alev alev yanan
uçsuz bucaksız bir Sahra'daydım.
bir kum tanesinin altına saklandım.
üstümde yüzlerce çıngıraklı yılan.
tutuşurken dudaklarım
bir soğuk öpücüğe hasret,
ihtirasların denizse,
girdabının tadına bak.
ısmarlama aşklar seninse,
kaçıp gitmeli buralardan
salkımından eksilen üzüm tanesi gibi
yokluğum önemsiz bir ayrıntı olmalı.
seher vakti patlarken tomurcuklar
çiği iliklerimde hissederek
kaçıp gitmeli.
biraz tiner,biraz bally,
yok mu bu çocuğun sahibi.
gündüzleri dilenir,
köprü altında demlenir.
her sabah uyandığında
bu deli yakamoz,
şu iri orfoz,
bu keskin iyot
ve yosun kokusu,
bu coşkulu dere,
yıkık iskele,
denizden çekilen ağlardaki balıkların
parıltılı çırpınışları,
bana parıltılı bir hayatın bile
sona ereceği gerçeğini hatırlattığından,
parıltılı bir hayat yaşayamadığıma
hiç üzülmüyorum...
aşk yaşlanmaz,
yaslanmaz bir hasta güçsüzlüğüyle
eğri bastonuna.
gerekli aşıyı yapabilirsen eğer,
milyon yaşında bir gençtir aşk.
sana gönlümü verdim...
içimdeki kırık dökük
yaşama sevincimi,
yıllar önce terkettiğim
aşk sözcüklerimi.
sana verdim
açıldı penceresi bulutların,
yırttı bir pençe perdelerini.
yağmurdan mı ıslandım,
yoksa yağmur sandığım
gözyaşlarımın altına mı saklandım
bilemedim...
Hammurabi'nin anayasasında
uygarlığı Mezopotamya'da yaşadım
prensler kardeşlerini boğdurtmuyordu
şekerkamışını orda tanıdım
Irak, ırak değildi o zaman
Büyük İskender Babil'e henüz girmemişti
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!