ferzâne sordu lisan-ı kâl ile;
neydi vefa ufkunun üss-ül esâsı?
ferd-i ferid konuştu lisan-ı hâl ile;
o buralarda yetişen bir çiçek değil
bir başka âlemin yankısında seyelan
bir başka iklimin sükutunda sereyan
başka bir cihanın sedası
ah o süprem erdemler
başka dünyaların sezâsı
İnleyen bir lakrimozanın kadansı gibi sustu kıyamet
Bir oyuncaktan sızan dua gibi süzüldüm göklere,
Ey ninnisiz beşikler, masumiyetin küflü tabutları
Ey seciyelerin tırnakları siyanözlü intihar kuzgunları,
Ey düşüşün ve dekadansın hüzünfezâ kanzonları
Nice tanrılar gömülüdür kırık yankılı bedenlerinize
Söz çürüyor, sükût bile küfrediyor dizelerinize
Ve utanç, devrik melekler örüyor tenhalarda perçemlerinize.
Bense vahşi ve dipsiz kanyonların dibinde
Arzın rakkasına takılı buzlu bir saat gibiydi gözlerim,
Hokusai dalgasında boğulurken hezeyanlı hayallerim
Gecenin kaşmir nazarlı sermest perdelerinde
Siyah eldivenle bestelenmiş mor bir eleji tınlarken
Kudüs’te kan rengi bir kumruda unuttum kendimi
Cümlelerim sarı çöl aynalarıydı, avucumda kıyamet incisi
Kelimelerimin örsünde dövülüyordu zaman beyhudenin terinden,
Kalbim bir madonna viyolasında çatlayan kehanetle teklerken,
Tahammülfersa fraktallerden seken çocuk gülüşlerindeydi ellerim,
Luizan bir ikonayla ölüm damarlarımda seğirtirken.
Parçalanmış vitraylar gibi dökülüyor yüzyıllar,
Camdan bir çığlıktı şehir - aynalarda dövünen inkâr,
Bense arzın merkezine çakılı bir çığlık yolcusu
dilden geçen şebreng trenin camına yazılı flu bir dua,
raylar boyunca hiç okunmayan,
dokularımda taşlanmış suretler var tenimin ezanlarından
Ve kıvılcımlı gözlerde seyelan trajik bir hülya
Personamda çağlıyor kıyısız ummanlarda pusulasızlıklar
Her yön, bir kadının göz çukurunda epik bir rüzgâr
her parmak ucu, bir başka feleğin sırfeşan neferleri
Aşkefzâ bir viyolün arşesinde intihar eden notalar
ve bir çocuğun iç çekişiyle çatlayan evren küreleri
Kozmik perdeye düşen son fortissimoyla sarsılırlar,
Kanıma mühürlü seherler susturuyor melekleri
suskunluk diz çökmüştür şimdi filister mihraplarda
Tanrı’nın önünde boğmuştur süprem kelimeleri
Merhamet şimdi bir arka sokak tiryakisi-
paslı bir çakı gibi unutulmuş.
Sefil bir çocuk saklanıyor çöplerde;
gözkapaklarında semalar kurumuş
Sustalı duvarlar vardır kentlerde, rüyalarında kanlı epigramlar
Kefen dikişiyle susturulmuş feryatlar
Saatler kör bir jön prömiye gibi düşüyor tenhasına zamanın,
Ruhumda terkedilmiş tren garları: camları öksüren hatıralar
Aynalarda kendime rastlamıyorum artık
Cam kırıkları gibi konuşur, haykırır nekropollerde her mezarlık
Zemherinin alnında kan lekesiyle açan iğde çiçekleri gibi
Mezarından çıkarılıp darağacında tekrar ipe çekilen
Deklase bir erdemin gözlerinde yanıp sönüyor insanlık.
Parmaklarımdan dökülen gözyaşı rölyefli zaman kehribarları,
Ve kelimelerin Dona Sophia’nın mezar taşında intiharı,
Pentagram çivili yalnızlıklarda kıyamet reçeteleri tütüyor
Bir melankoli atlası çizer göklerin kanayan haritası
Hepsi de sonsuzluk fezalarına kopan çığlıkların mirası.
Kâinata dargın bir lânetin izmaritidir insan,
Yumrukladığı aynalarda kendi ilâhını doğurup öldürüyor
Ve kader oyuncak bir tabancayla beni alnımdan öpüyor
Gültekin Avcı
İzmir, 2020
Gültekin Avcı
Kayıt Tarihi : 25.7.2025 14:40:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!