Bir aynanın içinden baktım hayata
biraz eğri, biraz buğulu
bir tarafı hâlâ çocukluğumdu
tahta bir sandığın içinde saklanan
eski bir kazak gibi, kokusu annemin.
Sokaklar üzerime yürüyordu bazen,
ve bazı sokaklar hiç bitmiyordu
adı unutulmuş kitaplar gibi,
bir harfin düşüşü kadar sessiz
bir gözyaşının düşüşü kadar gürültülüydü.
Ömrümün kenarlarına yazılmış notlar var
hangi rüzgârın savurduğu bilinmeyen
terk edilmiş bir tren istasyonunun bankında
bir başıboş saat gibi bekledim seni
akrep ilerledi, yelkovan küstü zamana.
Düşündükçe kendime benzemiyorum artık
bir kahve bardağında unutulmuş dudak izi gibiyim
neye aitsem ona biraz fazla
neye uzak kaldıysam ona hep eksik.
Ve işte tam da o anda
her kalabalıkta bir yalnızlık, her yalnızlıkta bir kalabalık
gibiydi içimde biriken sesler
duymadıkça büyüyen, sustukça yankılanan
bir dağın ardında unuttuğum ismim gibi.
Gözlerinin ucunda bir sonbahar vardı
ve ben hep ilkbahara hazırlandım
oysa takvimde tek bir mevsim vardı artık:
“vazgeçiş.”
Beni en çok yoran,
duyulmamış cümleler değil
yanımda susan yüzler oldu
sanki herkes biraz gitti
sanki ben herkesin içinde kayboldum.
Bir mektup yırtılır gibi dağıldım gecelere
bir lambanın titrek ışığında kaldım
ışığın kırıldığı yerde
gölge de kendini kaybederdi
ben gölgeme bile yetişemedim.
Bir adım daha atsaydım belki
hiç doğmamış bir sabaha varırdım
ama bazı yollar sadece içimizde yürünür
ve bazı duraklar,
sadece kimsenin beklemediği yerlerde durur.
Şimdi anlıyorum:
yalnızlık bir eksiklik değilmiş,
fazlalıkmış herkesten.
Kayıt Tarihi : 12.7.2025 20:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!