Gökyüzünde, gökyüzünde, gök, yüzünde...
Gençliğim, umutlarım, sevdam yüzünde.
Senden daha efsunkar hiçbirşey yoktur,
şu yalana batmış, çirkin yeryüzünde.
Yazılan bütün mısralar bir araya
gök yüzünün en öfkeli anında,
yüzün beyazlanıp nurlanınca,
binlerce pare top atıldı kalbimde.
Geçmişin ve geleceğin suretisin,
bilmiyorum nereye gideceğim?
Kalbi yaralayan dişi kaplan,
Zulmünü anlatmaya kelimeler yetse,
Hiç şüphesiz şair olurdum.
Sende kaybettiğim ruhu satırlarda arar,
Işığını kaybetmiş her âşığa okuturdum.
Baharın kucağında yeşeren ağaç!
Sarı geline benzeyen, bembeyaz süslenen ağaç!
ne oldu da böyle çöktün?
Yoksa sende bir nazlı yarin aşkına mı düştün.
Ümitsiz aşığın ismini kazıdığı ağaç!
Derdinle hasta oldum, a yosma
Hayalinle mest oldum, a yosma
Kimsede yok bu el,
Bu göz, bu saç, bu yüz...
Kalem tutmamış adamı,
Şair edersin, a yosma.
Bir beyefendi vardı,
İstanbul'u, o İstanbul yaptı.
Her gün girdi vitrininde,
Ayakkabı olan dükkanına.
Ak düşmüş saçları,
Bugün açmış sanki çiçekler
İnsanlar bugün yaratılmış
Ama sadece iyi olanlar...
Güzel olan her şey,
Bugün doğsa ne olur?
Elbet bir gün ölecekler...
Pastaya mumları diktiler,
Bir mum uzun, bir mum kısa,
Bir mum adi, bir mum güneş gibi parlıyor.
Üfledi güzel kız mumları tek tek
"Dileğim gerçek olsun!" diyerek.
50 yıl geriye gitsek, sana mektup süslerdim
güzel bir koku sıkar, içine de gül iliştirirdim.
100 yıl geriye gitsek, siyah beyaz fotoğrafını
cephede moral yapardım kendime.
200 yıl geriye gitsek, mendilin için
önünde gezerdim deli divane
Görkemli paletler inletirken toprakları,
Silah sesleri sensin Gökçe!
Başımızın üzerinde vızıldarken yaban arıları,
Silah sesleri sensin Gökçe!
Sarılmış dört bir yanımız,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!