Ne bir ses
Ne bir ezgi
Düşsel sevinçlerimi
Bıraktım dizelerle ayalarına
Gülüşü eksik güneşe alnını dayayan
Yorgunluğuma yanıt olan
Gök kuşağı dağı gibi
Geceyi yakmak geçiyor içimde
Romayı yakan nero gibi
Bütün namusuzlara inat
Bu geceyi aydınlatmak gerek
Gök kuşağı dağı gibi
Ellerim ne çok yorgun ellerim
Avuçlarına karanfiller ekecek ellerim
Yüzünü gizleyince sen
Bir cam yansıtır yıldız rengi gözlerini
Ellerin hep görpe kalsın diyorum
Hep görpe taze öpülmemiş
Bir gün bahar gelse,
Dallarıma su yürüse
Kanatlansa bülbül, gülün dalında
Sevinçler çiçek açsa, tomurcuk dalda.
Karışsam rüzgarlara uçsam sana.
Hasretim özgürlüğe,
Ben Korkarken Gökyüzünden
Sen Bir Bulutmuşsun.
Hüzün Mevsimi Demişler de Diyenler.
Güneşin kayboluşuna şahit oluyorduk
Penceremi Açsak Duvarlara,
Yıkalım Demiyorum.
Ah ne güzeldir.
Şimdi dağlarda çayı yudumlayıp,
Sevdaların tarihine dalmak.
Gözlerimi kocaman kocaman açıp,
Her anı kazıyorum beynime.
Hemde sonra korkuyorum.
Hayat kısa, çünkü anında yaşamalısın
Ama her zaman, güçlerini iradenle...
Yaşamın içinde sevmelisin,
Bütün güzellikleri,
Çok konuştuk, sorun yok.
Ve gece acıdan boğuluyorsak,
Kadın; sen hangi renksin diye sordu.
Mavi dedim hoş görülü, kararlı tavrımla,
Sonra yeşili hatırladım.
Hayır yeşil dedim.
Uçsuz bucaksız ümidimi hatırlayarak.
Pembe masum masum bakıyordu yüzüme.
Seni kaybetme korkusu
Öyle işlemişti’ki hücrelerime
Bilinç altına, rüyalarıma
Bu korkuyla açılırdı gözlerim
Beni bir başına bırakıp
Hayatın içinde gerçeklerin ortasında
Sevebilirmisin beni olduğum gibi.
Hiç bir kurala, sınıra;
Beni bana hapsetmeden.
Değiştirmeye, benzetmeye, çözümlemeye çalışmadan.
Sorgulamadan, tanımlamadan;
Başı sonu belli olmayan.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!