Bir seher vaktiydi,
kadın gözlerinden düşen son umudu
toprakla mühürledi.
Ne firkatin adı kaldı dudaklarında,
ne de vuslata dair bir heves.
Zaman, ince ince dokunmuş bir hırkaydı üstünde;
yırtılmış, yamalanmış,
artık ısıtamaz olmuş yüreğini.
Her gam, her ziyan
bir nakış gibi işlemiş alın çizgilerine.
Bir vakitler,
yâr kokusu taşırdı elleri.
Şimdi o eller,
kendi göğsünde bir hançer gibi durur.
Dillerinde eskiden kalan türkülerin
ahengi susmuş,
yalnızca hicranın uğultusu kalmıştır.
Çerağını söndürmüş bir dergâh gibi
karanlığa büründü kadın.
Artık ne gurbetin yolları çağırır onu,
ne de sılaya dönmek arzusu.
Çünkü bilir:
Her yol aynı kör uçurumdur
kalbi yorgun olan için.
“Ey felek!” der içinden,
“Bunca imtihanı niçin yükledin omuzlarıma?”
Ama sesi göğe varmaz,
yalnız kendi yankısında boğulur.
Ne aşka rağbet eder artık,
ne de gözyaşına.
Bir suskunluk aldı yerini,
bin kelamdan ağır,
bin çığlıktan derin.
Ve kadın,
en büyük vazgeçişini yaşadı o demde:
Kendi gönlünden.
Çünkü bilir ki bazen
sevdayı terk etmekten öte,
kendini terk etmektir vazgeçiş.
Lâkin…
Her kışın ardında saklıdır bahar,
her hicranın koynunda gizlidir vuslat.
Kadın da bilir,
bir gün yeniden yeşerecek dal misali
yüreğinde filizlenecek umut.
O vakit anlar:
Vazgeçmek bir son değil,
yarına açılan kapıdır aslında.
Kayıt Tarihi : 2.9.2025 10:17:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
01.09.2025 Saat.23 45
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!