Sait Faik Abasıyanık “küçük insan”ın dramını yazdı; kalabalıklar içinden bulup, bir insanlık sorunsalı olarak okura sundu. Yazmayı çok sevdiği belli. Sait Fait ömrü boyunca ki ömrü çok uzun sürmedi*, yazmayı, yalnızca yazmayı seçti. Hikâye türü, onun vazgeçilmezliği olan “yazmak” ile özdeşleşen varolma biçimiydi.
Zaten, hikâyelerinin anlatıcısı çoğunlukla birinci tekil şahıstan ve aynı zamanda anakahramanıydı. Onun “ben”ini görürüz bu anlatıcıda. Ne var ki yazınsal gerçeğin özelliği olan bir dönüştürme vardır; dolayısıyla, bir öznelleşme yer alır, yapıtlarında.
O “ben”, evrensel bir insanlık duygusunun odağı olduğu için Sait Faik, insanlığın tüm çelişkilerini, bunalımlarını yapıtlarının temeline yerleştirmiş olur; ona göre her şey “bir insanı sevmekle başlar”.
Haldun Taner’in izinden giderek söylersek, Burgaz çalılıklarından çekip kopardığı kızılcık dalıyla yazmıştır, hep. Yani, bunaldığı zaman doğaya kaçar, hayal kurar, kendi hayallerinin içinde yitip gider, Burgaz’dan İstanbul’a bakarken. Aslında yazmak edimi, hikâye, edebiyat bir düş kurgulaması, bir hayal kurma değil midir?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta