Saat sana dair rötarlı bugün
Bugün de ölmüyorsun belli
Oysa ölmeler karanfile boğuluyor
Kenarda iyi bilirimciler, şakşakçılar
Yoksa çoktandır ölü müsün?
Teneşire ziyan
Bir resim çizeceksin gökyüzüne
Görmesinler diye siyaha çalacaksın fırçanın ucunu
Bak diyeceksin ruhum ne kadar kara!
Kurnazlığın kahrolası övünülecek bir tamlamaya konulacak
Sıyrılırken sıçrayan çamurdan
Hevesler kursağımızda sözler yarım!
Olsun görecek gün varsa yine buluşuruz bir vakit
güneş açar belki tepemizde
püfür püfür bir rüzgara bırakırız kendimizi.
Tek tek yıkılıyor kaleler
Sarsılıyor yer
Sarsılıyor bina
Kurum... Koltuk...
Şahın oyunu çıkıyor ortaya; uslanmıyor
İnsan yol aldıkça ömründen
anlatacak hikayeleri çoğalırmış
boyunun kısalmasına inat
ve ne gariptir
kendinden alınan onca şeyin içerisinde
en çok oyuncaklarını özlemesi.
Largo di Torre Argentina meydanında vurdu
hançerini Brütüs,
Julies Sezar’ın tam kalbine.
Sende mi?
cümlesini duymadı caddeler!
Ben ki bin yaşındayım.
Ölümler de gördüm ipe sapa gelmez savaşlarda.
Bir yaşamdan bir yaşama bir aşktan diğerine koştum soluk soluğa.
Tanrıya çok dua ettim verdikleri için
bazense ölümü istedim yok pahasına.
Sen kimsin?
Varoluş, var olma amacın
Adın, sanın, kimliğin, özün.
Sen kimsin?
Entel köylü mü yoksa varoşların çamurlu sokakları mı yurdun?
Bu şehir niye hep sen kokuyor?
Niye adınla başlıyor sokaklar?
Durup durup nasıl da,
bir kırmızı konuyor dudağına
Muzipliğin yüzüme ayna.
I. Gitmek:
Ben diye başladım söze
Bencillik ettim affet
Sadece sana ıssızım bu koskoca şehirde
Her düş gibi gerçek değilsin!
Ben bir öykü yazmak istediğimde boş vermeden yürürüm. Yürüdükçe öyküleşir hayat, bazen durduğumda da öykü bulur beni...