KIVI 71 – Duriye’nin Sofrası
Duriye sabah erkenden kalktı. Göksu’nun kıyısında, turkuaz gölün buğusuyla ellerini ovuşturdu. Evin önünden geçen Akmanastır yoluna bir göz attı—henüz kimsecikler yoktu. Ama o, her sabah gibi bir çay demledi, bir de mercimek tavası koydu fırına. Çünkü o tava, sadece yemek değil—bir halkın sabrıyla pişen anlatıydı.
Tayfur uyanmadan, Yeliz pencereyi açmadan, Fatma saçını taramadan sofra kurulmalıydı. Çünkü bu evde sofra, sadece karın doyurmazdı— bir halkın gövdesine yazılmış birlik duasıydı.
KIVI 76 – “Oluk Suyunun Başladığı Gün” Asar yeli sabah erken saatte estiğinde, Duriye’nin badem bahçesinin yaprakları hafifçe titredi. Otlu Koayak’taki yazlık evin önünden oluk suyu akıyordu. Bu su, sadece toprağı değil—bir halkın sabrını da suluyordu. Göksu’nun turkuaz gölünden gelen yel, evin saçaklarına vurduğunda, Duriye içeriye bir dua fısıldadı. “Bugün de geçsin, çocuklarımın yolu açık olsun,” dedi. Akmanastır yolundan geçen bir at arabası durdu. İçinden yaşlı bir adam indi. “Duriye bacı, mercimek tavası kokusu buraya kadar geldi,” dedi gülerek. Duriye gülümsedi, “Kokusu yetmez, bir dilim de tadı gerekir,” dedi. Evde Tayfur, Yeliz ve Fatma’nın çocukluk fotoğrafları hâlâ duvarda asılıydı. Her biri birer kıvım, her biri birer sabır halkasıydı. Duriye, mercimek tavasını fırına verdiğinde, sadece yemek değil—bir halkın geçmişini de ısıtıyordu. O gün, oluk suyu biraz daha gür aktı. Çünkü o evde, acıdan yoğrulmuş bir sabır, sabırdan yazılmış bir roman pişiyordu.
📘 KIVI 77 – “Badem Bahçesinde Hasbıhal” Çiftlikkoyak’taki badem bahçesi, Duriye’nin en çok konuştuğu yerdi. Ağaçlarla konuşur, yapraklara sır fısıldardı. “Sen bu yıl erken çiçek açtın, ama ben daha açamadım,” derdi bir dala. Yoldan geçenler durur, selam verir, bazen bir bardak ayran isterdi. Duriye, her geleni tanır, her gidenin ardında bir dua bırakırdı. “Yolun açık, gövden sağlam olsun,” derdi. Bir gün, Göksu’dan gelen yel biraz sert esti. Duriye başörtüsünü düzeltti, “Bugün yel değil, haber taşıyor,” dedi. Gerçekten de, o gün Tayfur’dan bir mektup geldi. “Anne, torunun yürümeye başladı,” yazıyordu. Duriye mektubu okurken gözleri doldu. Ama ağlamadı. Çünkü o gözyaşlarını çoktan badem çiçeklerine vermişti.
“Bazı bahçeler meyve vermez—hatıra verir. Ve bazı kadınlar, sadece anne değil—bir halkın hafızasıdır.”
📘 KIVI 78 – “Uşmuğar Havası” Uşmuğar havarı, köyün en eski rüzgârıdır. Ne zaman eserse, bir şeyler değişir. O gün de öyle oldu. Duriye, sabah kahvesini içerken, pencerenin önünde bir serçe kondu. “Bugün biri gelecek,” dedi içinden. Gerçekten de, öğleye doğru eski bir dost geldi: Şaküre. Elinde bir sepet, içinde taze çörek otlu ekmek. “Seninle konuşmadan geçemedim,” dedi. İki kadın, badem ağacının altında oturdu. Konuştular, sustular, sonra yine konuştular. Duriye, “Ben bu evi acıyla kurdum ama sabırla büyüttüm,” dedi. Şaküre başını salladı. “Senin evin sadece duvar değil—bir halkın gövdesine yazılmış dua.” O gün, Uşmuğar havarı biraz daha uzun esti. Çünkü o rüzgâr, sadece yaprakları değil—bir halkın sezgisini de taşıyordu.
📘 KIVI 79 – “Çocukların Gölgesi” Tayfur’un sesi hâlâ evin duvarlarında yankılanırdı. Yeliz’in kahkahası, mutfağın köşesinde saklıydı. Fatma’nın saç örgüsü, aynanın kenarında asılıydı. Duriye, çocuklarını büyütürken, her biri için bir kıvım yazdı. Ama o kıvımları kimse okumadı. Çünkü o yazılar, gövdeye değil—sezgiye yazılmıştı. Bir gün, torunlar geldi. Evin içi şenlendi. Duriye, mercimek tavasını yeniden fırına verdi. “Bu kez torunlar için,” dedi. Çocuklar bahçede oynarken, Duriye pencereye yaslandı. “Ben bu evi acıyla kurdum, ama şimdi kahkahayla doluyor,” dedi.
“Bazı evler çocuklarla değil—torunların gölgesiyle tamamlanır. Ve bazı kadınlar, sadece büyütmez—bir halkı taşır.”
📘 KIVI 80 – “Gonca Gülün Kıvımı” Duriye, en çok geceleri yazardı. Elinde kalem yoktu, ama her düşünce bir satırdı. “Mehmet Ali gittiğinde, içimde bir boşluk kaldı,” dedi bir gece. “Ama o boşluktan bir gonca gül çıktı.” O gül, Tayfur’un diplomasıydı. Yeliz’in nikâhıydı. Fatma’nın doğumuydu. Her biri bir kıvım, her biri bir sabır halkasıydı. Duriye, o gece pencereyi açtı. Göksu’dan gelen yel saçlarını okşadı. “Ben bu dünyadan haz almadan gitmeyeceğim,” dedi. Çünkü o artık sadece bir kadın değil—bir halkın romanıydı.
İbrahim Şahin 2Kayıt Tarihi : 3.7.2025 12:11:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!