Kabir Azabı Üzerine Kapsamlı Bir Değerle ...

Muhammed Rıdvan Kaya
8

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Kabir Azabı Üzerine Kapsamlı Bir Değerlendirme

İslam'da ölüm sonrası hayat, bireylerin inançlarını şekillendiren temel bir unsurdur. Bu inançlar, Kuran'daki öğretilerle pekiştirilmiştir. Kabir azabı, İslam toplumunda sıklıkla tartışılan bir konu olup, genellikle endişe ve kafa karışıklıklarına yol açmaktadır. Ancak kabir azabı inancının kökenlerine inildiğinde, Kuran'daki açık ifadeler ve rivayetlerin yorumlanış biçimleri arasında önemli farklar olduğu görülmektedir. Kuran, ölüm sonrası hayatı, mahşer günü ve ahiret hayatını ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır. Ancak kabir azabına dair doğrudan bir açıklama bulunmamaktadır. Kuran’da, ölüm sonrası diriliş ve hesap verme süreci üzerinde durulmakta, kabir hayatı ise herhangi bir bağlamda ele alınmamaktadır. Kuran, ölümden sonraki yaşamı, iki ana aşama olarak tasvir eder: Diriliş ve mahşer günü. Kabir azabı, bu iki aşama arasında yer almaz ve Kuran’ın öğretilerinde açıkça belirtilen bir kavram değildir. Örneğin, Ta-ha Suresi 124-126. ayetlerinde, kıyamet günü kör olarak diriltilmekten bahsedilmekte, ancak bu ayet kabir azabına delil olarak gösterilmiştir. Oysa bu ayetlerde yalnızca kıyamet gününden, insanların hesaba çekileceği zamandan söz edilmektedir. >"Kim benim Zikr'imden yüz çevirirse şüphesiz ki onun için zor bir yaşam vardır. Ve kıyamet günü onu kör olarak dirilteceğiz. Rabbim beni niçin kör olarak dirilttin? Oysa görürdüm der. Ayetlerimiz sana geldiğinde sen onları nasıl unuttuysan bugün sen öylece unutulursun denilir."(Taha Suresi 124, 125, 126. ayetler) Aynı şekilde, Tur Suresi 47. ayetindeki “Ve şüphesiz zulmedenlere bundan başka bir azab vardır. Fakat onların çoğu bilmezler.” ifadesi, kabir azabına delil olarak yorumlanmış ve ayetin aslında bundan önce geçmediği hâlde meallerde bundan önce ifadesi eklenmiştir. Fakat bu ifadenin dünya hayatında yaşanacak sıkıntılarla ilgili olduğu açıktır. Bu örnekler, kabir azabına dair inançların büyük ölçüde rivayetlere dayandığını göstermektedir. İslam toplumunda kabir azabına dair inançların kaynağı, genellikle hadislerdir. Nebimiz Muhammed’e atfedilen birçok söz, bu inançların yayılmasında etkili olmuştur. Ancak bu rivayetlerin doğruluğu sorgulanmadan kabul edilmiş, insanlar, Nebimiz Muhammed'e duydukları sevgi ve saygı nedeniyle bu anlatıları sorgulamaktan çekinmişlerdir. Kabir azabına dair rivayetlerin birçoğu, kabirde yaşanacak sıkıntılardan ve azaptan bahseder, ancak bu rivayetlerin çoğu zaman bilimsel temelden yoksun olduğu göz ardı edilmiştir. Kuran’daki bazı ayetler, yanlış yorumlanarak kabir azabına delil olarak sunulmuştur. Örneğin, Mü'min Suresi 45-46. ayetleri, Firavun ailesinin sabah-akşam azaba uğratılacağından bahseder. Ancak burada söz konusu olan, Firavun ailesinin dünya hayatındaki huzursuzlukları ve korkularıdır. >"Allah onu onların kurduğu tuzakların kötülüklerinden korudu. Ve Firavun ailesini azabın en kötüsü kuşattı. Ateş! Sabah ve akşam ona sunulurlar ve kıyamet günü, Firavun'un ailesini en şiddetli azaba sokun." Benzer şekilde, Bakara Suresi 154. ayet ve Âl-i İmrân Suresi 169-171. ayetlerinde, şehitlerin Allah katında diri oldukları ve rızıklandırıldıkları belirtilir. Bu ifadeler, şehitlere özgü bir durumu ifade eder ve kabir azabı ile bağlantılı değildir. Kuran’da berzah kavramı, fiziksel veya manevi bir engeli ifade etmektedir. Rahman Suresi 20. ayetinde, birbirine karışmayan iki deniz arasındaki engel olarak anlatılmakta, Müminun Suresi 99-100. ayetlerinde ise ölen bir kişinin dünya hayatına geri dönmesini engelleyen bir perde olarak geçmektedir. Kabir azabını savunanlar, bu kavramı genişleterek, “berzah âlemi” adında yeni bir inanç oluşturmuşlardır. Ancak Kuran’daki berzah kavramı, kabir azabını destekleyecek şekilde yorumlanamaz. Zorlama yorumlar, Kuran’ın açık ifadeleriyle çelişmektedir. Kuran’da, ölümden sonra diriliş, mahşer günü ve ahiret hayatına dair birçok detaylı açıklama yer alırken, kabir azabına doğrudan değinen bir ayet bulunmamaktadır. Yasin Suresi’nde, insanların Sur’a üfürüldüğünde kabirlerinden diriltilerek Rablerine doğru süzülecekleri belirtilir: >“Sura üflenmiştir. İşte onlar kabirlerden Rablerine akın ediyorlar. Vay halimize! Bizi uykumuzdan kim kaldırdı? Bu Rahman'ın va'dettiği şeydir. Ve gönderilenler doğru söyledi dediler.” (Yasin, 51-52). Bu ayetler, dirilmenin bir uyanış gibi olacağını ve ölenlerin, daha önceki hayatları hakkında herhangi bir acı ya da kabir azabı hissetmediklerini ima etmektedir. İsra Suresi’nde ise ahiret hayatındaki insanların, dünyada yaşadıkları hayatı çok kısa bir süre gibi algılayacaklarına dair bir ayet bulunur: “Sizi çağıracağı gün O'na hamd ederek cevap verirsiniz. Ve siz, çok az bir zaman kaldığınızı sanırsınız.” (İsra, 52). Bu, ölüm sonrası dönemde zaman algısının farklı bir boyut kazandığını ve kabirden sonraki hayatın başka bir gerçeklikte yaşandığını gösterir. Kuran’daki diğer ayetler de kabir azabını reddeder niteliktedir. Müddessir Suresi, kıyametin korkunç bir gün olduğunu belirtirken, Kamer Suresi’nde mahşer günü insanların zorluk çekeceği, ancak bu zorluğun kabirde değil, kıyamet gününde olacağı vurgulanmaktadır. Kuran’ın birçok ayeti, kabir azabının varlığını reddeder ve zorlukların yalnızca mahşer günü başlayacağını belirtir. Kuran’da kabir azabına dair herhangi bir somut delil bulunmamaktadır. Ölüm sonrası diriliş ve mahşer günü, Kuran’da açıkça vurgulanan ve insanların karşılaştığı gerçekliklerdir. Kabir azabına dair iddialar, çoğunlukla geleneksel yorumlara dayanmaktadır ve bu yorumlar, Kuran’ın açık ifadeleriyle çelişmektedir. İslam’a göre, ölüm sonrası hayatta insanlar yalnızca ahiretteki hesap ve yargı sürecine tabi tutulurlar. Kabir hayatında geçirilen zaman, insanların dünyada yaşadıkları hayatın bir devamı değil, ahiretteki hesap ve ebedi yaşamın bir yansımasıdır. Kabir azabına dair yaygın inançların, Kuran’ın temel öğretileriyle uyumsuz olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kabir azabına inanan kişiler Allah'ın gücünü hafife almaktadırlar zira kabir azabı gibi bir azap varsa kişi bundan kurtulabilir. Organ bağışı yapan bir kişinin öldükten sonra organları başkalarına bağışlanır. Haliyle ölen kişi toprak altına konulmaz. Bu durumda haşa insanlar Allah'tan daha güçlü olmuş olurlar çünkü Allah'ın azabından kurtulmuş olurlar yine Adem devrinde günah işleyip ölen birisiyle Nebimiz Muhammed döneminde ölen bir kişinin günahları aynıysa Adem döneminde ölen bir kişiye haksızlık olmuş olur. Bu da Allah'ın adalet anlayışına yakışmaz. İslam inancında ölüm, insanın bu dünyada verdiği imtihanın sona erdiği andır. Ancak bu son, aslında bir başlangıçtır. Ölüm, insanın ahiretteki ebedi hayatına adım attığı andır ve burada, dünya ile olan zaman boyutu tümüyle farklı bir yapıya bürünür. İnsan, ölümünden hemen sonra, dirilip ahiret âleminde dünyadaki zaman algısının oldukça farklı olduğunu fark edecektir. Ahiretteki görüntüler, dünyadaki gibi sınırlı ve geçici değil, tam aksine sonsuz bir netliğe sahiptir. İnsan, ölümden sonra hemen dirilir ve kendisini kıyametin kopmasından önce ahiret âleminde bulur. Bu, zamanın dünyadaki gibi lineer değil, farklı bir biçimde işlediği anlamına gelir. Ahirette geçirilen zaman, insanların dünya üzerindeki algılarından çok farklıdır. Ölümden sonra, kişi zamanın tamamen farklı bir boyutuna geçer. Dünya hayatındaki kavramlar, mekân ve zamanın sınırlamaları artık geçerli değildir. Kuran'da, ahiret günü ile ilgili birçok ayette, insanların zaman boyutuna olan bağımlılığının ortadan kalktığına dair işaretler bulunur. Ölen insanlar, zaman atlaması yaparak, kıyamet gününü hemen yaşarlar. Yani, onlar için kıyamet günü, ölümlerinin hemen ardından başlar ve bu, onları dünyadaki zamanın dışında bir varoluşa yerleştirir. Ölen insan bambaşka bir zaman ve mekan boyutuna geçer. İster bir dakika önce ölmüş olsun, ister binlerce yıl önce, ölen herkes aynı anda haşredilecek ve mahşer alanında bir araya gelecektir. İslam'ın temel öğretisi, ölümün bir son olmadığı, aksine bir geçiş olduğu üzerinedir. Bu geçiş, insanları farklı bir zaman ve mekân boyutuna taşır. Ölümden sonraki yaşamda, dünya hayatının tüm izleri silinir ve insan, ahiret hayatına geçiş yapar. Bu geçiş, zaman ve mekanın ötesine geçen bir varoluş şeklidir. Zaman, bu âlemde tamamen farklı bir boyut kazandığı için, dünya hayatı bir rüya gibi algılanır ve ahiret hayatı, gerçekliği daha net ve açık bir biçimde sunar. Tarih boyunca dinî metinlere çeşitli rivayetlerin eklenmesiyle İslam dini zaman içinde farklı unsurlarla tahrif edilmiştir. Bunlardan bir diğeride Münker-Nekir isimli meleklerin varlığıyla ilgili inançtır. Kur’an perspektifinden bakıldığında, bu inancın tartışmalı yönleri bulunmaktadır. Kur’an’da Münker ve Nekir kelimeleri doğrudan bir melek ismi olarak geçmemektedir. “Münker” kelimesi, kötülük ve yanlış olarak tanımlanan davranışları ifade ederken, “Nekir” kelimesi inkâr anlamına gelir. Eğer bu iki kelime gerçekten melek isimleri olsaydı bu anlamlara gelmezdiler bu noktadan hareketle, Münker ve Nekir’in birer melek olarak kabul edilmesi, geleneksel hadis kaynaklarına dayanan bir inançtır. Fakat bu hadislerin İslam’ın özüne ne kadar uygun olduğu, Kur’an ışığında sorgulanmalıdır. Çünkü İslam’ın kaynağı Kur’an’dır ve dinî inançların doğruluğu ancak Kur’an ile teyit edilebilir. Münker ve Nekir’in kabirde insanları sorguladığı ve azap verdiği yönündeki inanış, fiziksel ve mantıksal bazı çelişkileri de beraberinde getirmektedir:
1. Bedenin Yok Olması: İnsan bedeni zamanla çürür ve yok olur. Eğer kabir azabı fiziksel olarak gerçekleşiyorsa, cesedi tamamen çürüyen veya toprak olan bir insan bu süreci nasıl yaşayacaktır? Modern bilim, insan bedeninin belli bir süre sonra tamamen yok olduğunu ortaya koymaktadır.
2. Yanarak Ölenler ve Küle Dönüşme: Yanarak ölen bir insan tamamen küle dönüşmektedir. Eğer kabir azabı fiziksel olarak gerçekleşiyorsa, toprağın altına girecek bir beden kalmamaktadır. Küle dönüşen bir insan nasıl azap görecektir?
3. Organ Nakli Durumu: Organ bağışı yapan bir insanın vücudunun birçok parçası başkalarına nakledilmektedir. Bu durumda Münker ve Nekir, hangi bedeni sorgulayacaktır. Organları farklı bedenlere dağıtılmış bir kişinin kabir azabı nasıl olacaktır?
4. Bedensel Azap ve Ruhun Bağımsızlığı: İslam inancında ruhun bedenden bağımsız bir varlık olduğu kabul edilir. Ancak kabir azabı anlatıları, bedensel acılar üzerinden tarif edilmektedir. Eğer ruh bedenden ayrılıyorsa, bedene uygulanan azap nasıl anlam kazanabilir?
5. Allah'ın Adaleti: Adem döneminde ölen birisiyle bizim zamanımızda ölen birisinin günahlarının aynı olması durumunda Adem döneminde ölen kişiye haksızlık olmaz mı. Bu Allah'ın adaletine yakışır mı?
Bu noktalar, kabir azabının ve Münker-Nekir inancının sorgulanmasını gerektirmektedir. Eğer kabir azabı mantıksal ve bilimsel olarak açıklanamıyorsa, bu inancın kaynağı da şüpheli hale gelir. Kur’an’da ölüm sonrası yaşam açıkça ahiret hayatı üzerinden anlatılır. İnsanların kıyamet günü diriltileceği ve hesap vereceği vurgulanır. Ancak kabir azabı, Münker ve Nekir gibi kavramlar doğrudan Kur’an’da yer almaz.
Kur’an’da ölüm sonrası süreçle ilgili anlatılan temel gerçekler şunlardır:
Kabir hayatından bahsedilmez, sadece ahiret hayatı vurgulanır.
Sorgu ve hesap, kıyamet günü gerçekleşir.
Bu durumda, kabir azabı ve Münker-Nekir inancının, sonradan geleneksel anlatılarla İslam’a dahil edildiği açıkça anlaşılmaktadır. İslam’ın kaynağı Kur’an olduğuna göre, bir inancın doğruluğu ancak Kur’an’a dayanarak teyit edilebilir. Münker ve Nekir’in melek olduğu inancı, Kur’an’da doğrudan yer almamakta, aksine bu kelimeler sıfat olarak kullanılmaktadır. Aynı şekilde, kabir azabı da Kur’an’da açık bir şekilde anlatılmamaktadır. Bu nedenle, kabir azabı ve Münker-Nekir inancının İslam’a sonradan eklenmiş olduğu açıktır. Bu tür inanışlar, insanların ölüm sonrası yaşama dair korkularını kullanarak, dinî inançlarını yönlendirme amacı taşıyan unsurlardır. Gerçek İslam anlayışına ulaşmak için Kur’an’ın açık mesajlarına yönelmek ve dini rivayetler yerine Kur’an’ın rehberliğine başvurmak gerekmektedir.

Muhammed Rıdvan Kaya
Kayıt Tarihi : 12.5.2025 15:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!