm şiirlerin
leylâm
yoksa ben ipsiz sapsız
kimsesiz miyim
yok mu başımda kara bir balbalım

baktım uzun uzun
mahreme âşikâre
baktım uzun uzun
deryâya âsumana
gündüze karanlığa
baktım nefessiz makbere
âdeme adene güneşe aya
cümle yıldızlara
tohuma tarlaya
on iki erkek çocuklu
böbürlerin muhtara
hangisi içinden dîdâr yusuf'tu ki

boğuldum bir damla suda içemedim
kimi zaman ben boğdum ciğerlerimi
iyice sıktım ümüğümü kestim oksijenimi
kanattıkça kanattım
açtım behemi pençelerimi
öksürdüm öksürdüm
leylâ nerede ise ölüyordum
yağmura kavuşan kavruk şeydâ toprak gibi
gün batımına gün doğumuna ruh sürdüm
kavuştum şiire
kimi zaman lâfazan şâir
kimi zaman kem-güftar oldum
rûşen-dil said oldum kimi zaman
kimi zaman harfendaz kem-dil şakî oldum

hem cilâladım nefsimi bir özen
kalayladım da kalayladım
ellerim yoruldu kalaylamaktan
neden sonra leylâ
kirli paslı pis sulara tuttum
çolpa kûzebazlar gibi
düşürdüm elimden
düşürdüm dilimden
yerden yere çaldım da çaldım
paramparça parçaladım

demem o ki leylâ
hem cellâdı oldum tekmil cürmümün
hem berâati oldum

bala düşen karasinek
kervanı çeken topal eşek
çözemediğim mühürleyemediğim
derin uyanamadığım bir rüyâ idi aslında

leylâ
sende en az benim kadar iyi bilirsin
en güzel rüyâlar
ya fecr-i kâzib kâşânesinden
ya da fecr-i sâdık vîrânesinden görünür
çok rüyâ gördüm
uyandım

keşmekeş lisân-ı hâl
içimde tarif edemediğim bir sıkıntı var
çözemediğim
çözüpte dillendiremediğim ah be molla kāsım
şiir öyle oturup kara kara düşünmekle yazılmaz
şiir bir âyet gibi
bir vahiy gibi
rızâsı olursa
ancak ve ancak
kendi iner tanrı dağından
hâşâ şiir av hayvanımı ki
çeşit çeşit ses çıkarıp da
pusulayalım boğazlayalım
üzüm yemek isteyen bağa girmeli
molla kāsım
üzümün çölde ne işi var
altın öyle kolay kolay
her toprağın yunus bağrından
elek elek külçe külçe çıkmaz

anladım ki her şâir şâir
her şiir şiir olmaz molla kāsım
ve sen haklısın
çalı çırpı gibi kaç şâiri kaç şiiri
ama çığlık çığlığa
içimin hem çoban hem ağa ateşinde
yaktım da yaktım

şimdi ben soruyorum sana molla kāsımım
bizim gibi tüysüzü hadsizi
kim sîgaya
kim sîneye
kim falakaya
kim darağacına çeker

Macit Kuruçay
Kayıt Tarihi : 19.3.2019 20:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!