Karıncanın Duası
Nemrut’un sarayı göğe kükrerken,
Kibirden taş taş üstüne dikilirken,
Alevler konuşur, şehir taş kesilir,
Zulüm kudururken bile güneş çekilir.
O an… bir karınca düşer yola tek başına,
Ne korku tanır yüreği, ne de şaşkınlığa.
Sırtında bir damla su, bir ümitle yürür,
Dilinde dua var, sessizce sürünür.
Derler ki: “Sen kimsin? Bu neyin cesareti?”
“Ben bir hiçim,” der o, “ama bellidir niyetim.
Söndüremem belki ateşi ben tek başıma,
Lakin tarafım belli, susmam bu yangına.”
Kimisi güler ardından, kimisi taş atar,
Gecede bir karınca… ne döner ne bakar.
Yürür yorgun, ama yüce bir sessizlikle,
Vicdandır omzundaki en ağır emanetle.
Gökte yıldızlar sönük, yeryüzü dilsiz,
Tahtında oturur Nemrut: kudretle delişmen,
Lakin bir damla suyla yazılır hakikate,
Zaman döner… kalır mazlumun hikmetiyle.
Belki varmaz ateşe, belki erişemez,
Ama tarih susmaz, adalet beklemez.
Çağlar sonra yankılanır şu hak sözler:
Bu çağ, karıncayı anlayan çağ olacak der.
Ve bil ki ey zalim, saltanatın geçicidir,
Bir karınca yürürse, hakikatin izidir.
Küçük görünür ama büyüktür davası,
Çünkü o yürürken, arş titrer duasıyla.
İrfan Başkaya yürür—karınca misali,
Ne kılıcı vardır ne de bir ordusu tali.
Bir avuç unla çıkar suskun çağlara karşı,
Söz olur, iz bırakır: Hakkın sessiz savaşı.
Ne gücü var, ne de ordu ardında duran—
Fakat sessizliğe ses olur, yürekle vuran.
Bir karınca gibi inançla, dimdik, dosdoğru:
Hakikat susmaz artık, çağ onunla doludur.
Kayıt Tarihi : 11.6.2025 18:58:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!