İbrahim
Bir zemheri soğuğuydu kaçkar dağlarının etekleri.. Zemheride buralarda yaşama tutunmak zor,baharın gelmesini beklemek ise sabır ister..
Bir baba,keçi yününden üstüne yaptırdığı pantolonu, koyun yününden diktirdiği fanilayı giyer, kışın bir yorgan misali çocuklarının üzerine örtünür. Baba olmakta zordur bu diyarlarda..
Yollar kapanır,dağlar aşılmaz, taki,hazirana kadar kapanır kalırsın yaşadığın evde..
Buralarda yaşamak, hayvancılığıda beraberinde getirir. Büyük küçük hayvan beslemeli ve geçimini sağlamalısın. 1950 ve 60 lı yılllarda ne dağlarda ot,ne köy dükkanında yem kalırdı kışlık yal için. Bir haneye en az yüz küçük baş , en az yirmi büyükbaş hayvan düşerdi.
Bir baba haziran ayı ile olabildiğince kavurduğu ağustos sıcağına kadar iki ay gurbete çıkar, bu iki ay icinde görebildiği en zor işleri görür, sonra nefessiz köyün yolunu tutardı.
Neden mi?
Diktir bayırları bu toprakların.. Evin kadını tüm arazinin otunu biçer ,ama kaldırmaya yoktur mecali kanayaklının.. Baba gelir, gece demez gündüz demez otu taşır doldurur mereklere..
Çok çalışırsın yaz aylarında..Kışı rahat geçirmek için, aynı sofrada çocuklarınla keyifle haşlanmış patates ,yanına kuru soğan üstüne kara biber..Unutulur bütün yorgunluklar. Yerini tatlı bir sevinç alır ,gaz lambasının ışığında..Sonra kış oturmaları başlar uzun uzun.. Gecede uzundur kış gibi buralarda.. Komşu gelir başlar askerlik hikayelerini anlatmaya..Tadına doyum olmayan bir sohbet sarar evin her yanını.. Yerini teslim ettiği gavur icadı televizyon ve akıllı telefonlara değişilmez lezzette..
Derken,yatsi çayı zamanı gelir. Varsa evin gelini yada kızı kalkar soba ateşinde kaynayan su ile çayı demler ve kurar sofrayı..Vazgeçilmezdir turşu,kavurma, tereyağı ve toz peynir.
Gece böyle devam eder ilerleyen saatlere kadar ve herkes dağılır sonrasında.
Yine bir kış akşamıdır, tarih 13 Mart 1958.
Bir baba oturmalıkta,bir ana ise iki kızi ve büyük oğlu ile soba başında sohbet etmekteler. Ana hamiledir ,Büyük dedelerinden kalan delme çatma evin her köşesi bir anda çığlık çığlığa olur ve ve yeni bir dünya dünyaya merhaba demek üzere yola çıkar. Vakit tamamdır. Gelecektir evin ve hanenin mutluluklar kaynağı. Sabaha karşi tan yeri ağarmadan bir nida yükselir dört duvar arasından 30 hanelik mahelleye.. Komşu ebe bağıra bağıra koşar doğum evine..
Gelmiştir 9 ay 10 gün beklenen kara yağız, nur topu gibi erkek çocuğu..
Baba mutludur ,oğlunun kulağına ezan okur ve ona dedesinin ismi olan İbrahim ismini verir . Böylece başlar Ibrahimin hayat hikayesi..
İbrahim 4 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak hayata atılır. Fatma ve Ayşe adında iki ablası,Mehmet adinda ise bir ağabeyi ile hayatı öğrenmeye başlar küçük İbrahim..
Yaz aylarında annesi İbrahimi ablalarına bırakır,ve yaz işlerine koştururdu. Yukarıdada belirttiğim gibi, zordur buralarda kışa hazırlanmak..
İbrahim ,doğduğu köyün sokaklarında akranları ile koşar oynar ve büyür. Okula gitme zamani gelmiştir küçük İbrahim'in.
Babası, İbrahim'i okula kaydeder siyah önlük beyaz yakalıkla..
Ilk okulu bitirdikten sonra ,adettir bu bölgede Allah kelamı öğrenmek. Sadece öğrenmek değil su gibi içmektir öğrenmenin kuralı..
Köyün ònemli hocalarından Rizede Kuran Kursunda görevli Mehmet hoca (Allah sağlık versin) köye gelir ve İbrahim kursa götürür. Evin en küçüğü olan Ibrahime anasından ayrılmak zordur! Ama babaya olan saygı, dine olan düşkünlük her şeyden önce gelir.
İbrahim, kara çantasını hazırlar,kara bahtını içine doldururcasına..
Tek değildir, kòyden bir çok akranı ile beraber giderler Kuran'ı Kerim öğrenmeye hoca ve hafız olmaya..
Uzun bir zaman görmüş oldukları medres-i talim dersi sona ermiş ve İbrahim artık iyi bir İmam olmuştur. Kalbini ,ruhunu ve bedenini Kuranı Kerimin manevi havası ile doldurmuş ve artık görev beklemektedir.
İbrahim, doğduğu toprakların eli nasırlı ,yüreği hasret dolu insanlarıyla aynı havayı teneffüs ediyor,aynı işi yapıyor, bir yandanda genç yüreği bir komşu kızına sevdalanıyordu.
Henüz askere gitmemiş olan İbrahim , bir yolunu bulup komşu kızı Hatice'yle hayatını birleştirmenin çarelerini arıyordu.
Köyde geçim zor,geçinmek düşündürücüydü..Iki ablası evlenmiş yuva sahibi olmuş, ağabeyi Mehmet ise başka bir köyden birine sevdalanmış düğün hazırlığına başlamıştı. Aile reisi bir baba iki oğlununda mürüvvetlerini görmek en büyük arzusuydu..
Nihayet, ağabeyi köye gelin getirmiş, aile nüfusu bir sayı artmıştı.
İbrahim ise bir yandan rençberlik yapıyor diğer yandan sevdasına kavuşmayı diliyordu.
İbrahim'in babası Nazım ise vilayete gurbete çıkmış kış erzağı için para biriktiriyor,bir yandan ise köyden havadisler soruyordu. Vilayette işleri rast giden babanın merkezi konumda bir araziyi satın almak aklına düştü . Geçimi zor olan köyünden göç etmek oğullarını köye mahkum etmemek için çabalıyordu.
Planlarını devreye sokmak isteyen aile reisi baba,köye eşine ve büyük oğluna haber salıyor "hayvanları satın, size almaya geleceğim" haber ulaşır ulaşmaz evin anası ve büyük oğlu bu göç durumuna adeta karşı çıkıyor, köyden ayrılmak istemiyorlardı. Küçük oğul İbrahim'in ise tek derdi sevdasindan ayrı düşmekti.
Nihayet köydeki aile bireyleri baskın çıkıyor evin babası 3/1 mülahazayı kaybediyordu.
Kazandığı paralarla aldığı arsayı bir çırpıda satıyor,köyün yolunu tutuyordu. Ibrahim artık genç bir delikanlı birde bir kız amcasıydı.
Günlerden birgün; babasına sevdiği kızı istemesini söylemiş ve karşılık bulmuştu.
Kaderin tecellisi bu ailenin 4 çocuğundan 3 tanesi aynı hanenin çocuklarıyla evleniyordu.
İbrahim'in iki ablasi Fatma ve Ayşe iki kardeş olan Ismail ve Mehmet'e varmış, kendiside eniştelerinin yeğeni olan Hatice'yi istiyordu.
Yüzünden tebessüm eksik olmayan İbrahim'in yüzü babasından aldığı olumlu cevaptan sonra bir daha gülüyor, adete mutluluktan uçuyordu. Günde bir kez gitmediği yaylaya üç kez gidiyor, her gidişinde sevdasının kapısından geçiyor, türküler mırıldanıyordu.
" Ben yaylaya giderim
soğuk sular içerim
haticem'den geçmemde
bu dünyadan geçerim"
"yaylanin yollarına
öleyim boylarına
yalnız gezme sevdiğim
gelde gir kollarıma "
Ev ahalisi hazırlanır ve kız istemeye koyulurlar. Kızı isterler sözler verilir, nişan düğün derken İbrahim sevdasına kavuşur.
Hikayenin başında belirttiğimiz gibi,köyde yaşamak zordur. Iki oğul iki gelin aynı evde birlik yaşamak zorundadır. Herkesin ćektigi zorluklar olduğu gibi bu iki erkek kardeşte bunun zorluğunu yaşamış,az hasarla atlatmışlardır. İbrahim ikinci kez amca oluyor ve erkek yeğeninide kucağına alıyordu.
Köy yerlerinde kadrolu imam olmadığından (eskiden) köylü kendi imkanlarıyla imam tutuyor ve cemaat kuruyorlardı . Kendi köyünde ,ilim tahsili görmek isteyen çocuklara eğitim veriyor ,onlara Kuran'ı Kerim okumayı ògretmeye başlıyordu.Vakit namazlarını kıldırıyor,mevlüt ve ezanlar okuyordu. Yanık ve icten okuduğu ezanlar yüreklere dokunuyor, en yüksek daĝlardaki çoban bile sesini duyunca "helal olsun İbrahim" diyordu .
İbrahim, bu süreyi köyünde tamamlarken birde ablasından kız yeğeni dünyaya geliyor, ardından ağabeyinin 3. oğlu dünyaya gelen Mustafa'yı kucağına alıyordu. . Din eğitiminden arda kalan zamanı köy işleri ile veya yeğenleri ile geçiriyordu.
İbrahim'in, ailesine ve iki canlı olan eşine veda etme vakti geliyor, her türk genci gibi vatan ondan hizmet bekliyordu.
Tertiplerinin içindeki tek evli askerdi köyde .Arkadaşlarına bu durumda pek ayak uyduramasada yinede gelenek olan ısmarlama vazifesini yapıyordu baştan aşağı.
İbrahim askerlik görevini yapmak üzere İstanbula gitmişti. Hızlı iletişim olmadığından nadiren mektuplaşıyor ,ama adettendir ,mektuplara kara haberler yazılmıyordu..
Bu süreçte uzun zamandır bir takım rahatsızlıklar yasayıp ailesine çokta belli etmeyen ,aile reisi Nazım ise 59 yaşında hasta düşüyor,büyük oğlu Mehmet'i imkansızlıklar içerisinde babasıni Erzurum hastanesine kadar götürüyordu. Bu günün çok basit,o günün ise amansız bir hastalığı olarak görünen, profesyonel bir ekiple aslında sağlığına kavuşabilmesi öngörülen Nazım ameliyat masasında narkoza yenik düşüyordu..
Türlü imkansızlıklar büyük oğul Mehmet'çaresizliğe itiyor, ama zor coğrafyanın çocuğu olması zorlukların üstesinden gelmesini gerektiriyordu.
Babasının cansız bedenini, yolu olmayan yolun sonuna kadar araçla,oradan ise köylülerin yardımıyla sedyeyle köyüne kadar getirmişti. Ölüm sessizligi sarmıştı her yeri..O gün gök karabulutlara sarip sarmalarken kendini ,sanki yıllar sonra kendi kanından olan birinin uğurlanmasının provasını hazırlıyordu Nazım..
Kocasından 8 yaş küçük olan eşi Naile ,daĝinı kaybetmiş tepelere sırtını yaslıyordu. Bir oğlu askerde iki gelin yanında büyük oğlu ise aileye bakmakla yükümlüydü ve gurbetin yolunu tuttu.
Acılar paylaşıldıkça azalıyor ,tekrar eski günlerine dönüyorlardı.. İbrahim'in askerden dönmesine 6 ay kalmış, köyde yaşananlardan bir haber ,teskere için şafak sayıyordu..
Köyüne döndüğünde İbrahim'i iki sürpriz bekliyordu.!
Dağ gibi babasını kaybetmiş olmanın haberini alacakken, dünyaya gelecek olan ,cinsiyetini bile bilmediği çocuğu dünyaya gelmeden dünyadan gitmişti..Küçük beden İbrahim'in ilk göz ağrısı Havva dedesinin hemen ardından toprağa verilmişti.
Nihayet İbrahim teskere almış köyünün yolunu tutmuştu. İcinde büyük bir heyecan, vatani görevini yapmış olmanın haklı gururunu yaşarken,diğer yandan yeni dünya bebeğini görme arzusu.. İstanbul kapalı çarşıdan oyuncak bile almıştı küçük yavrusuna..
Köye yaklaştıkça heyecanı artıyor ,kalbi o gün başka çarpıyordu. Babasının ,kayınpederi Gazi Veysel ćavuştan satın aldığı eve kadar geldi. Ortalıkta derin bir sükunet vardı. Eve girdiğinde sevinçle hüzün kardeş olmuş, İbrahim her iki duygunun ortasında kayboluyordu. Sessizce duvarları süzüyor,eşinin ,anasının ,ağabeyinin yüzüne bakıyor ama babasıni göremiyordu.
Gözleri babasını ararken sormaya korkuyor, öte yandan körpe bir beşik arıyordu gözleri.. Avluya çıktı, ayvana çıktı, aranıp durdu. İbrahim'in ilk göz ağrısı Havva nın beşiği ayvanda asılı duruyor, babasından ise hiç bir kıyafet görünmüyordu. Ortalıkta ne bir baba kokusu nede bir evlat kokusu vardı.
İbrahim durumu anlamış ,tahta köprü merdivenlerden sarkarcasına eve inmişti. Ağabeyine "Dada nerde babam nerde çocuğum" diye sorunca ev bir anda buz kesmiş ve alev tekrar harlanmıştı.
Bir hengamenin içine düşmüştü İbrahim..
Zaman geçti yarasına tuz bastı .Hayat devam ediyordu çünkü.. Iş bakması para kazanması gerekiyordu. Bir kaç yıl sonra Ayşe adında kızı olur İbrahim'in.., Amcalarının göç ettiği Ispir Sirakonaklar Köyünden bir haber gelir ve İbrahim'in camiye imam olması istenir.
İbrahim çok beklemez ve ailesi ile birlikte yola koyulurlar..
Bir müddet imamlık yaptıktan sonra, kendi köyüne daha yakın ,Yusufeli'ne bağlı Köprügören Köyüne gelir ve orada göreve devam eder. Kadro alamamaktan şikayet eder İbrahim..İstediği olamayınca köyüne döner ve rençberlik yapmaya karar verir.
Bu arada yine bir bebeği dünyaya gelir İbrahim'in. Ağabeyinin adını verir erkek evladına. Mehmet der. Ne yazıkki Mehmet dünyalık değildir. 4 ay sonra ablası Havva gibi,Yaradan'a kavuşur. Bu çok ağır gelmiştir İbrahime.. Hiç görmediği bir evladin acısı ile Mehmet"din acısı tarifsizdir..
Yüreğindeki iman gücü ile yeniden hayata tutunur İbrahim..
Hayatının , yaz aylarının belli bir kısmında Vilayette gurbet yaparak,kalan kısmını ise köyünde köy işleri ile uğraşarak geçiren İbrahim ,bu zaman diliminde ,kızı Ayşe'den sonra hayatta kalan Mihman,Fatma ve erkek çocuğu Adem"le mutlu bir hayat sürer.
Babasının ve ilk çocuğunun ölüm haberini aldığı evde ,sene 1990 ı gösterirken,oğlu Adem henüz kundakta,kızları küçük, gecenin 002 si..Bir hemgame koptu,vanişhev düzlerinde.. Ortalık alev alev yanıyor ,komşuda çıkan yangin bizede sıçrıyordu .
Ben o tarihte 6 yaşında henüz okula başlamamıştım. Ağabeylerim ise sırasıyla 9- 14- 17 ablam ise 18 yaşındaydı. O gece uzun bir geceydi. Alevler gök yüzünü kaplamış, seslerde alevler kadar yüksek, gözyaşları yangına taşınan su kadar çok!
Yanan hiç bir şeye üzülmüyor, sadece başka olmayan yeşil pantolonuma üzülüyordum. Babam köy hizmetlerinde ,başka bir köyde çalışıyordu. Sabaha yakın babamı getirdiler. Manzarayı görünce oracıkta yığılıp kaldı kayabaşının düzlerinde..
Bu afette toplamda 12 hane yok olmuş, geriye bir çaput bile kalmamıştı. Devletimiz var olsun! El verdi güç verdi ve yeniden ayağa kalktık.
Iki kardeş Mehmet ile İbrahim yeniden inşaata başladılar. Borç harç yuvalarını tekrar kurdular.
Hayata eşsiz devam eden anneleri Naile ise (gazi Veysel'in kızı) sırasıyla çocuklarında kalıyor,onlara hayır dualarda bulunuyordu.
Naile,ilerleyen yaşı ve bir takım rahatsızlıklar nedeni ile kızı Fatma'nın yanında hayata gözlerini yumdu. (Allah rahmet eylesin)
Zaman içerisinde İbrahim önce kızlarını ,sonra oğlu Adem'i evlendirdi.
İbrahim ,kış aylarında sevahilde,yaz ayları ise mezraya çıkıyor, hayvancılık yapıyor, arada bir gurbete çıkıyor ve geçimini böyle sağlıyordu.
Memleketimizden kilometrelerce uzakta,zaman zaman amcamızın rahatsızlıklar yaşadığını duyuyor ve üzülüyorduk. O bizim için hep var olacak, hasta olsada ayağa kalkacak,ziyarete gittiğimizde "bana gobdon getirdinmi " (sigara) diyecek diye sanıyorduk..
Yıllardan 2020 nin temmuz ayı bir haberle tekrar yıkıldık. Aradan gećen 20 yılın ardından bu defa mezramız yanıyor (Sahlep Mahallesi) ve bizde buna seyirci kalıyorduk.
Apar topar gittik memlekete.. Her yer yerle yeksan olmuş,35 hanelik mahelleden geriye enkaz yığını kalmışti sadece. Afad gerekli çalışmalar yapmış acil çadırkent kurmuş ahaliyi geçicide olsa dışarıda bırakmamıştı. Boş bir çadırda kalıyor, mahalle sakinlerinin acılarını paylaşıyorum . Bir gece çadırın fermuari aralandı ve amcamın; "yeğenim beni hastaneye götür"sözüyle fırladım yattığım yerden.
Evet, amcam hastaydı,şekeri yada tansiyonu çıkmıştı. Hastaneye götürdük. Gerekli tedavileri yapıldı. Her gittigimizde sorduğu (gobdon) hastalığına ve yasak olmasına rağmen düşmüyordu iki dudağından.. Son zamanlarda öksürüğü artmış, tansiyonu ise hiç yerinde durmuyordu.
Son 2023 Mart ayında tekrar hastalanan amcam,hastaneye kaldırılıyor ve yeterli tedavisi yapılamıyordu.
Oğlu Adem"inde yaşadığı Bursa'ya gelmesi gerektiğini söyledik. Amcam aslında inat bir adamdı (ona çektiğim söylenir) ama belliki iyi olmak istediği için geldi Bursa'ya..
Oğlu Adem gerekli tedavi işlemleri için hastaneye yatırdı babasını .Bir gün beş gün haber alamıyor, halini bilemiyorduk.
Buraya kadar hem yazdım hem ağladım. Bir gün yazdım bir gün sustum. Sonra tekrar yazmaya devam ettim İbrahim'i..
Köye vardığımızda 59 yaşında kara toprağa giren Nazım 'ın kara günü gibiydi gün..
Dedim ya sanki Nazım bir gün hazırlamıştı,kendisi prova yapıyor, sahne sonra gelecek diyordu..
Sahne başlıyor, perde aralanıyor, insanlar toplanmış, mahşeri bir kalabalık...Burada neler oluyor? Büyük ağabey Mehmet'e sarılan sarılana.. Kıyamet kopmuş sanki..Ayşe, Mihman ,Fatma amcasının boynuna sarılıyor sanki yıllarca hasretcesine..
Amca Mehmet ise tek kaldım kızım diye feryad ediyor. Ayakta durmakta güçlük çekiyor. Bir araba yanaşıyor,yıllarca İbrahim'in sırtıyla yük taşıdığı garaja..Iki bastonlu bir abla ağıtlarla yaklaşıyor arabaya doğru .. Omuzlardan inen İbrahim gösterime çıkmak üzere perde aralanıyor. Ablaları ,yeğenleri,çocukları ,velhasıl tüm köy orada..Yağmur damlalarından faha fazla yaş akıyor göz pınarlarından..
Rabbim,bu nasıl film bu nasıl sahne? Herkes huz kesmiş herkes şaşkın..
ve..bir nida yükseliyor filmin sonunda.. çift bastonlu bir abla yaklaşıyor ve o acıklı sonu gerçekleştiriyor...
"İbrahimmmmm sen öldünmü"
Son.
Kayıt Tarihi : 28.1.2024 03:30:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Vefat eden amcamın anısına..
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!