(Leyl’im’e – Zamanlar Üstü Bir Destanın Anatomisi)
--------
Affet Leyl'im...
Sana benzetecek hiç bir şey bulamadım..
Seni anlatmak mümkün değildi
ve ben sende kaybolan kendimi
"Leyl" diye haykırışlarımla
gecenin koynuna sığınarak
yazabiliyorum artık...
Gecenin,
senden aldığı kimliği
bağrıma basarak gömüyorum toprağa,
adım yoktu,
çağrım yoktu,
sesim yok..
Yalnızca eski bir çağın çöküşünden
artakalan yankılarından doğdum.
ve şimdi sensiz bir ömrün
iç çekişiyle tekrar yok oluyorum.
Ben hep
Leylimsiz yaşadığım her hayatın sonundan
bir kez daha ölü doğdum;
bazen bir helak sonrası,
bazen bir kıyametin ardından
hüngür hüngür ağlayan
annelerin göz yaşlarından...
Zaman beni unuttu,
Ben zamanı unuttum.
Unutuş,
tenime sinmiş bir lanet gibi kaldı üzerimde.
Her yaşam,
kendini infaz eden bir hatıraydı yalnızca.
Sen sustun.
Bu yüzden hiçbir dua
"bizi" çağırmaz kanımca.
Ve ilk suskunluk inmişken
Semud’un vadilerine,
inançsız, titrek eller kayaları oyarken,
ben oradaydım.
İnkârın ilk kırıldığı zanda,
inancın ilk filizlendiği anda...
Ben orada da seni bekliyordum...
Ad kavmi çöle gömülmeden evvel,
İklimler harabeleri fısıldarken,
ruhumda sen vardın,
alnımda bir iz vardı,
ve artık hiç kimse anmıyordu adımı...
Bütün krallar
Kendi elleriyle yaptıkları putlarına yenildiler.
Bense sensizlik putunu
kendi ellerimle kırmaya çalışıyordum...
Bir suskunluktu göğsümüzde büyüyen.
Ve ben,
bir Lahit gibi seni taşıyordum göğsümde
üstünde Leyl'im yazıyordu...
Ve her harf mezarımın üstüne
işaret gibi kazınıyordu.
Her harf bir çöküş;
ve göğsümdeki lahit,
artık aşk değil:
taş kesilmiş bir destandı.
Hattuşa’da sabah olmuyor.
Adın, bir rüzgarın
uğultusunda kayboluyordu.
Muršili’nin hançeri pas tutuyor
Kardeş kanının bulaştığı devletin
tüm kaleleri bir bir yıkılıyordu.
Ve ben,
Sargon’un surları gibi yeniliyordum kendi içimde,
Rüyayla gerçek arasında
sıkıştım kaldım hep.
Zihnim,
eski çatlak taş tabletlere yazılmış
bir dua gibi bulanık
ve anlaşılmaz bir meteforun
içinde kaybolup gitti hep...
Çünkü içimde büyüyen şey,
bir hatıra değil;
sürgünlüğümdü artık.
Seninle değil,
senden kalan boşlukla yaşadım gecelerimi hep.
Bir zamanlar
bir peri, geceleri öpüp geçerdi ruhumu.
Leyl'im diye seslenir, kaybolunca ağlardım...
Şimdi her gece uykularımdan,
kıyamet kabuslarıyla irkiliyororum.
Çünkü sen asla gelmeyeceksin,
biliyorum...
Leyl’im sen ki,
yaratılıştan önce vardın.
Ne ilk insan bildi seni
Ne de Kâbil tahammül etti adına.
Sen iyiliktin,
Habilin gölgerinde gizlenen bir varlık.
Ben de
Zamansızlığın gecelerce reddettiği
sadece bir şairim artık.
Şimdi şiirler yazıyorum:
Kilise çanlarının sesi değil bu!
Zigguratın çınlamaları hiç değil!
Belki bir müezzin sedasında
eski bir makamdan alınmış bir ilhamla,
ve unutulmuş bir lisanla,
yazıyorum şiirlerimi...
Sadece unutulmuşlar anlasın diye.
Göğe yükselen her kule
Yere çakılmak içindi belkide,
cümlelerimin içinde gömüldüğüm
ve krallıklar gibi dağıldığım
göklere yükselmiş bir efsanenin ardından...
Ve şimdi,
göğsümde taşıdığım o lahitin üzerine
seninde adını taşıyan harfler kazıyorum...
Ne taş,
ne altın,
ne de mermerden bir lahittir bu...
Zamanın kendisinden oyulmuş
bir hafızadır.
Artık yalnız değilim
seni de gömdüm, seninleyim...
Ama bu, bir vuslat değil.
Bu, aynı mezara düşmüş
susmuş iki ruhun kavuşmasıdır.
İsmimizi üzerine kazırken o levhanın;
şu kelimeri de altına ekliyorum;
"ey zaman,
ey ölüm,
ey Leyl’im...
siz üç kardeşsiniz..."
ve ben üçünüzün toplamıyım artık...
Leyl'im!
Leyl'im...
Murat Bekir Alpars
Kayıt Tarihi : 17.6.2025 22:27:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!