I. Ağaçların soluğu, dağları uzaklara itiyor.
Dağlar gizlerin ruhuyla kayıp gidiyor.
Uzaklardaki yol, iplik iplik, duman içinde kıvrım kıvrım.
Buram buram tütüyor evlerin bacaları.
Genç kızlar beyaz gelinlikler içinde.
Yanakları al al, heyecandan kızarıyorlar...
Hava kararıyor. Güz bağlarında olgun üzüm salkımları sapsarı. Günbatımında çiy damlaları yüzüyor. En ufak bir yankılanma bile duyuluyor ve hülyaların gizlerinde derin izler oluşuyor. Düşen bir yaprak, öten bir kuş, mışıl mışıl uyuklayan doğada öylesine süre duran bir çınlama oluşturuyor ki, ruhlarda düşlerin cini uyanıyor...
Ormandan gelen sesler çisil çisil yağan yağmurla harmanlanıyor. Bu yağmur mu? Hayır, bunlar yankı damlaları. Alacakaranlıkta bir çocuk iç çekiyor. Yoksa bu sessiz damlalar eski bir ninniyi mi fısıldıyor?
Düşlerin uğultuları gözler önüne koskoca bir kent seriyor. Bu açık ve iyice belirgin. Bu imgeler hepimizin yüreğinde vardır. Dağların tepesinde evcikleri alacalı bulacalı o kentten yüz kere daha büyük bu hülyakent. Yükselen yapı katları gibi üst üste, yeraltında gizli eski semtlerden kurulu. Bir kat ötekinin üstünde. Bir ev öbürünün sırtında. Eski gravürlerle dolu rengarenk bir kitap. Taşlarla, çinilerle, fresklerle ciltlenmiş. Bu kat kat ciltlerin içinde eski külüstür semtler olduğu gibi hiç bozulmadan duruyor. O kent gelmiş Tristatis üzerine konmuş...
Görülmedik güzellikte sevgi varlıkları merdivenleri iz bırakmadan adımlıyor. Bunlar o demin gördüklerim mi? Evet evet, bunlar onlar. Beyaz taçlı başlarını kapıdan uzatıp bana bakıyorlar, sonra neşeli gülüşmelerle yukarı çıkıyorlar. Tahta basamaklar gıcırdıyor, patır patır koşuşan tılsımlar saçan ayakların beyaz sesleri...
Kapıdan kapıya yüzyıllar değişiyor. Pencerelerin ışığında aşk perileri göz kırpıştırıyor. Şamdanlar, meşaleler, kandiller yanmış. Hayaletler sonsuzluğun sözcüleri. Düşlerin cini öykülerin ipliğini durmadan eğiriyor...
II. Tek sen varsın aklımda. Herşey senin için.
Senin dikkatini çekmek için tuhaf şiirler yazıyorum. Yazılarımdaki öfke bundan. Şiirlerin, öykülerin, yazıların arkasına saklanıyorum. İstiyorum ki kimse beni bulmasın, görmesin. Ama sen buluyor ve görüyorsun. Yüzüme baksan maskem de düşecek. Önce gözlük camlarım, sonra yeşil mavi gözlerim de düşecek gözlerine.
Ve sonra şöyle diyeceksin bir erken sabah: “Ah evet, tek cümleyle bu sensin”. Sonra beni bir masalsı rüyada gördüğünü anımsayacaksın. Beni yıllardır tanıdığını farkedeceksin. Oysa o kısacık rüya bin yıl sürmüştü.
Ben de artık sabahın köründe kalkıp şiirler yazmayacağım. Çünkü sen hep yanımda olacaksın. Güzel ismini tekrarlayacağım. Çocuklarımız olacak. Evimizden tuz, ekmek ve şarap hiç eksilmeyecek. Güneşin sonsuz batışını, sonsuz doğuşunu izleyeceğiz o kıyı kentinde. Kollarımda uyuyacaksın Esra...
Hulki CanKayıt Tarihi : 11.2.2006 01:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu yazının bana daha çok bir günce hissi verdiğini itiraf etmem gerekiyor.Aşağıdaki parağraf bence çok güzel
Kapıdan kapıya yüzyıllar değişiyor. Pencerelerin ışığında aşk perileri göz kırpıştırıyor. Şamdanlar, meşaleler, kandiller yanmış. Hayaletler sonsuzluğun sözcüleri. Düşlerin cini öykülerin ipliğini durmadan eğiriyor...
Souç olarak;
Günce veya öykü diline daha yakın geldi bu metin bana. Ama özen ve içtenlik dolu bir metin
Saygılarımla
TÜM YORUMLAR (3)