Dedim ya,
ben sana geçmişimizden geliyorum...
Ve dedim ya,
senin ismin çağlar boyu şairlere ilham olmuş
bir buğday başağının üzerinde
bir yağmur damlası gibi
tiril tiril titreyen
parıl parıl parlayan
ışığa güzellik veren bir serencam şimdi...
Ve yine dedim ya,
senin ismin geçmişimiz de Leyl'di
Leyl geceden alınmış bir anlam değil
gece, Leyl'den alınmış bir manaydı...
Yıldızlar senin içinde parıldıyor
güneş, senin içinden doğuruyordu ışığını...
Ben,
önce söz oldum rüzgârlarda,
bir dua gibi savruldum nereye çarpacağımı bilmeden
fezada döner gibi
bir sezayı bakışlarında arar gibi.
Henüz zaman doğmamıştı,
göğün nabzı yavaş,
kalbinde bir ürperti vardı,
çünkü her gece üstünde bir tül gibi titriyordun
ve ben isminin yankısıydım o boşlukta:
Leyl.
Her asırda
bir rahim seçildi bana
bir annenin gözyaşında yeniden doğdum,
her doğuşum
bir kalbin bekleyişine mühürlüydü.
Taşta yazı, yazıda kader gibi,
bir başka uygarlık içime gömüldü hep...
Nil'in sırlarında yüzdüm,
Ra'nın gözünde geceyi aradım.
Firavunların gölgesinde ölümsüzlüğene
karşılık ben hep ismini fısıldadım, Leyl...
Leyl,im...
sonsuz tapınaklar bile yetmiyordu özlemine,
adını heykellere oydum,
en nadide dağlara kazıdım
karanlığa hapsettin gündüzleri
ve bir asır yankısı sürecek
haykırışlarla seslendim semalara
ama duymadın beni."
İsis'in gözyaşıydım bir zamanlar,
ve her düşen damla
senin yanaklarına düşmüş
bir arayışın çığılıydı
ama yine duymadın beni...
Hattuşa’da bir taş buldum,
yarısı erimiş,
yarısı silik
bir kehanet kazımışladı üstüne:
"Geceye doğan kadını,
gündüzde bulamazsın."
diye yazıyordu o taşın üstünde...
O gün bugün gecenin en derin yüzünde aradım seni...
Savaşçılar zafer için dua ederlerken,
ben hep senin için dualar ettim,
arşa açıp ellerimi.
Arinna’nın güneşinde yanarken alnım,
senin hayalinin gölgesinde serinledim hep...
Zerdüşt'lerin izlerini takip ettim.
Ateşi kutsayanların arasında,
avucumda bir kor tuttum:
“Leyl, bu sefer belki...” diye...
Ne yanmayı bildim ne de sönmeyi
ama sen hiç bilmedin beni...
Avazım çıktığı kadar haykırdım göklere;
“Ey geceyi ören kadın,
ben seni zamana sığdıramadım.”
Susa’nın çölünde kayboldum bir zamanlar,
Susa sanki beni içine haps eden bir açık mahpusluk
ben içinde senin için eriyen
yalnızca seni arayan bir divana..
Roma sokaklarında yürüdüm adım adım,
gladyatörler gibi savaştım
her kraliçenin yüzünde seni bulmak uğruna...
Venüs’ün mermer dudaklarında
senin gülüşünü aradım
ama heykeller,
aşka sadece suskunluk biçmişti.
"Aşk hiçlik midir, yoksa ebediyet mi?"
diye soruyordu Seneca,
Bense sadece bir ismin yankısındaydım hâlâ:
"Leyl." ebedi Leyl,
"Leyl" varlığın kendisidir Leyl...
Ayasofya’nın kubbesine baktım,
altın mozaiklerde bir kadın yüzü beliriyordu
gözleri geceydi,Leyl'di
ama gülüşü sabahı arıyordu hep
o sen değildin.
Konstantinopolis’ken İstanbul,
ben bir keşiş kılığında
yine sana mektuplar yazıyordum:
“İncil’in ayetlerinde aradım seni,
bin defa çarmıha gerilmeyi göze alarak,
hemde göğe çekilmeyeceğimi bile bile...
Ayazmaların suyunda seni düşledim,
bakire ikonaların gözlerinde...
Göz kırpan,
bir hayal beliriyordu ikonaların kirpiklerinde
senden bir kalıntı gibi
ama onların kirpik uçlarında
ışığının parlamadığı bir solgunluk vardı
sen orada da değildin...
Ve şehrin surlarından geçerken bir gece
bir kadın sesi işittim uzaktan:
“Yine geç kaldın...” !
Ve bir asır daha bitmişti,
ve doğum saatim geçmişti artık..
Leyl'im!
Murat Bekir Alpars
Kayıt Tarihi : 12.6.2025 23:45:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!