Hayatın merkezine dik durmayı koyuyordunuz ve olaylarla insanlar onun yörüngesinde hareket eden, olması veya değişmesi sorun olmayan parçacıklar oluyordu.
Her yapılan işte biraz eksikti, her cümlede bir anlatım bozukluğu ya da virgül hatası, noksanlığı hep olan bir çizgiydi hayat.
O büyük şair yaşadığını yazmıyordu, çünkü yazdığını ona yaşatacak kadar büyülü değildi hayat, eğer öyle olsaydı yazmazdı yaşardı değil mi?
Eğer hayat o kadar derin olsaydı, derinlik hayatta var olsaydı yaşardı, ama değildi, derinlik insandaydı,
Tanrı tek bir dünya yarattı ve birden çok insan.
Altı saatte yarattığı dünya ve halen yaratmaya devam ettiği insan, siz hangisini daha değerli bulurdunuz?
Ya insanın dünya ile kurduğu bağlantıya hayat diyen filozofa kulak verirsek kararımızı nasıl vereceğiz?
Bizler, yaşadığımız hayata kendi dokunuşlarımızla yön veren dahiyane delileriz...
Bir gün bütün saatleri doldurup bir torbaya, zamanın o karanlık mezarlığına atıp ona savaş açtığımızda mi hayatın yavanlığından sıyrılıp kendi derinliğimizi keşfetmeye başlarız?
Bir tek kendimiz için verdiğimiz bir savaş.
Ne kutsal topraklar ne kutsal bayraklar, kutsal insanlar...
Kutsal olanların değil kendimizin savaşı, derinliğimizin bütün sınırlarını kapatan zaman ve dünyaya karşı bir savaş...
Böyle bir savaşta yaşamak ya da yaşamdan olmak istemez miydiniz?
Kayıt Tarihi : 11.1.2014 04:17:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!