Kararsızlıkla başlıyorum. Her ikisini de ilan ederek... Yani bir karar verme zorunluluğunu ve bir başlangıcı. Birdenbire boşluk beliriyor. İlk duraksayan cümlede beliren, görünür kılınan boşluk. Zorunluluk ise, diyorum şimdi iyice yüreklenerek, bu boşluk karşısında duyurulur. Varolana ilişkin okuduğum, duyduğum, söylediğim her söz gibi bende düş kırıklığı yaratmıştı.
Başlangıçta söz vardı. Ve beden söz oldu. Hatırlarsınız. Bir yerlerde okumuşsunuzdur. Sanırım, İsa’nın havarileri arasında en sevdiği olduğu söylenen Yuhanna söylemişti bunu. Ya da yazmıştı.
Öğle sonrası saatleri... Gün, çoktan yoluna koyulmuş, uzaklaşmış bile. Kendi berrak sesinin izinde. Bense burada, saydamlaşan seslerin ve saatlerin ortasında duruyorum. Bu cümleleri yazmak için. Gün diye yazıyorum, giderek yüreklenerek bir dünya barındırıyor içinde. Uzak ve görünür bir dünya, tek parça granitten oyulmuş gibi. Ancak yanlış bir soruyla bir adım atabilir, bunca ışığa ve sese yetişebilirim belki. Bu düşkırıklığı, dünyaya yaşıt gibi duran bu düşkırıklığı ne zaman başladı?
Neden şimdi hatırlamaya çalışıyorum? Unutmuş muydum ki? Kaybettiğimiz bir yer, bir söz, bir ses. Gaipten gelen sesler... Belki biz kaybettik onu, belki kendiliğinden kayboldu.
Kayıp bir ses... Saatlerin ve seslerin, saydam kılıçlarla çarpıştığı bir savaş alanı mı bedenim? Boşluğa karşı duran kemik, tenle başlayan acı. Belki de bazı seslerin çıkarılabilmesi için dilin çarpmak zorunda kaldığı bir diş gibi. Her şey varolabilmek için hedefi tam ortasından vurmak zorunda, diye yazmış biri, kendi cümlelerinden derin bir düşkırıklığı duyarak, on ikiyi ıskalayan hiçbir şey varolamıyor. Benim için söz konusu olan varoluş, eğer bir isabetse, dilin kemiğe çarptığı ana benziyordu sanırım. Bu acıya...
Boş, beyaz kağıtlar ve bu kağıtlara girmek için varolduğu söylenen dünya. Hiç kimsenin okumaması için kumlara yazılan sözcükler. Olması söylenen ve olan ışık. Beyazın kabullenişi kendisine dokunanı, ama boşluğun, üzerindeki her türlü insani size karşın boşluk olarak kalacağına dair sarsılmaz inancı.
Neden? Kayıp olanla kurulan bir ilişki mi bu? Kendimizi orada bulacağımızı zannettiğimiz için mi? Ben miyim kaybolan? Kayıp olanda mı rastlayacağım kendime? Yeniden mi? Hatırlayacak mıyım? Unuttum mu?
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta